Lezzetli Elmaların Sırrı
İlkbahar
gelmiş, güneş gülen yüzünü göstermişti. Kelebekler uçuşuyor, kuşlar cıvıldıyordu.
Doğa en güzel renklerine bürünmüştü. Sevda’nın içi de, her ilkbahar gelişinde, bu
duygularla doluyordu. Emekliliğine bir yıldan daha az kalmıştı. Ah bir emekli
olsun, bu hayatın tadını çıkaracaktı.
Sevda’nın hayatı hep koşuşturmaca ile geçiyordu. Günler, haftalar, yıllar birbirini kovalıyordu. Her şeye yetişmekle ilgili yoğun bir baskı hissediyordu. Kimi zaman elinden geleni yapsa da eksik kaldığı yerler olurdu.
"Primlerim dolsun çıkacağım"
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki;
“Bu hayatta ihtiyaç karşılayanın ihtiyacı
görülür.”
İnsan yapması gerekenleri yaptığını düşünürken
bazen ihtiyaç karşılamadığını fark etmez. Örneğin bir çocuk büyütülürken;
yemek yemeye, uyumaya, mevsimine göre giyinmeye ne kadar ihtiyacı varsa; yetiştirilirken de hayatta karşılaşacağı gerçek problemleri çözebilecek
marifeti kazanmaya o kadar ihtiyacı vardır.
Sevda çocuklarını büyütmekle ilgili elinden geleni yapıyordu.
- Ütüsüz giyinmesinler,
- Temiz, tertipli olsunlar,
- Sağlıksız beslenmesinler,
- Derslerinde başarılı olsunlar diye tüm imkanlarını seriyordu.
Kendi annesi gibi bir anne olmak
istememişti. Onun çocukları rahat etmeliydi. Çünkü Sevda’nın hayat mücadelesi
erken yaşlarda başlamıştı.
Daha küçücük bir kız çocuğu iken annesi: “Aman erkek eline bakma, bağımsız bir kadın ol, kimseye muhtaç olma’’ diyerek yetiştirirdi.
Bir insan her şeye yetişebilir mi?
- "Hadi bakalım Sevda hızlan!"
- "Çok yavaş yapıyorsun!"
- "Hem iş hem çocuk hem ev hepsine yetişebilmelisin.”
- "Yarın öbür gün çocuğun olacak, işten geleceksin, bu işleri çok hızlı yapabilmelisin." diyen annesini dinledi.
Hem derslerine yetti
hem ailesine destek oldu.
Üniversiteye gittiğinde ailesine yük olmamak için ikinci öğretimi tercih etmişti. Gündüzleri çalışıp akşamları da okula gidiyordu. Arkadaşları onun hızına hayran kalıyordu.
Sevda hayatta geçilmesi gereken tüm basamakları geçmeyi kendine görev ediniyordu. Birçok işi aynı anda halledebiliyordu. Bir şeyi halletmesi için aklına koyması yeterliydi. Daha okul bitmeden gönüllü staja başlamıştı. Çalışkanlığı ve hızı ile takdir toplaması uzun sürmedi. Stajı bitmeden iş teklifi almıştı. İş hayatındaki basamaklara da birer ikişer tırmanmıştı.
Evliliği ve peş peşe doğan iki çocuğu ile aklındaki yapılacaklar listesinde
hatırı sayılır bir yol kat etmişti. Dur durak bilmeden her şeye yetişmeye
çalışıyordu.
Evli, işli, çocuklu...
İş hayatından pek uzak kalamamıştı. Çocuklarını kucağına aldığı ilk günlerde, izinli olmasına rağmen, önemli müşteri görüşmelerini gerçekleştiriyordu. Gerekli yazışmaları evden hallediyordu.
Kimseye bir iş bırakamazdı. Zaten iş arkadaşları bu işi tamamlayıp halledemezdi. Birine bir iş verse beğenmez sonra tekrar kendi yapardı. İş yerinde ona bağlı çalışanlar, Sevda gelince pek rahat çalışamaz, hata yapmaktan korkardı.
Evde de durum pek farklı değildi. Evde eşyaları yerli yerine koyan
tek kişi kendisiydi. Eşi ve çocuklarıyla sohbet ederken onların yanlış söylediği
kelimeleri düzeltirdi.
Her şey "tam" olabilir mi?
Hayatı baktığında "tam" görünüyordu ama içinde bir "eksiklik" vardı. Oysaki her şeyi vardı. Zaten o kendi kendine yetebilen bir
kadındı. Peki neydi bu eksiklik hissi? Bu histen kurtulmak istiyordu. İhtiyacım
olan her şeye sahibim diye düşündü. Oysa gerçekten neye ihtiyacı olduğunu pek
düşünmezdi.
DTÖ der ki; istek ve ihtiyaç birbirinden farklıdır. İnsan
ihtiyaçlarını karşıladığında hayatta daha mutlu ve daha başarılı
olur.
Sevda çok çalışmak, kimseye bir iş bırakmadan her şeyi halletmek istiyordu. Oysa yapabildiklerini başkalarına da öğretmeye, çocuklarını, çalışanlarını yetiştirmeye ihtiyacı vardı.Günün yorgunluğunu atma vakti gelmişti. Kahvesini aldı çok sevdiği tekli koltuğa oturdu.
Isırılmış, yarım bırakılmış elma
Televizyondaki belgesel dikkatini çekti, görüntüler çok güzeldi. Hayvancılıkla geçinen bir orman köyünü gösteriyordu. Etrafta çok güzel meyve ağaçları vardı. Bir çoban koyunları elmalık olan bir yere götürüyordu. Fareler o elmalıkta elmaları yarım yiyip yarısını bırakıyor ve o kalan yarımları da koyunlar yiyordu.
Belgesel, yapısı gereği koyunun bütün bir elmayı ısırıp yiyebilmesinin mümkün olmadığını anlatıyordu. Fareler koyunların beslenmesi için bir kaç ısırık alıyor gibiydi.
Muhteşem bir düzen vardı. Hiçbir şey israf olmuyordu. Fare: "O elmanın hepsini bitireceğim" demiyordu. Canlıların arasında muhteşem bir ilişki vardı. Hepsinin karnı doyuyordu.
Fare
ağacın dibinde yaşıyor ve toprağın havalanmasını sağlıyordu. Elmayı yemeye
gelen koyun, gübresini bırakıp ağacın, toprağın beslenmesini sağlıyordu.
Muhteşem bir denge, mizan vardı. Hem kendi ihtiyaçlarını hem de birbirlerinin
ihtiyacını görüyorlardı.
Doğada canlılar arasında bir ilişki var. Ya insanlar arasında?
“Ben oysa, her işe tek başıma koşuyorum" diye düşündü. Aslında
olması gereken bu değildi. Doğada bir ağacın meyvesini yemek için birleşen
canlılar; kimi toprağı havalandırarak, kimi gübresini bırakarak ağacın verimini
de arttırıyordu.
Bir iş yerinde görev paylaşımının, orada çalışanların ihtiyaçlarını görecek şekilde yapılması da, iş yerindeki verimi artırırdı. Aynı durum evdeki paylaşımlar için de geçerliydi. İlişki içindeki insanlar birbirinin ihtiyacını karşılamalıydı.
Sevda: “Bizim elmalarımızı daha lezzetli
yapmak için neye ihtiyacımız var acaba?” diye düşündü. Yarın yeni bir başlangıç
yapacaktı.
Yorumlar
Ellerinize sağlık çok guzeldi
Elinize sağlık 🌸
Ellerinize kaleminize sağlık ��
Ne büyük bir zahmet veriyor insan kendine. Sadece kendine yük olduğunu da fark edemeden üstelik.
Bedelde lezzete ulaşabilmek nasip olsun hepimize…
Zamanla yarışıyor olmak nasılda yanıltıyor, gözümüzden kaçan gerçeklerin hatırlatılmasına ihtiyacımız varmış ki.. :)