Bitmiyor Şu İşler...
“Tam bitti, derken yenisi çıkıyor. Bir de eve gidince yapılacaklar beni bekliyor. Onları nasıl yapacağım? Neyse şu işlerimi bitireyim de alışverişe çıkarım biraz. Gerçi çıksam da bu maaşla ne alabilirim ki? Belki arkadaşlarla oturup iki lafın belini kırarız. Birileriyle konuştukça en azından kafam dağılıyor” diye geçirdi içinden Ayşe.
Düşünmeye devam etti. “Ne zaman rahata kavuşacağım ben" diye
iç geçirdi. Etrafımdaki insanların hayatına bak, bir de benimkine… Bu hayatı
onlar yaşıyor sanki. Dizilere bakıyorum, herkes yalılarda oturuyor. Oyunculara
bakıyorum hepsi çok güzel, çok yakışıklı. Sosyal medyamı açıyorum, insanlar zengin ve mutlu görünüyorlar. Son model arabalar, takılar, markalı
kıyafetler, güzel mekanlarda çekilen fotoğraflar... Kendime bakıyorum, ben
neden hiçbirine sahip değilim diye üzülüyorum.
Komşunun çocuğu Berke üstün zekalı çıkmış, annesi
her yerde söylüyor. Ben niye çocuğumdaki
ilerlemeyi göremiyorum?
Aysun eşinin aldığı tek taşı gösterip “yıl dönümümüzde aldı" deyince "biz kadın değil miyiz?" deyip akşama huzursuzluk çıkarıyorum.
"Çok kiloluyum zayıflamam lazım" deyip zayıflıyorum. Zayıflayıp güçten düşünce kilo almanın yollarını arıyorum.
Eşim aramadığında, "beni unuttu galiba" diyorum.
Düzenli olarak aradığında beni bir sal diyorum.
Tüm bunları düşününce aslında ben sahip olduklarımla
da tatmin olamıyorum…
Kendime neden bunu yapıyorum?
İnsan eksikliğini yaşadığı şey için o eksikliğini giderene kadar çok heyecanlanır. Sonrasında o heyecanını artık koruyamaz ama nedenini bilmez.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi der ki: İnsan bu hayatta bir şeye ulaştığında, onu
normalleştirmeye başlar.
Ona sahip olduktan sonra, dün ona sahip olmak için
yapıp ettiklerini unutur. Sahip olduğu her şeyin daha iyisine sahip olan biri
mutlaka vardır. İnsan, kendini bir üstündekiyle kıyasladıkça da mutsuz olur.
Oysa insan için en doğru kıyas dünkü kendisidir. Bir başkası değil.
"Peki herkes benim gibi mi hissediyor?" diye düşündü
evet çoğunluk öyleydi ama istisnalar da vardı. Mesela arkadaşı Leyla. Onu
düşünürken Leyla’nın sık sık kullandığı bir sözü aklına geldi, “Şükür nimetlerin
devamının bağıdır" derdi hep. Bu sözün ne anlama geldiğini annesine
sorduğunda “Yavrum şükretmek bereketi artırır. Şükretmek nimetin devamlılığını
artırır.” demişti. Sanırım sorununu bulmuştu, sahip olduğu şeylere bakıp
onlardan tatmin olmuyor, onların varlığı için şükretmiyordu.
Oysa düşününce ne çok şeye sahipti. Allah’ın ona
istemesine bile gerek olmadan verdiği ne çok nimetler vardı. Kaşı, gözü, eli, ayağı, vücut sağlığı, akıl sağlığı bunların varlığı için hiç şükretmemişti ama
birinden birini kaybetse ne kadar kıymetli olduğunu fark ederdi. İstediği için verdiği birçok nimet de vardı. Bazıları için “Duam hemen kabul oldu.” Diye
düşündüğü oldu bazılarında ise beklemek zorunda kalmıştı. Beklerken “Neden ben? Allah bana neden vermiyor?” diye hayıflanmıştı. Evet herkes en iyi
üniversiteyi, en güzel evi, arabayı istiyordu. Bunlara sahip olmanın bir nimet
olduğunu düşünüyordu. Peki Allah’ın vermedikleri, vermediği insanlar çok mu
mutsuzdu, ya da bunların hepsine sahip olanlar çok mu mutluydu? Baktığında ikisinin
de cevabı “hayır”dı. O zaman mutlu ve huzurlu olmanın bu sahip olduklarımızla
bir ilgisi yoktu.
Evet, çok güzel evi olanlar vardı ancak o evin borcunu ödemek için gece gündüz çalışıp evine uğrayamaz olanlar da vardı. Küçücük kira olan evinde o evin tadını sonuna kadar çıkaranlar da. "O zaman sahip olduklarımız bizi mutlu etmeye yetmiyor demek ki" diye düşündü. Peki neden böyleydi?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: Hayatta her şeyin bir bedeli ve bir karşılığı vardır.
Ancak insan çoğu zaman
sahip olmak istediği şeyin belki de ağır bedelleri olacağını bilmez. Bazen
evladı rahat etsin ister, gece gündüz çalışır, bedel öder ama bunun onu
tembelleştireceğini unutur. Çocuğu tembelleşir okulunu ya bitiremez ya da zorla
bitirir “okumadı ama benim malım ona da yeter” diye düşünür, alkış bekler. Oysa
bu şekilde ona iyilik yapmamış olur. Verdiği imkânlardan dolayı çocuğuna en
büyük kötülüğü yaptığının, kazanacağı marifetleri teker teker elinden aldığının
farkına bile varamaz. Çünkü insan emek verdiği şeyi sever. Emek verdiği çiçekle
sabah uyanınca konuşur. Emek verdiği işten sonra içtiği kahveden keyif alır ve
tebessüm edebilir bir fincan kahveye. Bu nedenle bedeli olan insanın şükrü
olur, teşekkürü olur.
Kendi yapıp ettiklerine karşılık daha fazlasına sahip olan her insan rahatlık tuzağına düşer, başkasından bekler hale gelir. Başkasından beklediklerini alamadığında da “senin yüzünden” diye kendisi dışındaki insanları suçlar. Babasının parasıyla iş kuran çocuk işi batsa babasını suçlar hale gelebilir. En aşina olunan cümleler dökülür ağzından bir babanın “Oysa iyi bir hayatı olsun diye tüm imkânları sunduk. Yemedik, yedirdik. Karşılığı bu olmamalıydı”. Çocuğun ise ona vereceği yanıt “zaten siz benim için ne yapıyorsunuz ki?” olacaktır muhtemelen.
Derin düşüncelerden sıyrıldı Ayşe, "peki bundan sonra
ne yapmalıyım?" diye düşündü.
Geçmişe gitti, sonra bugününe baktı. “Daha önce
sahip olmadığım bir sürü imkânım var. Kendimi geliştirebiliyorum. Mutlu olmak
için hangi sebeplerim olmalı? Başkalarına bakınca evet biraz kendimi kötü
hissedebiliyorum ama peki o gördüklerim gerçek mi? Sosyal medyada, televizyonda
gördüklerim gerçekten mi mutlu? Ben kendi hayatıma baktığımda mutlu olmak için
birçok neden bulabilir miyim? Evet bulabilirim." diye geçirdi aklından. Ailem,
sahip olduğum işim, sevdiğim dostlarım, her şeyden önce sağlığım. Bunlar mutlu
olmak için yetmez miydi? "Fazlasıyla yeter" diye geçirdi aklından. Peki istediklerim
ama sahip olamadıklarım? “Olsun, hayırlısı olsun” dedi içinden.
İnsan “hayırlısı olsun” derken aklından ne geçiriyor
olabilir? Bunu söylerken istemediği sonucun belki de hayırlısı olan olduğunu
kabul edebilecek mi?
Belki de onun için hayırlı olan çok parasının
olmamasıdır,
Belki de doğru insanla karşılaşmadığı için henüz
bekârdır,
Belki de en doğru zaman olmadığı için henüz çocuğu
olmamıştır…
İnsan sahip olduklarına bakıp şükretmeye meyillidir, peki kaç insan sahip olmadıklarına da bakıp şükredebilir?
"Ben o insanlardan olacağım" diye geçirdi aklından
Ayşe “bana henüz verilmeyen ya da hiç verilmeyecek olanlar için de
şükredeceğim”.
Ve şükretti “neyse ki kafam rahatladı biraz da olsa. İş çıkışındaki halimle şu anki halim arasında büyük bir fark vardı. Kendimi toparlamaya başladım bile”. Şu anda alışveriş merkezindeydi ancak alışveriş yapmak istemiyordu. Düşünceler zihnindeki pası atmış, farklı bir açıdan bakmasını sağlamıştı. Olaylara bu açıdan bakmaya çalıştığında raylar yerine oturmaya başlamıştı.
Ayşe yüzünde istemsizce oluşan tebessümle arkadaşlarını karşıladı. Sarıldılar birbirlerine. Bu seferki sarılmaları farklı hissettirmişti... Çünkü artık bir anlamı vardı…
Hayat soru sorar, insan seçer.
Ya teşekkürü ya şikâyeti,
Ya şükrü ya nankörlüğü.
Ve seçimine göre yeni bir sayfa başlar,
Düne göre ya daha aydınlık ya da daha karanlık bir
sayfadır bu.
Bu sayfa aydınlıksa bugünkü kendisi daha iyidir
eskisinden.
Kalp daha huzurludur eskisinden. Daha anlamlıdır
hayat dünden.
Dün şikâyet ettiklerine bugün şükreder olmuştur.
Çünkü bilir ki hayat verirken de vermezken de senden yanadır...
Yorumlar