Telefonum Olmadan Asla…

İkinci Dünyam 

Üniversite yıllarından beri en büyük hayalim sırt çantası ile gezmekti. Hayallerimin peşinde yaşadım ama tabi ki o yıllarda her hayalimi gerçekleştiremedim. Ama yıllar sonra yıllık iznimi alıp 3 hafta ortadan kaybolmak istedim. Yani işin aslı ancak para biriktirebildim. Ve ancak hesapsızca, başına buyruk davranabileceğim bir yaşa geldim. Çok aktif bir şekilde iş ve ev arasında mekik dokuyordum. Ama çok aktif olduğum bir alan daha vardı. Sosyal medya, benim ikinci dünyam.

Yıllar içinde oraya çok bedel ödedim. İşten eve heyecanla gelirdim. Yemek yaparken canlı yayın, kitap okurken canlı yayın, mesajlara cevap vermek, sohbet odaları açmak, kimsenin olmadığı hayatımı, hiç kimselere açtım. Bana, evimin içinde büyük bir aileyle yaşadığımı hissettirirdi. Ve beni hep öven bir aile. Canlı yayına başladığımda hiç görmediğim, tanımadığım insanların gönderdiği kalpler, gerçekten sevildiğimi beğenildiğimi hissettirirdi. Başka bir ben daha vardı. Ben olmayan, sahte olan. Ama ben sahte olan tarafımın asıl gerçek beni yansıttığı yanılgısı içindeydim.

Kendime yurt dışında üç haftalık hem kamp yapabileceğim hem doğa yürüyüşü yapabileceğim bir program ayarladım. Gücüm yettiğince eşyalarımı aldım, çantalarımı hazırladım. Uyku tulumları, kamp malzemeleri 30 kiloluk bir sırt çantası, mataralar, tencere, acil durum eşyaları ve daha pek çok şey.

Tek başına gidiyordum ama tek başına değildim. Takipçilerim vardı, haftalar öncesinden duyurular yapmıştım. Sürekli canlı yayın yapacak, başımdan geçen her bir detayı anlatacaktım.  Sırf bunun için yanıma yedek güç kaynakları aldım. Yanımda götüreceğim her şeyin listesini yaptım. Sürekli fotoğraf çekip sayfama yükleyecektim. Fotoğraflara açıklamalar yapıp, gidemeyenlere sanki gitmişler hissi yaşatacaktım. Bir nevi sosyal hizmetti benimkisi. Hakikaten bunun sorumluluğunu hissediyordum.

Ve nihayet o gün geldi, hazırlandım. Tekrar tekrar kontrol ettim. Evden çıkarken kendimi çektim ve sosyal medya hesabıma yükledim. Pek çok mesaj geldi. Taksi gelince hemen aşağı indim ve taksiye binip havaalanına gittim. Her anımı adım adım kaydettim.

Güvenlik kuyruğu, bilet işlemleri, valiz verme kuyruğu, pasaport kuyruğu sonra tekrar güvenlik kuyruğu derken nihayet serbest bölgeye geçtim.

Artık takipçilerimi heyecanlandıracak cümleler kurarak, onları da heyecanıma ortak etmeliydim. Hemen telefonumu çıkarttım. Taksiden sonra yaşadığım tüm o sabırla kuyrukta bekleme deneyimlerimi abartarak anlattım. Sonra 5 dakikalık canlı yayın yaptım. Ve uzun süre oturacağım için hareket etmek istediğimi söyledim. Uçağın kapıları açılana kadar 3 tur yürüdüm havaalanında. Ve nihayet selfie çekip dağda görüşürüz mesajı ile uçağa bindim.

On üç saatlik uçuşun ardından, uçağın tekerleri yere değince kendime geldim. Elbette yol boyunca uyumadım. Uçağın kalkış anını fotoğrafladım. Uyudum uyandım, yüzümün şiş halini çektim. Uçakta bulutların ve gökyüzünün videolarını çektim. Okuduğum kitapla ilgili videolar çektim. Bunları daha sonra sayfama yükleyecektim. İşin tuhafı ben saatlerce kendi kendime konuşup çekim yaparken, etrafımdaki hiç kimse yadırgamadı. Geçmişte anormal olarak adlandırılan davranışlar günümüz dünyasının normaliydi.

Tekrar çıkış, pasaport kontrol, bagaj alım derken nihayet, egzoz dumanıyla karışık da olsa gerçek hava alabileceğim kapıya çıktım. Kapıda beni, turun görevlisi bekliyordu. Alelacele arabaya bindik. Beni dağa bırakıp hızla geri dönmesi gerektiğini söyledi. Fransız bir arkadaş grubu daha gelecekti 3 saat sonra. Onları almak için dönmesi gerekiyordu. Tamam dedim, benim için sorun yoktu. Çekim yapmak istiyordum ama görevliden detayları öğrenmem gerekiyordu. Yürüyüş yolu oksijenin bol olduğu, yabani hayvanların bulunduğu bir alandaydı. Tedbirli ve dikkatli olmamı hatırlattı. Gönderdikleri broşürdeki talimatlara uymamı söyledi. Eğer talimatlara uyarsam bir hafta sonra ikinci kampta buluşacağımızı, yemek ve temel ihtiyaçlarımı ikinci kamp alanında yenileyeceklerini söyledi. Böylece üç haftalık maceramın durak yerlerini bana harita üzerinde yeniden gösterdi. İki saatlik yolculuktan sonra beni, birinci kamp alanında bırakıp gitti.

Sırt çantamı sanki çocukluğumdan beri kamp yapar gibi sırtıma yüklendim. Ve tepedeki barakaya doğru tırmanmaya başladım. Taşlar, ağaçlar ve ben vardım. Tüylerim ürperdi, içimi bir korku sardı ve üşüdüm. Barakaya gidip elimi yüzümü yıkayayım ve sonra telefonunla yeniden çekim yaparak yola koyulayım istedim. Dediğim gibi de yaptım ama bir eksikle. Tuvalete gittim, elimi yüzümü yıkadım. Yanıma bir yedek su aldım ve telefonumu çıkartıp çekim yapmak istedim. Ama telefonum yoktu.

O gün tam kırk yaşındaydım. Ve sanki telefonumun olmadığını fark ettiğim anda bir kırk yıl daha yaşadım.

Hem de acı içinde bir kırk yıl daha. Panikledim, korktum, bağırdım, kendimi telkin ettim. Bütün sırt çantamı döktüm. Düşündüm, kim çaldı, nerede bıraktım. En sonunda Pasaport kontrol görevlisinin standında bıraktığımı hatırladım. Ölesiye çaresizdim, çantamı topladım ağlayarak. Ve yürüyüş yoluna çıkıp birilerine rastlarım ümidiyle bakınmaya karar verdim. Sonra dönüp tekrar barakada oturacaktım. Şoför birilerini getirir, ben de onunla havaalanına geri dönerim diye düşündüm.  Sırt çantamı yüklendim. Başım ağrıyor midem bulanıyordu. Göğüs kafesim kalbime dar geliyordu, nefes alamıyordum.

Ve o anda olanlar oldu, bilincim kapandı. Bir acı hissettim ve yere düştüm. Dağın diğer tarafına, ormanın içine doğru düşüyordum. Düşüyordum dallar yapraklar, taşlar, çalılar, otlar, dikenler bana çarpıyordu. Ya da fazlalık olan bendim, aslında ben onlara çarpıyordum.

Uyandığımda saatlerce ağladım. Sessiz, içten değil, bağıra bağıra ağladım.

Ayak bileğime bir dal parçası saplanmıştı, ben düşerken. Artık kalkıp yürüyemiyordum. Yardım istemek için avazım çıktığı kadar bağırmaktan başka çarem yoktu. Ters dönmüş tespih böceğine benziyordum. Tersim dönmüş ve ben debeleniyordum.

Tamamen ormana uyumsuzdum. Sırf sosyal medyada gösteri yapacağım diye spor ayakkabı ve safari şort ve gömlek giymiştim. Yani donuyordum. Yürüyüş yapmak için gerekli kıyafetler yanımdaydı ama giymeye fırsat bulamamıştım.

İlk gün baygın yattım. İkinci gün uyku tulumum dahil, her şeyle kavga ettim. Üçüncü gün yalvarmaya başladım. Dua etmeye başladım.

Ve dördüncü gün sustum.

İnsan neyi algılarsa onu aktarır.

Bir kuş kondu tam karşımda duran kayanın üzerine. İlk kez bir kuş görüyordum burada. Belki etrafımda binlerce vardı. Ama ben kendi derdimden nerede olduğuma bakmamıştım.

Yani bir evi istila ettim ve ev sahibine selam bile vermedim.

Kuşun sesini duydum. Ormana geldiğimden beri ilk kez bir kuş sesi duyuyordum. Öyle dingin bir hava vardı ki, sanki çevremdeki her şeyi görüyor, işitiyor ve kokusunu alabiliyordum.

İlk kez havanın bir tadı olduğunu fark ettim. Ellerim üşüse de yüreğimin ısındığını hissettim.

Kahverengi ve yeşilin birbirine bu kadar yakıştığına ilk kez şahit oluyordum. Bu ne muhteşem bir güzellikti. Bir ekrana bakmaktan sanki hiç dünyaya bakmamıştım.

Yere dokundum, sonra taşa dokundum ve elimi göğe doğru uzattım. Sahteyi algılamaktan, gerçeğe karşı hep nankör olanlardan olmuştum.

Tamamen uydurulmuş bir hayatı yaşayıp, "keyifli hayatımı" binlerce insanla paylaşıp rol yapıyordum.

Sürekli gerçek olmayan bir yaşantıyı aktarıyordum. Aslında sahte olan bendim.

İnsanlarla iletişimim sahteydi, ilişkim neredeyse yoktu.

İnsanların ihtiyaçlarını karşıladığımı savunuyordum ama ihtiyaç hakkında fikrim yoktu.

Beni sevenler için bedel ödediğimi düşünüyordum ama kime bedel ödenir bilmiyordum.

Düşüncelerimi susturup etrafı izledim...

Sadece hissettim, dinledim ve seyrettim.

Mataramda son kalan sudan bir yudum aldım. Ve hayatımda ilk kez bir yudum suyu kana kana içtim.

Bir kameranın arkasından yaşadığım hayatın tam içindeydim şimdi.

Merceksiz, perdesiz ve tuşsuzdum.

Bir zorluktan bu derece huzur bulacağımı tahmin edemezdim.

Beşinci gün beni buldular. Bulduklarında çok şaşırdılar, ateşim vardı. Ayağım enfeksiyon kapmıştı ve ben buna rağmen mutluydum. Hastanede tedavi ettiler ve sonra döndüm.

Tüm zamanlarda tüm mekanlarda mutluluk nasıl olur?

Yaşadığım o zorluk bana yeni bir yol açtı. ‘’Bir insan nasıl mutlu ve başarılı olur ve nasıl mutlu ve başarılı kalır?’’ sorusu tüm zihnimi sardı. Öyle ya, sadece iki gün ya da bir an değil, tüm zamanlarda, tüm mekânlarda mutlu ve başarılı olmanın yasası vardı.

Gördüm bunu, o ormanda ağaçlarda, kuşlarda, üzerimde gezen karıncalarda gördüm.   

Algıladıklarımı daha doğrusu bana algılattıklarını kimseyle paylaşamadım. "Telefonum olmadan asla" derdim ama iyi ki telefonum yoktu.

Hayat beni o gün derin bir uykudan uyandırdı. Uyandırmakla kalmayıp kalkıp koşmam için de destek oldu. Hayatın yasalarını anlatan öğretiyle tanıştım. Hakikaten hakikate şaşırdım. Kolay olmadı ama müthiş bir mutluluk vardı.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki, "her hamle aslında iki hamledir." 

İnsan sahte olandan ne kadar uzaklaşırsa, gerçek olana o kadar yaklaşıyordu.

İlişkilerde Ustalık Hakkında

Yorumlar

Betül dedi ki…
Çok sürükleyiciydi,
Emeğinize sağlık
Ferfeh dedi ki…
Sahte hayattan çıkıp gerçek hayata ulaşabilmek ümidiyle elinize sağlık
Filiz dedi ki…
Sahtenin hayatımıza bu kadar girmiş olması...
Elinize sağlık...
GNS dedi ki…
Ellerinize sağlık
Adsız dedi ki…
Ellerinize sağlık
coryluss dedi ki…
Çok etkileyici…
Işıl dedi ki…
Ne güzel eksiklige verilen tepki,ne güzel bir kazanış...
Çok samimi bir anlatım, tesekkurler...
Kübra dedi ki…
Ne güzel bir anlatım.. Sade ve etkili.. 🌻🌱
Fatma Okumuş dedi ki…
İnsanın gerçek hayata uyanması bazen acılı oluyor ama sonu çok mutluluk veriyor. Çünkü gerçek mutluluk bu. Diğerleri gelip geçici anlık zevkler sadece. Bir adım sahteden uzaklaşınca bir adımda gerçeğe yaklaşmış oluyoruz. Sürükleyici hızlı okudum.
tarçınlıcevizli dedi ki…
O sahte hikayeleri izlerken de kendi gerçeğini kaçırıyor insan... Bu bir tuzak, kaleminize sağlık