Kediler Şişmanlamış, Burnu Kızarmış Çocuklar
Kazağının kollarını çekiştirdi. Ellerini iyice içeri soktu sadece dört parmağının uçları dışarıda kalmıştı. O haliyle kahve fincanını sıkıca kavradı. Sandalyenin ucuna oturuyordu. Ve yan dönmüş bir şekilde bacak bacak üstüne atmıştı. Elinde kahve fincanı ile birlikte gövdesini kalorifer peteğine yaklaştırdı. Ciğerlerine kadar sıcağı hissetmek istiyordu. Pencereden baktı. Ağaçlar neredeyse yarı çıplak kalmıştı. Kediler şişmanlamış, burnu kızarmış çocuklar okuldan çıkıyordu. Hava soğuktu. İçeride olsa bile elleri üşüyor, bedeni üşüyordu. Ama yıllar sonra ilk kez kalbi sıcacıktı.
Düşünerek,
saf akılla ya da bilinçli bir kitap yazmanın zorluğunu düşündü. Bugün
ellerinde kalem yoktu ama zihnindeki her hücre onu geçmişe götürüp bir kaleme
dönüşmüştü. Şimdi artık kendi kitabını yazıyordu. Her anını silip yeniden
yazmak isterdi, ama hayat bu geriye dönülmüyordu. O zaman bir kolayı vardı.
Geçmişten sonuç değerlendirmesi yapıp temiz sayfalara mutlu ve başarılı olmanın
tadını yazabilirdi.
Her
insanın farkında olmasalar da ki çoğu farkında değildi; ortak bir amacı
vardı. Mutlu ve başarılı olmak. Mutluluk nedir? başarı nedir? Bu ikisi
nasıl bir araya gelir hiç düşünmeden sahip olmak isterlerdi. Ama bu büyük
amacın ya da sonucun bedellerini kimse düşünmezdi.
Oysa her insan durup bir bakar kendisi bile ne diyeceğini anlamadan. Ve hiç idrak etmeden konuşur sessizce. Kesin tavırlarla sanki göğsünde cesur bir aslan varmışçasına dile getirir. ‘’Beni mutlu ve başarılı olmuşların yoluna ilet, kötü durumda olanlarınkine değil. ‘’
Ama hiç kimse düşünmez bedelini
ya da karşısına çıktığı zaman, bedel ödemek istemez. "Hay hay" deyip yolları açan hayata
karşı da sonunda suçlayıcı olur.
Aklından geçenlerin hiç birisi ona yabancı değildi. Zaten tanığı bizzat içinde olduğu insanı anlatıyordu. Geçmişe doğru kaydı gözleri. Hakikaten dönebilseydi on altı yaşına dönmek isterdi. Her şey o zaman başlamıştı. Zaman, kalemi kağıdı eline aldı. Ve bir misal anlattı.
Çok
mutlu olmak isteyen bir kız vardı ama "Nasıl çok mutlu olunur?" sorunun cevabını
bilmiyordu.
Etrafına
sordu: "Çok mutlu olmak istiyorum. Ne yapmam lazım?"
Cevapların
çoğu aynı yerde buluşmuştu. " Üniversiteyi kazanman lazım."
Çok
mutlu olmak isteyen kız hem çok mutlu hem de çok başarılı olmak istiyordu. O
zaman dediler ki, "En iyi üç üniversiteden birine gir."
Çok
mutlu ve çok başarılı olmak isteyen kız, çok çalıştı ve sonunda ilk üç
üniversiteden birini kazandı. Kazandığını duyduğundan, çok mutlu oldu. Üniversiteye
kayıt olurken ise sadece mutluydu, okumaya başladığında o kadar da mutlu
değildi, bir süre sonra da mutsuzdu artık...
Etrafındakilere
tekrar sormaya karar verdi, çok mutlu ve çok başarılı olmak isteyen kız.
Cevap
hazırdı: “Üniversiteyi bitirip, çok iyi bir firmada iş bulman gerekir."
Hatta
biri de dedi ki: " Mezun olmadan önce, birini bul, mezuniyet sonrasında da
evlenirsin." Böylelikle hem çok mutlu hem de çok başarılı
olacağını zanneden, çok mutlu ve çok başarılı olmak isteyen kız, biriyle tanıştı,
mezun olduktan sonra evlendi ve herkesin çalışmak istediği bir yerde iş buldu.
Başlangıçta çok mutluydu, bir süre sonra sadece iyi hissediyordu kendini ve
zaman geçtikçe de mutsuzluk tekrar kapısını çaldı.
Yine
sordu " Ne yapmam lazım mutlu olmak için?"
"Mutlu
olmak için bir de çocuk doğurmalısın.” Dediler.
Hep
bir kız bir de erkek çocuğu olsun istiyordu. Kız ve erkek çocuk sahibi nasıl
olunur konusu ile ilgili araştırdı, sordu, soruşturdu ve sonunda istediği oldu.
Bir kız ve bir erkek çocuğu. Bu arada şirkette en iyi üç bölümün başındaydı
artık.
Her
istediği olmuştu, biri hariç. “Mutlu olmak.”
Onların
dediğini yaptığında, “Bu sefer olacak!” sanıyordu ama olmuyordu bir türlü.
Söyledikleri şeyi fazlasıyla yapıyor, o şeye ulaştıktan kısa bir süre sonra
aynı çıkmaz sokakta buluyordu kendini. “Mutsuzluk ve başarısızlık hissi!
Tekrar
arayışa girdi. Nerede ne varsa kendini geliştirmek ve aradığı soruya cevap
bulmak için her şeyi denedi. Psikolog, kişisel gelişim, yoga, nefes,
meditasyon, her şeyi ama her şeyi deniyordu, bu sefer olacak derken, yine
çıkmaz bir sokakla karşılaşıyordu.
Ta ki karşısına gerçek çıkana kadar!
Hayat
dilemeden insan dileyemiyordu. Ama hayat dilediği anda insanın hemen hayata
uyumlu davranması gerekiyordu. Rüzgarla sallanan o güzel dalların durumu gibi
insan da hayatın içinde uyumlu olunca tebessümlü oluyordu. Kendi heva ve
isteklerinden çıkınca, etrafı sadece seyre dalınca bu kusursuz kusurların
tadını alıyordu. İşte gerçek dokunduğu her ne olursa olsun onu böyle
yüceltiyordu.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki, "Gerçek mutlaka gerçekleşir ve kim gerçeğe sahipse orada yükselen odur."
İnsan, hakikaten çok sevimliydi. Başarı ve mutluluğu bir arada
istiyordu. Ama kendi zanlarıyla birini ölçüyordu. Başarı onun gözünde
bir teraziye sığarken, mutluluk için hiçbir ölçü yoktu.
İnsan aslında gerçeği bilmiyordu. Gerçeğin verdiği o mutlu ve başarılı olma ümidini ise hiç kavramıyordu.
Yorumlar
Faydalı ve keyifli bir yazı olmuş:)