Hayatı Sadakaya Çevirenler

Ne Güzel Gülümsüyordu...

Dişlerinin ortasında az bir aralık vardı. Sessiz harfleri söylerken bazen hafif bir ıslık sesi çıkıyordu. Dişleri her zaman temiz ve beyazdı. Sağlığına, bakımına özen gösteriyordu. Ama gülümsemesinin bu denli güzel olması bakımlı dişlerinden kaynaklanmıyordu. Asıl mesele yüreğinin tebessümüydü. Yüreği ne hissediyorsa gözlerine yansıtıyordu. Ağzı sadece buna uyumlanıyordu.

Eğilip ayakkabısını bağlamaya çalıştı. Son zamanlarda biraz kilo almıştı. Göbeği aşağı doğru baskı yapınca zorlandı. Yavaşça doğrulup derin bir nefes aldı. Zaman ne çabuk geçti, her şey nasıl da değişti diye düşündü. Bir geçmişteki atletik yapısını hatırladı bir de şimdiki hallerine baktı. Kendine de gülümsedi bir yandan.

Kapıdan çıkıp merdivenlere doğru yöneldi. Havanın keskin kokusunu aldı.  Sabahın erken saatlerinde yürümeyi adet edinmişti. Henüz iş yerleri dolmamış, evler boşalmamışken, insanlarda bir yerlere yetişme telaşı varken yürümeyi seviyordu. Kimse yerine yerleşmemişken yani hareket devam ederken hareket ediyordu.

Derin bir nefes aldı. Dış kapının önüne bıraktığı buğday kavanozundan bir avuç aldı. Bahçe duvarına bıraktı. Binanın duvarının üzerindeki gider borusunun arkasına iki kumru yuva yapmıştı. Onları görmüyormuş gibi yaparak, sabahları onlara bir avuç buğday bırakıyordu. Nazardan uzak yaşamaya çalışan bu minik çift için elinden bu kadarı geliyordu.

Önce yavaş adımlarla yürüyordu. On dakika sonra tempoyu arttırıyordu. Karşılaştığı insan karşılık vermese de selam veriyordu. Yolda karşısına çıkan kediyi, köpeği okşuyordu. Bu kadar sevecen olunca seveni de çok oluyordu.

Bazen ona eşlik etmeye birileri gelirdi. Yürürler ve bir süre sonra dertlerini anlatmaya başlarlardı.

“İnsanca” derdi, “Çok insanca” Çünkü hata insana özgüydü. İşte bu yüzden de her hata çok insancaydı.

Bunu söylerken çok nazik davranırdı. Çünkü bazen birileri aktifleşip hayal kırıklıklarını öfke ile karıştırıp anlatırdı. Onun anlatmasından, neyi anlatıp neyi anlatmadığını anlardı. Ama bu da çok insancaydı.

Gücü yettiğince nezaketle davranırdı. Ve buna kibarlığı eklemek için elinden geleni yapardı. Bu bir bedeldi üstelik zor olan bir bedel. Kolay olan, arkasını dönmekti. Kızmak ve kendini üstün görmekti. Herkes hata yapar ama ben yapmam demek kolaydı. Ama mesele dik yokuşu çıkmaksa bu insanın derdi ne, ihtiyacı ne diye anlamaya çalışmaktı.

İnsanlar nezaket ile kibarlığı birbirine karıştırırlar. Nezaket, bir insanın hiç zorunluluğu yokken, kendinde olanı karşısındaki kişiye ikramda bulunmasıydı. Karşıdakinin isteğine uyumlu davranmaktı.

Kibarlık estetikti, nezaket ise yaşamı sadakaya çevirmekti.

Nezaket içerikle, kibarlık biçimle ilgiliydi. İçerik sağlam olmalı ki kibarlığın bir anlamı olsun. Kim karşıdakini ezip bunu güzel sözlerle, düzgün diksiyonla yaparsa bu kötüdür. İnsan kötü bir davranışı kibar yapmış olur. Oysa işin içinde nezaket varsa, ihtiyacı ne ise onu insana vermektir iyi niyet. Bu bazen soru sorarak, bazen dinleyerek, bazen de dinlemeyip tebessümle arkasını dönerek olur. Nezaket sahibi insan yüzüne söyleyemeyeceği zamanlarda içinden iyi dileklerde bulunur. Çünkü kalbinde hep bir iyi niyet vardır.

’Senin iyiliğin beni ilgilendiriyor kardeşim.’’

Mesele önce içeriğin sağlam yani niyetin temiz olmasıydı. Karşısındaki her insanın, toprak, hava, su, bitki, hayvan her çeşit canlının iyiliğini düşünerek yaşamaktı.  Her insan dünyanın merkezine kendisini koyar. Ve evet her insan kendi dünyasının merkezi hatta başrolüdür de. Ama tüm dünyanın, hatta dünyanın kendisinin bile kendi başrolünü oynadığının farkındalığını kaybedince, sadece tüketmeye başlar. Tüm yemekler, içecekler, giysiler, açan çiçekler, olgunlaşan meyveler, doğan güneş, ödenen tüm bedellerin kendisi için olduğunu zannetmeye başlar. Hayat, onun evi, onun arabası, onun eşi, onun çocukları ve diğerleri diye ayrılır. Onunkiler ve ona hizmet edecekler. Beklentisi yakın çevresinden çıkar ve tüm dünyaya yayılır. Başlangıçta kibarca, rica ederek talep eder ama zaman geçtikçe kabalaşır. Ona verilen hayır cevaplarına tahammül edemez.

Oysa gerçek hiç de böyle değildir.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; "İhtiyaç giderenin ihtiyacı giderilir."

O zaman kendi ihtiyaçları giderilsin isteyen insanın başkalarının ihtiyaçlarını da gözetmesi gerekir.

Ne güzel söylüyordu. Ve ne güzel davranıyordu. ‘’Senin iyiliğin beni ilgilendiriyor kardeşim.’’ Bir kuşun iyiliği onu ilgilendiriyordu. Çünkü o kuştu arka bahçede diktiği fideleri gübreleyen. Ve hatta o kuştu, bir de karpuz çekirdeği ekip sürprize vesile olan. O kediydi evinin içine haşere girmesine engel olan. Sana yakın olan ne varsa bir ihtiyacını gideriyordu. Kanının akıp organlarını temizlemesinde, yeni hücreler doğmasında ve eskilerin ölmesinde hava vardı, su vardı. En görmediklerin en çok ihtiyaç duyduklarındı. Senin iyiliğin ilgilendiriyordu, çünkü senin iyiliğinden pay veren vardı.

Düşünerek yaşıyordu ve seyrederek. Ve attığı her adımda, aldığı her nefeste teşekkür ederek. Ve düşündüğünde geçmişi, özür dileyerek.

Düşünerek yaşıyordu, en çok da kendisi dışındaki her şeyi ve herkesi.

Yaşamı sadakaya çevirerek, ona verilen her şeyi, başkalarına sevgiyle vererek…

İlişkilerde Ustalık Hakkında

Yorumlar

Reyhan gündüz dedi ki…
Rabbim hepimizi hayatını sadakaya çevirenler den eylesin. İlminize sağlık çok güzel bir yazı olmuş. 🤲
GNS dedi ki…
Senin iyiliğin beni ilgilendiriyor

Ellerinize sağlık
Adsız dedi ki…
Hayatının anlamının farkında olan insan. Ellerinize sağlık bu güzel yazı için
Adsız dedi ki…
Çok Yazı okudum hepsi düşündürdü vetümünü çok beğendim ama bu farklıydı.
Ağlattı hem de tebessümle ağlattı...
Yüreğinize sağlık ❤️
Ferfeh dedi ki…
Elinize sağlık ne güzel bir yazı, hayatını sadakaya çevirenlerden olabilmek niyetiyle 🌸
ışıl ışıl dedi ki…
Teşekkürler
Unknown dedi ki…
“Senin iyi olmandan bana bir pay var.”
Mk dedi ki…
Çünkü senin iyi olman beni de ilgilendiriyor ... Tekrar hatırlatan kalbinize sağlık