Pamuk Şeker

Pamuk Şekeri Yüzümüze Bulaştırmadan Nasıl Yeriz?


Siyah ve parıldayan küt saçları, çekik yumuk gözleri ile Japon çocuklarını anımsatıyordu Mercan. Daha beş yaşındaydı, babaannesi ile bir buçuk yıldır birlikte yaşıyordu.

Yazın en güzel dönemiydi. Daha sıcaklar bastırmamıştı. Evde bir telaş bir telaş, ekmekler pişiyor, yemekler yapılıyordu. Önümüzdeki hafta bayramdı, ama telaşın tek sebebi bu değildi. Mercan’ın anne ve babası geliyordu bugün. Tüm aile, en çok da Mercan bir buçuk yıldır görmüyordu ikisini. Onlar yurtdışına çalışmaya gitmiş, kızlarını da babaannesine bırakmışlardı.

Herkesin gözü kapıda, kulağı zildeydi. Nihayet geldiklerinde, herkes Mercan’ın tepkisini merak ediyordu. Annesi ile babasına şöyle bir bakıp, Mercan onlara “amca, teyze” diye seslenince, herkesin yüreği hop etmişti. Ama annesi, Kumsal, hazırlıklıydı bu ihtimale. Kızına bir sürü hediye almıştı ama asıl pamuk şekerinin oluşturacağı etkinin ortamı yumuşatacağına inanıyordu. Daha Türkiye’ye gelmeden pamuk şekerleri alması için kardeşine sipariş vermişti. Pamuk şeker, keyif denince aklına ilk gelen şeydi Kumsal’ın. Onun için çocukluktan kalan bir tat değildi.

Kimi gülümsetmez ki pamuk şeker. Șöylee, koskocaman pespembe. Sadece yemek değil, yiyen birini görmek bile insanın gülümsemesi için yeterli değil midir? Pamuk şeker bu, yumuşacık ve naif görünür ama yerken biraz meşakkatlidir. Ağzını, dilini parmaklarını yapış yapış pespembe yapar. Yanakların hatta saçların bile bundan nasibini alır. Ama kimin umurunda! Eğlenmek istiyorsan, kimse seni onu yemekten alıkoyamaz.

Gerçekten de öyle oldu. Pamuk şekerler çıkıp, yaşlı genç herkes yemeye başlayınca, bayram neşesi eve erkenden geldi. Beş yaşındaki bir çocuk bu hazza nasıl “hayır” diyebilirdi ki. Mercan da hayır diyemedi. Plan işe yaramıştı. Eğlence, her yeri yapış yapış olan Mercan’ı yıkamak için gittikleri banyoda su savaşı ile devam etti. Mercan’ın banyodan sesi geliyordu. “Anne yapma! Yeni terliklerim ıslanıyor”

Çoğumuzun pamuk şekerle anısı vardır. O yaşlarda hazlarımız belki pamuk şeker veya su savaşı ile sınırlıydı ama büyüdükçe haz aldığımız şeyler değişmeye başlar. Mercan’ın da öyle olmuştu.

Mercan büyüyüp güzel bir genç kız olunca, artık alışverişten, arkadaşlarıyla gezmekten, güzel restoranlarda lezzetli yemekler yemekten çok büyük haz alır olmuştu. Yeni trendlerde neler var? Nerde ne yenir hepsine hakimdi. Anne ve babasının yurt dışında olmasını da kendince avantaja çevirmişti. Yurt dışından her istediği geliyordu.

Telefon konuşmaları, “İstediğim ayakkabının sınırlı sayıdaki üretimi, sadece orada var. Hatta şimdiden alın siz, yoksa kalmayabilir. O pembe kabanı da internetten sipariş verdim yarın kargo ile adresinize gelecek. Bu sene pembe çok moda malum. Evdeki naneli çikolatalar da bitmek üzere, babaannemle kahve keyfimizin vazgeçilmezi o çikolatalar. Bir de anne, bu ay harçlığım çok erken bitti.” şeklinde ilerliyordu.

Her gelen hediyenin ardından bir başkasını bekliyordu Mercan. Hatta bazen siparişlerini seçmeye günlerce vakit ayırmış olsa da paketini açana kadar sürüyordu heyecanı. Kendisi bu durumun farkında değildi. Hediyeler ve siparişlerin sayısı arttıkça heyecanının da artacağına inanıyordu. İlk günler, belirli aralıklarla gelen hediyeleri açmak çok keyifliydi. Ama zamanla sevincinin neden azaldığını kendisi de bilmiyordu. O nedenle de, daha fazla, daha ilginç şeyler satın alarak mutlu olacağını düşünüyordu. 

Çünkü insan hep daha fazlasını ister. İnsandaki isteme mekanizması öyle pratik çalışır ki, egomuz tükettikçe daha fazla tüketmek ister. Böylece daha mutlu olacağını zanneder.

Mercan da mutsuzluğunun sebebini, daha fazlasını satın alamıyor, ya da yeterince ilgi görmüyor olmasına bağlıyordu. Akranlarından daha farklı, pahalı, marka ürünler kullanıyor, değişik lezzetler deniyor olsa da artık bundan keyif alamaz olmuştu. Çünkü bu onun için normalleşmişti. Oysa etrafındaki herkes onun yerinde olmak, onun sahip olduklarına sahip olmak için can atıyordu.

İnsanın içine düştüğü en büyük tuzaklardan biri, daha fazla şeye sahip olarak, daha mutlu olacağını zannetmesidir. Oysa insan en sevdiği pamuk şekeri nasıl çok yediğinde artık tadını alamazsa, her isteğinin yerine gelmesi de insana tat vermemeye başlar. Ve insan bu tatsız ortamı şenlendirmek için tatlandırıcı imkânlarını daha çok arttırmaya meyil eder. Peki sonuç değişir mi? Aslında beklenenin aksine; anlık olarak hissedilen olumlu hisler yerini sürekli acılara bırakır.

Mercan için de durum aynıydı. İlk alınan hediyelerin verdiği mutluluk her yeni gelen paketle yerini şikâyete bırakıyordu. Ve annesi onu mutlu edebilmek için daha da fazlasını yapmak için çabalıyordu. Kızının yanında olamamanın verdiği suçlulukla, kızının imkânlarını arttırıyordu. Böylece onu mutlu edeceğine inanıyordu.

Ama bir süre sonra Mercan annesini sadece siparişler için arar olmuştu. En ufak bir “hayır” cevabı onu agresifleştiriyor, telefonu annesinin suratına kapatabiliyordu.

Kumsal kızına bir türlü yaranamıyordu. Kendi kendine şöyle düşündü, “pamuk şekerini elimize yüzüme bulaştırdık galiba?”. Tek istediği kızını mutlu etmekti oysa.

Bilmiyordu ki; anlık hazların toplamda fayda vermediğini… Hayat ne kadar ileride karşılaşacaklarının işaretlerini önceden ona gösterse de başına bunların geleceğini anlayamamıştı. "Neden?" diye soruyordu sürekli, "neden mutlu edemiyorum?" her şeyi yapıyorum kızım için ama hala şikâyet edip beğenmiyor, ben neyi eksik yapıyorum?’’

Gerçek problem, bir şeylerin eksik kalması mıdır? İnsan hayatında bir şeyler eksik olduğunda değil, her şeyi tamamlamaya çalıştığında problem büyür. Hele ki başkalarının hayatlarında beklentilerini arttıracak tamamlamalar yapıldıkça, o kişiye mutsuzluk altın tepside sunulmuş olur. Anlık olarak gözü parladı diye, daha çok tüketim imkânı vererek bu sevinci devam ettireceğini zanneder, yanılgıya düşer. Çünkü insanın sonsuzluktan istekleri vardır. Bir tanesi için "tamam oldu" dese, diğer isteği oradan el sallar. "Onu da doyurdum tamamdır" diye düşünse diğer istek harekete geçer. Ve insanın anlayamadığı bu akış, anlık olarak hissettiği olumlu hislere mağlup olmuş bir şekilde sonlanır.

An'a bakıp toplamı kaçıranın öyküsüydü bu,

Şimdi Kumsal şöyle oturup gidebildiği kadar geçmişe gidebilir mi ki? İşler her defasında nasıl ilerlemiş onu bir tartabilir mi? Şimdi tüm bu düşüncelerin olumsuzluklarına rağmen, oradan çıkıp doğru düşüncelere varıp, kendini geleceğe götürebilir miydi? “Bu şekilde davranmaya devam edersem işler nasıl ilerler?” diyebilir miydi?

An'a bakıp, hayatını olumsuzluğa bırakanın öyküsüydü bu,

Oysa onu geriye sarıp, sonra yeniden oynatabilirdi...

İlişkilerde Ustalık Hakkında


Yorumlar

GNS dedi ki…
Geri sarıp yeniden oynatmak

Ne güzel anlatmışsınız
Ellerinize sağlık
Adsız dedi ki…
Mutluluğun sırrı gerçekten var, bilmeyince hem mutlu olmayı öğrenemiyoruz hem de istemeden de olsa başkalarının mutlu olma marifetini elinden alabiliyoruz. Elinize sağlık
Adsız dedi ki…
Elinize sağlık. Çok güzel.