Mutsuzluk Virüsü

Yaydıkça Yayan, Yayıldıkça Yayılan...

Kimsenin tedbir almadığı, maskesini takamadığı, vitaminini bulup da güçlenemediği virüs. Uzak durmak akla gelmez çünkü fark edilmez. Çok sessiz yayılır, hiç hissettirmeden: Gülümseyerek koştu geldi ve sonra söndü. Neşesi, keyfi, canlılığı söndü. Ne söndürdü?

Neşeyle gelmişti arkadaşlarının yanına. O sabah erken kalkmış, duşla başlamıştı güne. Yaptığı kahvaltı bile ferah hissettiriyordu. Canlı, diri, neşeli bir şekilde girdi iş yerine. Çalıştığı bölümdeki arkadaşlarının arasına girdi bir hışımla. Sesinden enerji hissediliyordu.

"Gününüz çok iyi geçsin! "dedi.

"Sağ ol" dediler buz gibi bir sesle. Sonra konuşmalarına devam ettiler mutlulukla bölündükleri yerden mutsuzluğa doğru. Şikayet ediyorlardı.

"Şu çay makinesini bir yenilemediler. O kadar çalışıyorsun, bir adam akıllı çay içemiyorsun."

Neşesinin azaldığını hissetti. 

-Aslında içebiliyoruz çay, niçin memnun değiller ki! diye düşündü.

Mutsuzluk virüsü nasılda hızla yayıldı.

Nasıl yayıldı? Yayıldıkça yayıldı. Neşeyle arkadaşlarının yanına giden biri, onları donuk, herkes kendi halinde gördü, yayıldı.

  • Bir arada olan ama birleşememiş insanlardan yayıldı.
  • Gülümserken gözlerinin içi gülmeyen insanlardan yayıldı.
  • Gülerken alay eden, sapmış gülmelerden yayıldı.
  • Anlık eğlence içeren ama tat vermeyen...
  • Birilerini eğlendirirken birilerini inciten gülmelerden yayıldı.

Aile gibi görünen, aynı evlerde yaşayan, aynı soyadlarını taşıyan insanlar. Birbirlerinden bir haber yaşayanlardan yayıldı.

Yakınların yakın olamayışından yayıldı mutsuzluk virüsü. Yakın uzaklıklar arttıkça yayıldı. Ne için verilmişti yakınlar? Alacağımızı aldıktan sonra sırtımızı dönmek için mi?

Annemden ilgisini, sevgisini, beni en öncelik görmesini aldım. Sonra? Ne verdim ona?

Babamdan imkanlarını aldım. Sonra? Ona verdiğim bir şey var mı?

Eşimden destek aldım, sevgi aldım. Benden de onun için çıkan bir şeyler var mıydı?

Her yakınlık alma verme dengesiyle gelişir. Büyür. Mutluluğa dönüşür.

Her uzaklık alma verme dengesizliğiyle olur. Çoğalır. Mutsuzluğa dönüşür.

Mutlu olması veya mutsuz kalması, ilişkilerle alakalı oldu mu şimdi?

Peki niçin uzaklaştık onlardan?

Niye bu kadar terk ettik? Dibimizdeyken bile... Yan yanayız ama terk etmişiz, terk edilmişiz. Ne bizi bu tuzağın içine hevesle girmemize sebep veren, hevesle mutlu olacağımızı düşünürken girdiğimiz yerler, geçirdiğimiz zamanlar... İnsan ne kadar mutsuz olduğunu göremiyor değil mi? Çok eğlendiğini zannediyor. Ne acı. Ne büyük yanılgı. Ne büyük kaybediş.  Aradığımız şeyi bulduğumuzu zannederken kaybetmek...

Ne büyük körlük.

Kıskançlık, haset, fesatlık, kötü düşüncelerden yayıldı mutsuzluk. Başkalarının kazanımlarını, sonuçlarını istiyor olmak ayırdı ilişkileri. Bizden başkalarının kazanıyor olmasına sevinememek ayırdı. Ah! Doğru ya. Sevinmek şöyle dursun, birilerinin sonuçtaki başarılarına, mutluluklarına dayanamıyor olmaktan yıkıldık. Bizim dışımızdakiler, bizim sevdiklerimizden başkaları, hatta bazen sevdiklerimiz bile...

Mutlu olsun diye çabalayamadık. Mutlu olsun diye çabalamak yine kenarda dursun. Bazen kötü olmalarına sevinmek mahvetti bizi. Birisi başarısız olduğunda yaşanan, o içten içe ferahlama hissi... Bizi bunlar mutsuz etti. Çünkü mutluluklarını istemedik, istiyormuş gibi yaptık.

Oysa onun iyi olmasından bana da pay vardı.

Bir buğday öyküsü vardır. Çiftçi bir buğday yetiştirir. Üst üste en kaliteli buğday, onun ki seçilir. Gidip sorarlar, nasıl oldu diye. Cevap çok kısa ve beklenmedik bir şekilde gelir:

-Kaliteli tohumlarımdan komşum çiftçilere de vererek.

-Nasıl yani?

-Rüzgar taşır tohumları tarlalar arasında. Komşumun tarlasında kalitesiz olursa buğday, benim tarlama gelen tohum, buğdayımı da kirletir. Onun kalitesi benim de kalitem, onun kalitesizliği benim de kalitesizliğim demektir.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; "Senin iyiliğinden bana pay var. İhtiyaç giderenin ihtiyacı giderilir."

Ne aksi düşünüyoruz şu zamanlar öyle değil mi? Yanımdaki ne olursa olsun ben kazanayım. Yok! O ne olursa ben kazanmıyorum. Zira o kazanmayınca ben kazanamıyorum. O mutlu olmayınca ben olamıyorum. Çünkü bu tedbiri alınamayan bir virüs. Bulaşıyor.

Haydi! Bulaştırın mutluluk virüsünü. Vücuda fayda veren, vücudun ihtiyacı olan faydalı bakteriler gibi, onun yayılması kıymetli. Onun yayılması iyi.

Ne yapalım?

Her an Polyanna, her an kahkaha, hep gülelim mi?

Yok biraz damlatalım, biraz gülümseyelim, 

Biraz gülümsetelim; gerçek, alaysız, süslemeden...

“Benim iyi olmam için onun iyi olmasına ihtiyacım var.”

“Bizim iyi olmamız için onların iyi olmalarına ihtiyacımız var.”

Bu bir dizayn. Yeryüzünün en güzel dizaynlarından biri. Bir sır vereyim, yeryüzünde her dizayn, en güzel dizayn. Bu da ipleri birbirine bağlı bir tasarım. İpler birbirine bağlı tasarlanmış. İyilikte de kötülükte de mutlu olmakta da mutsuzlukta da çekiliyor istemsizce. Herkes bağlı olduğu iplerle bir diğerini çekiyor bilmeden. Bilmeyince, yanındakiyle ilişkisine havadan bakıyor insan. Öyle uzak, öyle soğuk, yüksekliği arttıkça da artıyor serinliği. Kibir ettikçe, kendini gereksiz yükseltiyor insan. Mutluluğunu istemedikçe serinliği arttırıyor insan. Oysa kendini de üşütüyor, kendini de soğukta bırakıyor farkında olmadan.

Samimi, içten, abartısız gülümsemelerimiz bol olsun ... :)

İlişkilerde Ustalık Hakkında

 

 

Yorumlar

GNS dedi ki…
Mutluluk virüsü yayılsın dilerim.
Ellerinize saglik
Adsız dedi ki…
🙏🏻
Adsız dedi ki…
Senin iyiliğinden bana pay var… kaleminize sağlık akıcı bir yazı olmuş🌿
Adsız dedi ki…
İnsan önce kendisini mutlu edecek,nasıl mutlu olabileceğine bakıyor. Ama karşımızdakinin mutluluğunun benimkiyle de ilişkisi varmış... Hiç farkında mıydık?..
Adsız dedi ki…
Mutlu olanlardan, bu virüsü paylaştırabilenlerden olma dileğiyle…
Adsız dedi ki…
Çok güzel bir yazı olmuş 🙏🏻Kaleminize , gönlünüze , yüreğinize , emeğinize sağlık 🙏🏻