Benimle Oynar mısın?

 Mendil Kapmaca, Kör Ebe, Birdirbir…

Evin penceresinden izlediği park, ıpıssız ve sessiz görünüyordu. Birkaç plastik kaydırak ve iki tane de salıncaktan ibaretti çocuk parkı. Nesrin, birden kendi çocukluğuna gitti. Evinin önündeki sokağı hatırladı. Sokağın ortasından geçen akarsuyu, yol kenarında dizili dut ağaçlarını anımsadı “Nerde o eski çocukluk günleri?” diye iç geçirdi. Oyun oynamak için taş, sopa olsa yetiyordu. Çakıl taşıyla sek sek çizip oynarlardı, köşe kapmaca, mendil kapmaca, kör ebe, birdirbir…

"Meğer ne kadar da başkaymış o günler" diye düşündü. Oyun oynamak için öyle çok malzeme, oyuncak filan gerekmezdi. Mutlaka oynayacak bir oyun bulunurdu.  Hiçbir oyun bulamazlarsa tıp oynanır, susarken bile gülmeyi bilir eğlenilirdi. Hele isim-şehir-hayvan oynarken uydurduğu artist isimlerine kendisi de o kadar gülerdi ki… Şimdi öyle mi diye düşünürken "Anneee oyun oynayalım mı?'" diye seslendi küçük Ali.

Beş yaşında çakmak gözlü, yerinde duramayan bir çocuktu.  "Oğlum tableti şimdi elinden bıraktın. Ne oyunu şimdi zamanım yok. Yemeği yetiştirmem lazım, hem birazdan baban da gelir. Onunla oynarsın, olur mu? " dedi Nesrin. İş dönüşü alelacele Ali'yi kreşten almıştı. Eve gelirken yolda gördüğü marketten de akşam yemeği için malzemelerini ayarlamıştı. Çok yorgundu ama yemeği de yetiştirmesi gerekiyordu. Ona kalsa çalışmazdı ama çocuğuna daha iyi imkânlar sağlamalıydı. Ona iyi bir gelecek sunmak için çalışması da şarttı ona göre. Ne yazık ki çocuğuna sunduğu imkânları arttırmak kolay değildi. Çocuğu için çalışıyor ama çocukla ilgilenecek pek vakit de bulamıyordu. Hafta sonu da temizlik derken hafta nasıl başladı, nasıl bitti anlayamıyordu. Kendi çocukluğundan hatırladığı ve öğrendiği en önemli şey imkânlarının pek olmaması ve elindekiler ile yetinmeyi bilmesiydi. O yüzden çocuğuna öyle imkânlar sunmalıydı ki hiçbir şeyi eksik kalmamalıydı. En iyi yabancı dil öğreten özel bir kreşe gönderiyorlardı Ali’yi. En son çıkan bilgisayar oyunlarını hemen tablete yüklerlerdi ki Ali oynasın. Hangi çocuk filmine gittilerse o filmin bir oyuncağı mutlaka alınırdı. Ama yine de Ali bir türlü mutlu olamıyordu.

Ali yine sebepsiz ağlamaya başlamıştı. Neydi onu bir türlü mutlu edemeyen şey? Ne yapmaları gerekiyordu, nerede eksik kalmışlardı, yoksa daha fazla mı imkân sunmalılardı?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Der Ki: “Mutluluk imkânların çokluğuyla olmaz.”

İnsan imkânlarını arttırdıkça daha mutlu olacağını zanneder ama yanılır. Daha çok para kazanırsa, çocuğuna daha çok oyuncak alırsa, daha lüks bir evde oturup lüks arabaya binerse daha mutlu olacağını sanır.

“Aman biz yokluk yaşadık o yaşamasın”

“Ne varsa elimizde evladımıza sunalım”

“Hem biz bu hayatta ne için çalışıyoruz ki!” diye düşünür.

Bir ömür mutluluğu somut şeylerde arayabilir. Karşısındakini de somut şeylerle mutlu edeceğine inanır. 

Oysa mutluluk insanın sahip olduğu imkânların çokluğuyla değil, elindeki imkânlarla ne yapabildiğinle ilgilidir.

Nesrin’in çocukluğundaki mutluluğu da imkânlarının azlığıyla ilgiliydi aslında. Oyuncakları çok azdı ama oyun oynama marifetleri çok fazlaydı. Yolda buldukları taşlardan beş taş oyunu oynatan, bahçedeki topraktan çamur yapıp şekiller verdiren, evden salçalı ekmek alıp birbirleriyle bölüştüren ve bunları yaparken çok mutlu hissettiren şey imkânsızlıklara rağmen edindikleri marifetleriydi.

Ali ağlarken kapı çaldı, gelen babasıydı. Nesrin;

“Mehmet, bu çocuk yine ağlamaya başladı. Gören de çocuğa eziyet ediyoruz sanır. Bizim çocukluğumuzda bu kadar şeyimiz mi vardı Mehmet? Oyuncağım bile yoktu ama yine de mutluydum yani. Kendi kendime bile oynayacak bir oyun bulurdum. Odası tıka basa oyuncak dolu hala mutsuz, git oğlum odanda oyna değil mi? Yok, illa gelip beni çekiştiriyor oynayalım.” diye.

“Yok yok… Bu zamane çocukları var ya, hiçbir şeyden tatmin olmuyorlar. Şımarıklık bu. Ne yoksa onu istiyor.” diye ekledi.  Mehmet, çocuğun dilinden anlardı. Nesrinin çocuğa bu kadar imkân sunmak için şartları zorlamasına da karşıydı. Ama bir türlü laf geçiremiyordu. Mehmet, oğlu ile güzel vakit geçirirdi. Çocukken oynadığı oyunları oynarken çok eğlenirlerdi. Nesrin, "yavrum en son aldığım oyuncakla bile bu kadar eğlenmedin, oynamadın da boşuna mı verdim o kadar para" diye söylenirdi. 

Çözüm her zaman zıddında gizlidir.

İnsan hep aynı şeyi yaparak problemini çözeceğini zanneder. Benzer sebepler oluşturup, hayattan farklı bir sonuç bekler. Ama hayat aynı bir tarla gibi, ne ekersen sana onun hasadı verilir. Nesrin konuşarak problemleri çözmeye çalışır, konuşması anlaşılmayınca daha da çok konuşur, anlatır en sonunda da sinirlenirdi.  Oysa çözümün aslında hep yaptığı şeyi yapmadan tam zıddını yaparak geleceğini düşünemezdi.

O gün Ali babasını görür görmez sustu. Hâlbuki Mehmet oğlunu susturmak için ekstra bir çaba da göstermemişti. Ona, “Hadi gel oğlum, ben üstümü değiştireyim sen de bu sırada oyuncaklarını toparla, sonra da hep beraber yemek yiyelim.” dedi. Aslında çocuğun ağlaması hakkında hiçbir cümle kurmamış, ona bir şeyler vadetmemiş, susturmak için çikolata vermemişti. Onu kendi yaşantısına ortak etmişti. Kendisi bir şeyler yaparken Ali’nin de kendi sorumlulukları ile ilgilenmesini sağlamıştı.

Aslında aile tam da böyle bir şeydi. İnsanlar birbirinin imkânlarına değil yaşantılarına ortak olmalıydı. Derdine, mutluluğuna, zorluklarına… Sadece imkânlar üzerinden kurulan iletişimler sağlam olmuyordu... O imkânlar ortadan kalktığında, o çocuğa istediği oyuncağı almayınca hemen pürüzler çıkmaya başlıyordu. Hele mutluluk, imkânlar arttıkça mutluluk azalıyordu…

Bunun örneğini Ali’nin bir kendisi ile olan bir de babası ile olan iletişimine bakarak fark etmişti Nesrin. Önünde olumlu bir örnek vardı. Her şeyden önce kendi çocukluğu bir referans olarak aklındaydı. O günden sonra imkânları az ama mutlu bir çocuğu olabilmesi için tüm bu düşündüklerini kendine hatırlattı Nesrin. Çünkü biliyordu ki mutlu bir insan olmak kişinin kendine yapabileceği en büyük iyiliklerdendi.

O zaman insan kolay sarsılmaz, hızlı etkilenmez ve ne olursa olsun düştüğü yerden kalkabilen olurdu.

İlişkilerde Ustalık Hakkında


 

Yorumlar

Ayşegül Birlikay dedi ki…
Hepimizin gerçeği görme süresi farklı ( zamanı geldiğinde )
Çünki her şeyin bir zamanı var. İyi ki varsınız ��♥️
GNS dedi ki…
Mutluluk imkanla imkanli olmaz

Ne güzel ogrettiniz
Kaleminize sağlık