Seçilmemiş Yalnızlık

Başını Birinin Omzuna Yaslamak...

İnsanın tabiatı işte; hem çift, hem tek olmak, hem kalabalık, hem yalnız olmak ister. Bir kısım insan yalnızlıktan hiç hoşlanmıyor. Kimileri kişisel hayatında yalnızlığı sevse de topluma dahil olmadan yaşamını sürdüremeyeceğini biliyor. İnsan yalnız başına çoğalamıyor, ürettiğini satamıyor, sattığından gelen parayı tüketemiyor. Mutlaka birilerine ihtiyacı var. Sattığımız ayakkabıyı giyecek, pişirdiğimiz ekmeği yiyecek birilerine ihtiyacımız var. Sosyal medya kanalımıza yeni videolar çekecek ya da reklam yapacaksak yaptığımızla ilgilenecek insanlara ihtiyacımız var. Birileriyle üretecek, birileriyle tüketeceğiz.  

Sosyalleşmemiz gerekiyor değil mi? En az bir kişiyle. Kime ihtiyaç duyuyorsak. Para kazanabilmemiz içinse çok daha fazla kişiye ihtiyacımız var. Kimileri bu iletişimi severek kuruyor, kimileri sevmeyerek. Ama tecrübe ettiğimiz karantinalarda gördük ki en asosyalin bile paylaşımlarına bakılırsa, insan insana hakikaten muhtaç. Başını birinin omzuna yaslamak istiyorsun dertli olduğunda. Hayatının başrolünde kim varsa, kimi istiyorsan. Giyinip kuşanıp topluma karışmak, var olduğunu hissetmek istiyorsun. Varlığının birileri için anlamlı olduğunu bilmek yaşamına değer katıyor. Kimileri onlarca kişinin özlemini çekerken kimileri bir kişinin özlemini çekiyor. Ama çekiyor.  Doğduğumuzdan beri bu böyleydi. Dünyaya bir ağaç dalında gelmemize izin verilmedi. Bir tarlanın ortasına ışınlanmadık. Hatta dünyaya gelmemize bir kişinin varlığı da yetmedi. İki kişinin bir araya gelmesi, bir kişinin de dünyaya getirmesi gerekti. Sonra gözümüzü açtık. Asla yalnız kalamadık. Gözümüzü ya bir hemşireye ya bir köy ebesine ya da sadece annemize açtık. Sonra birileri bizi büyüttü, ailemiz ya da bir yetimhane görevlisi yahut hiç aklımıza gelmeyecek birisi. Bir insan tarafından büyütülmeye muhtaçtık. Kendi kendimizi büyütemeyecek kadar acizdik. Aklımız başımıza gelene kadar birilerinin himayesine muhtaçtık. 

Bu çok garip değil mi? 

Neden tam tersi de olabilecekken böyle oldu? Pekala dünyaya kendim gelip, doğduğum yerde büyüyebilirdim. Şimdi nasıl bir kadının karnında üç kilo bebeğin büyümesi normal geliyorsa, o zaman da o normal gelecekti. Ama olmadı. Çünkü bu sınav sahasında insanın sınav objelerine ihtiyaç vardı. Ve bu kâğıt kalem olarak seçilmedi. İnsan, bizzat insanla sınanacaktı... Bir insan diğeriyle olan iletişimiyle bir ömür mücadele verecekti. Sevdin mi? Nefret mi ettin? Ayrıldın mı? Aldattın mı? Ticarette dolandırdın mı? Kimin canını yaktın? Bunları neden yaptın? Hepsinin bir önemi olacaktı. Oldu da... Yoksa insanın neden sevme, sevilme, aile kurma, arkadaşıyla kahve içme gibi istekleri olsun ki?

Yarın sabah uyandığımızda sokaklar bomboş olsa kime satacağız kahvemizi? Kim okuyacak yazdıklarımızı? Çocuklarımıza kim eğitim verecek? Kiminle paylaşacağız en özel günümüzü ya da cenazemizi? Belki de hiç bu kadar muhtaç olduğumuzu fark etmemiştik. Hayatımızdaki insanlarla mecburen görüştüğümüzü zannediyorduk. Hâlbuki o ne güzel mecburiyetmiş... Sokakların şenlenmesi için o sevmediğimiz kalabalığa ihtiyacımız var. Otobüse binerken yaşlı teyzenin sıkıştırmasına, self servis yemek kuyruğunda uzunca beklemeye, metrobüs durağında rahatsız olduğumuz konuşma seslerini duymaya ihtiyacımız var. Çünkü bunlar yaşamın, varlığın, döngünün işareti. Şimdi evde geçici olarak oturuyor olmanın verdiği sabırla dayanabiliyoruz. Ama bunun ölene kadar süreceğini bilsek çok değil bir yıl sonra huniyle gezmeye, duvarlarla konuşmaya, erken ölmek için dua etmeye başlarız. Neden yalnızlık Allah’a mahsus derler şimdi daha iyi anlıyoruz. Doğumumuz için bir çift gerekirken nasıl tek olabiliriz ki? Nereye kadar tek olabiliriz? Çok olmamız ve bu çoklukta bir anlamımız olması gerekir.  Öyle ki; yokluğunda dolması gereken bir boşluğun, aldığın hayır duaların ve sevgi dolu bir kalbin olmalı. Yoksa kuru kalabalığın kime faydası var? Madem bunca insana muhtacım ve hepsi benim sınavım için var, öyleyse buna uyumlu yaşamadığımda başıma neler geleceği de aşağı yukarı belli. Hayatın döngüsünde insanlarla birlikte ve mutlu olmayı becerebilmek. Çünkü benden yalnız ve mutsuz olmam istenmedi. İstenseydi bu dünyaya yalnız gelirdim ve haz alabileceğim hiçbir şey olmazdı. Ama yalnız değilim ve bu yalnızlığı giderme, ihtiyaçlarımı görme isteğim var. Mutlu olabilmem için onlarca sebep var. 

Tüm sevinç ve hüznümüzün sebebinin insana bağlanıyor olması biraz tuhaf değil mi? Salgınlar, uzun süre bitmeyen hastalıklar derken iyice yalnızlaştık. Oysaki daha önce de alt komşumdan, yandaki oda arkadaşımdan, evdeki eşimden haberim yoktu belki. Yine de bu kadar yalnız hissetmemiştik. Başımıza gelen olaylar "Madem uzaklaştın, biraz daha uzaklaş bakalım nasıl oluyor?" der gibi.  Annemizin kahve içmeye gelememesi, yakın arkadaşlarımızla kafeye gidememek canımı yakar oldu karantinalarda. Hâlbuki gidebildiğimizde de orda değildik ki. Yarı baygın gözlerle, mutsuz, aklımız başka yerlerde, belki sanal alemde, yarım yamalak oturup kalkıyorduk. Onu bile özler olduk...

Bu salgınlar, savaşlar, depremler bir annenin içi yansa da çocuğuna uyarı vermesi gibi geliyor. Sanki; "Cep telefonuna ve kredi kartına el koyuyorum! Niyetim delirmen ya da mutsuz olman değil. Bir süre mahrum kalman ve gerçeği görmen için." der gibi... 

Gerçeği anlarsan bir daha olmayacak, anlamazsan en sevdiğin oyuncağın elinden alınacak. Sevmediğin oyuncağı almasının ne anlamı var ki? Paraysa, en sevdiğin ve bugün yapayalnız kaldıysan ticaretin sekteye uğrayacak; ilişki ise bir çift insan yüzü göremeyeceksin. Kariyerse bunu tek başına yapamayacaksın. Ne yapmak istiyorsan başarıya dair bunu yeryüzünde tek başına yapamayacaksın. Bu, canın sıkıldığında; "bugün yalnız kalmak istiyorum." dediğin seçilmiş yalnızlıklara benzemiyor. Bu hiç kimsesizlik. Yaptığını paylaşamayacağın ya da satamayacağın kadar derin bir yalnızlık. 

Bunu yaşadık...

Sokaklarda yürüyen insanlar yoktu. Alt komşumuzun kapısını çalamadık. Markete bile gidemedik. Çabuk unuttuk ama bunları tüm gerçekliğiyle yaşadık. Belki neler olduğunu anladık belki sadece acı çektik ama cebimizde ne kaldı hiç düşündük mü? 

Deneyimsel Öğreti der ki; "Yaşanmışlıkla deneyim farklıdır." 

Yaşadığımız her ne varsa, yaptığımız doğruları ve yanlışları deşifre edebilmek mesele. Dün yaptığımız hataları bugünümüze, yarınımıza taşıdığımızda yaşanmışlık olarak kalıyor. Mesele yaşananları deneyime çevirip yolumuza dünümüzden daha güçlü devam edebilmek...

İlişkilerde Ustalık Hakkında

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Wuuu süper bir yazı 😎
Kübra dedi ki…
insanız ve birbirimize muhtacız… çok güzel bir yazı 🌸
TopraKız dedi ki…
Çok güzel çok anlamlı...
Adsız dedi ki…
Ne hoş bir yazı. Umarım yaşadıklarımızdan ders çıkartıp gerçekten yarınlarımızı daha güçlü geçirebiliriz.
Adsız dedi ki…
Hayatımızdaki değerlerin değerini, kaybetmeden anlamak dileğiyle, elinize sağlık
Adsız dedi ki…
çok klas, çok havalı
Esra dedi ki…
Ellerinize sağlık güzel bir yazı ☘️
Ayşe Doğan dedi ki…
Gerçekten de ne çabuk unutuldu. Çok güzel bir yazı olmuş, ellerinize sağlık.
Öbd dedi ki…
En kötü olanı ise kalabalıklar içinde yalnız kalmak olsa gerek