Kim dününden
daha iyi olmak istemez ki? Tüm bu telaşımız, günbegün artan
stresimiz hep bir şeyleri daha iyi hale getirmek için değil mi?
Herkesin önceliği
değişse de, seçenekler beş parmağın beşini geçmiyor. Olmazsa olmazlar
listemizde kimilerimiz somut, kimilerimiz soyut ihtiyaçlarına öncelik veriyor.
Ama mutlaka veriyor. Çünkü nefes alıyorsak bir şeyler istiyor ve harekete
geçiyoruz demektir.
Hangisi önceliğimiz olmalı?
İnsan fizyolojik ve psikolojik durumu iyi olduğunda
mı iyi olur? Yoksa sahip olduğu imkanlarla mı?
İçinde bulunduğumuz tüm
bunalımlı durumlara, içsel tatminsizliğe, duygu karmaşasına rağmen, satın
aldıkça ya da daha fazla tükettikçe mutlu olabiliyor muyuz? Belki bir anlık…
Sonrasında geçiyor ve yeni bir satın alma, tüketme isteği başlıyor. Biz ise bu
kısır döngünün içinde yuvarlanıp gidiyoruz. İşin ilginç tarafı böyle olması
gerektiğine zihnen tam anlamıyla inanmış olmamız. Çünkü aksi iddia edildiğinde
hiç hoşumuza gitmiyor. Elinden oyuncağı alınmış çocuklar gibi sızlanmaya, başka
tatmin yolları aramaya başlıyoruz.
Kendimizi neyle mutlu etmeye başladıysak,
her mutsuz anımızda elimiz, ona doğru gidiyor. Kimileri kendince zorluklarla
başa çıkma yöntemi geliştirmişken, kimileri elindeki imkanlarla rahatlamaya,
mutlu olmaya çalışıyor. Bu kaçışlar önceleri keyif verse de bir süre sonra bir
çeşit bağımlılığa dönüşebiliyor.
Yaptığımız şey her neyse,
Yaptığımız şey her neyse,
- Gücü ona verdiğimizde,
- Vazgeçilmez hale getirdiğimizde,
- Onsuz asla yapamam dediğimizde,
- Zıttını yapamadığımızda,
- Aşırı bedel ödediğimizde,
- Tavizler verdiğimizde kaybetme korkumuz da artıyor.
- Ufak bir tebessüm,
- Azıcık yaşam sevinci,
- Sabredebilme becerisi,
- Ufak şeylerle mutlu olabilme,
- Karşındakini dinleme,
- Bedel ödeme isteği kalmadığını görebiliyoruz.
Ben gerçekte Kimim?
“Ben
kimim?”
“Ne
yapıyorum?”
“Aslında mutlu muyum?”
“Hayattaki esas amacım nedir?”
“Hedefim nedir?”
“Gerçekten ben ne istiyorum?”
“Problemlerim gerçek problem mi?”
“Ve nereye kadar böyle yaşamaya devam edeceğim?” sorularını kendimize sormuyoruz.
“Aslında mutlu muyum?”
“Hayattaki esas amacım nedir?”
“Hedefim nedir?”
“Gerçekten ben ne istiyorum?”
“Problemlerim gerçek problem mi?”
“Ve nereye kadar böyle yaşamaya devam edeceğim?” sorularını kendimize sormuyoruz.
Bir an olsun durmadan hatta yavaşlamadan son sürat yaşamaya
devam ediyoruz. Yavaşladığımız da, hayatın avucumuzun içinden kayıp gittiğini
düşünüyoruz. Bazen hayat buna izin vermiyor. Öyle uzun saatler mesai yapıyor,
çalışıyoruz ki, karar alırken “doğru mu, yanlış mı?” diye düşünmeye fırsat
bulamadan seçimler yapıyoruz. Öyle anlar oluyor ki, hayatımızla ilgili kritik
anlarda bile irdelemeden, telaşla, yüzeysel kararlar alabiliyoruz. Sonra o
seçimlerin bedellerini ödüyoruz.
Geriye dönüp baktığımızda; “Ben nasıl böyle bir tercih yapabildim?” diyebiliyoruz. Problemler
sarpa sardığında ve artık mecburen düşünmek zorunda kaldığımızda, iş işten
çoktan geçmiş oluyor.
Ne karar alırken ne de
bir şeylerden vazgeçerken, üzerine yeterince bilinç vermediğimizde,
kendi kendimizi tuzağa düşünmüş oluyoruz. Bunun en iyi çözümü, önemli kararlar
almadan ve problemler başlamadan önce:
Gerçek ihtiyacımız ne olabilir?
- Biraz yavaşlamak, acele etmemek,
- Düşünmek,
- Kendimize soru sormak,
- Kendimizi tanımak,
- Hayatta esas amacımızı bulmaya çalışmak olabilir.
Gerçek
ihtiyaçlarımızı düşünmeyeli çok uzun zaman oldu… Bunun sebebini zamanın çok
değişmiş olmasına bağlıyorlar. Belki de haklılar. Zaman, mekan, olgular hepsi
bir bir anlam değiştirdi. Biz edilgen olmayı tercih ettik. Tüm bunlara anlam
veremedikçe duygularımıza teslim olduk. Belki farkındayız, belki değiliz…
Farkında olmayanların durup düşünmeye, farkında olanların güçlenmeye ihtiyacı
var. Tek başına kimse cesaret edemiyor. Ne
sorgulamaya, ne dönüşmeye...
Bir yere varmak için yola çıkmışsak yoldan da
keyif almalı değil miyiz? Somut anlamda her şeyi tamamladık gibi. Ya soyut kısımlar? Huzur, mutluluk, aile... Bunlara yaklaşabildik mi? Sanki bir şeyler eksik gibi hayatımızda.
Düşünmeyi bu zamana kadar ertelediysek ve bu yazıya denk geldiysek harekete
geçmenin zamanı gelmiş demektir.
Hayatta tesadüf yok…
Biraz durup düşünmeye, kendine bilinç
vermeye ne dersin? Belki eksik
parçaların bir bir yerine oturur… Belki eskisi kadar problem çözmekte
zorlanmaz, yanlış tercihler yapmaz ve hayatı daha konforlu yaşamaya başlarsın.
Çünkü konfor, sandığımız gibi sahip olduğumuz imkanlarda değil,
marifetlerimiz de gizli.
Peki, o zaman sen kimsin? Etrafındakiler seni ne kadar
tanıyor ya da sen etrafındakileri?
Cevabın ilk basamağını bulmak için Kim Kimdir Seminerimize davetlisin…
Cevabın ilk basamağını bulmak için Kim Kimdir Seminerimize davetlisin…
Yorumlar