KOŞMAYALIM ANNE, EKSİKLERİMLE SEV BENİ…
Koşmayalım anne, yoruldum dedi Süreyya…
Okul açılalı sadece bir kaç ay olmuştu. Süreyya hala yeni okulunun heyecanındaydı... Bu sene ilkokula başlamıştı... Artık büyüdüm diye düşünürken annesinin sesiyle irkildi. " Kaç ay oldu hala heceleyerek okuyorsun. Öğretmenin bundan çok şikâyetçi, her gün beni arayıp okuması düzelmedi diyor” dedi. Süreyya şaşkın gözleri ürkek haliyle durdu öylece. Daha okul açılalı ne kadar olmuştu ki… Annesinin söylediği gibi daha bir kaç ay sadece. Hem hiç okumuyor değildi. Ne güzel dün akşam bütün yazı ödevlerini yapıp bir de üstüne kitap okumuştu.
La-le to-pu at,
A-li i-pi tut...
Biraz yavaş öğreniyordu. İyi de bunda ne kötülük vardı?
Annesi “Akşam bir saat daha fazla çalışacağız tamam mı?” dedi. Süreyya hiç itiraz edemeden sadece tamam diyebildi. Gitti yine bizim çizgi film izleme hayallerimiz dedi kısık sesle…
Akşam yemekten önce bütün ödevlerini yapıp bir saat de kitap okudu... Babasının kapıyı çalması ile yerinden fırladı. Kapıyı açar açmaz kucağına atladı.
Babacığımmmm…
Babasıyla sarmaş dolaş, özlem giderdikten sonra, sıra okula gelmişti ki annesi devreye girdi. “Bugün yine öğretmeniyle konuştum heceleyerek okuyor. Ben günlerdir uyku uyuyamıyorum. Ne olacak bu çocuğun hali?” dedi. Babası bir Süreyya’ya bir eşine bakıyordu... “Bu kadar da zorlamanın ne anlamı var? Daha yeni öğreniyor, zaman tanımalıyız.” dedi. Bunun üzerine Süreyya da derin bir nefes aldı. “Oh be, benim gibi düşünüyor işte.” diye rahatladı. Biri annesine artık sakin olması gerektiğini söylemeliydi. Babası "Geçen gün öğretmenini kapıda gördüm bana Süreyya’nın matematikte çok iyi olduğunu söyledi." dedi. Annesi bunu duyunca havalara uçtu... Süreyya’ya bir sürü iltifatlar yağdırdı. Benim akıllı kızım ne de güzel matematik bilirmiş. Kimin kızısın tabii ki bilirsin, en iyisini yaparsın sen diye devam eden iltifatlar karşısında şaşırmıştı. Ne okul dönüşündeki yerden yere vurulmasına ne de şimdiki havalara çıkarmalara anlam verememişti. Hayatı bu kadar zorlaştırmayın ne olur diyesi geldi, sustu.
Annesi Süreyya’nın her dakikasını bir aktiviteyle doldururdu. Hafta sonları sabah jimnastiğe, oradan çıkıp baleye… Akşam da keman dersi vardı. Pazar günleri de tenis derslerinin ardından yüzmeye giderdi. Her akşam da mutlaka okuma ve yazma egzersizleri yapardı. Hafta içi okuldan gelir gelmez derse oturur, yemek saatine kadar nefes almadan çalışırlardı. Yemekten sonra banyo yapıp uyurdu. Sadece yedi yaşındaydı. Allah ömür verirse on yedisini, yirmi yedisini düşünmek bile istemiyordu.
Annesi onu sürekli başkalarıyla kıyaslardı. Geri kaldığı konularda hep şikâyet ederdi. “Görüyor musun Aslı’yı, nasıl da güzel bale yapıyor... Seni buraya getirene kadar canım çıkıyor resmen. Yasemin gibi piyano çalmasını ne zaman öğreneceksin? Bak arkadaşın İpek artık hecelemeden okuyormuş. Sen de hala öğrenemedin bu okumayı.” diyordu. Uyaranlara da, “Ne var sanki çocuğum için en iyisini istiyorum, suç mu?” diye savunuyordu. Hayatta her şeyi düzgün olsun, iyi, güzel olsun, eksik kalmasın diye didiniyorum derdi. Doğruydu söyledikleri, annesi onun için didinirdi. Ama gel gör ki Süreyya zaten yapabileceğini yapıyordu. Didinmeye, sürekli itelemeye, başkalarıyla kıyaslanıp yarış atı gibi olmasına ne gerek vardı...
“Koşmayalım anne! ''Bi bırak beni ya!'' demek istiyor, diyemiyordu. Bak ben de heceleyerek de olsa okuyabiliyorum. Bak ben de az da olsa bale yapabiliyorum. Yasemin gibi her notaya düzgün basamıyorum tamam. Ben de kemanda fena sayılmam, yeni öğreniyorum. Yapamadıklarımı değil de yapabildiklerimi görebilsen keşke. Eksik olanı değil de tamamladığımı fark etsen bir de. Onlar gibi olamam ki… Ben daha 7 yaşındayım ve hayatın çok başındayım. Koşturma beni, koşmayalım anne. Hatalarımla, yapamadıklarımla, eksiklerimle sev beni lütfen ki toparlayabileyim.” İçinden bunlar geçiyordu Süreyya’nın. Annesinin bu kıyasları ve oradan oraya koşturması nasıl da üzüyordu küçük kızı, üstelik yetişemiyordu da.
Ama annesi bunları hayatın amacı haline getirmişti. Onu hiç anlayacak durumda değildi. İnsan amaç ve hedeflerini doğru belirlemediğinde bir telaş ve koşturmacanın içine girer. Tıpkı Süreyya’nın annesi gibi o kurstan o kursa koşar durur. Daha da acısı etrafındakileri de koşturur ve bunu yaparken nasıl zarar verdiğini fark etmez. İyi bir şey yapıyorum sanır. Oysa yaşam hiç de bu kadar telaş ve karmaşalı değil. Üstelik bunları, karşısındaki kişi istiyor mu hiç bakmaz bile.
Tüm bunlara ihtiyacı var mı gerçekten, olmalı mı yani illa?
Hayat denen o döngünün içinde bunlarla uğraşmalı mı yoksa gerçek ihtiyaca mı yönelmeli?
Çocuklarımıza hedef belirlerken destek olmalı ama bunu başkalarıyla kıyaslayarak mı yapmalı yoksa onu kendi gelişimi ve kendi dünüyle mi kıyaslamalı?
Mesele ne gerçekten… Asıl buna odaklanmalı, boş yere oradan oraya koşmamalı…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Güzeldi. Çok güzel