Sen Hangi Yöne Yüzüyorsun?
“Emre, sen hangi yöne doğru gideceksin bakalım.” kendi kendine dedi. Emre, farkına bir türlü varamasa da hayatı boyunca problemlere odaklanan bir insan olmuştu. Dakikalardır işe doğru, derin düşüncelere dalmış ilerliyordu. Üstelik işyerinin verdiği arabanın arıza lambası da günlerdir yanıyordu.
‘Bir bu eksikti hayatımda’ dedi. Neredeyse bir buçuk yıldır gitmek istemediği bir iş yolunda, binmek istemediği bir arabada olmak ve yolun sonunun beraber çalışmak istemediği insanlara çıkıyor olması yoruyordu artık onu. Üstelik aylar önce deneme süresi de bitmişti bu iş yerinde. Kimsenin durmak istemediği bir pozisyondu Emre’nin üstlendiği. Kimi işe alsalar ikinci günü görmeden istifa dilekçesi geliyordu. Deneme süresi bittiğinden beri zam konusunu konuşması gerekiyordu. Fakat şimdiye kadar kim gidip konuştuysa hemen hepsi geri çevrilmişti. Artık tanıyordu iş yerini ve işlerin nasıl yürüdüğünü görmüştü defalarca.
“Sen çok çalıştın tabii ki daha fazlasını hak ediyorsun.” demeyeceklerdi. Kendisi de zam istediğinde elbette değişen bir şey olmayacaktı. Üstelik hiç de işine gelmiyordu istediğini vermediklerini gördükten sonra onlara minnet edip orada kalmak. Ona göre bir iş bulup gitmek en güzeliydi. O zaman bu bozuk arabadan da kurtulacaktı. Gitmek istediği tatile gidecekti. O hep yapmak istediği spora da başlardı hem. Şimdi bu iş yeri tüm enerjisini sömürüyordu. İş dışında yapmak istediklerini de yapamıyordu.
“İnsan işten sonra bir yürüyüşe bile çıkamaz mı yani? Sömürdü bunlar beni. Gençliğim göz göre göre ellerimden kayıp gidiyor” diye kendi kendine söylendi.
Rutin bir gündü onun için. Kafasının içinde onu üzecek, motivasyonunu kıracak pek çok insan, olay ve durum vardı. Tüm bunlara rağmen işyerine gidiyor, çalışıyor, geri dönüyor ve dönerken evle ilgili şeyleri düşünüyordu. Akşam en sevdiği aktivitesi kanepeye uzanıp sevdiği dizi ya da filmlerden bir tane açmaktı. Sonra sıkılıp ötekine geçmek, sonra belki bir diğerine daha bakıp gecenin ortasını bulmaktı. Aslında akşam yemeğinde daha az yiyebilirdi, sonrasında hafif tempolu bir yürüyüş yapabilir ve sonra da daha erken uyuyabilirdi. Bunları yapmadığı için tam azıcık vicdan azabı duyacakken o sırada “Annem yine hiç diyete uygun şeyler yapmamış, babamın da tatlı alacağı tutmuş ne yapsaydım yani yemese miydim?” diye düşünüp durumun kendisiyle çok da ilgili olmadığına kanaat getirip yatağın yolunu bulmuştu.
Çözüm,
Elif, Emre’nin ablası. Öğretmen olmayı istemişti. Böylece hep yeni insanlarla tanışacak ve onlara bir şeyler öğretebilecekti. Yeni tanıştığı bu insanlar kendisinden hep daha genç olacağı için de kendini her zaman daha genç hissedecekti böylece.
Gerçi Emre “Şimdiki çocuklar sadece istediklerini alıp eğlenme peşinde nasıl uğraşıyorsun onlarla, hiç çekilmez.” diyordu. Öğretmenler odasındaki birçok öğretmen de Emre gibi düşünüyordu. Zamane çocukları çok değişmiş eskiler öyle miymiş filan gibi düşünceleri vardı. Ama Elif’in bu düşüncelerle geçirecek vakti pek yoktu. Derslerde çocuklara bir yandan ders anlatırken, bir yandan da kıvrak zekasıyla espriler yapıp onların ilgisini çekmeye çalışıyordu. Ders aralarında diğer öğretmenler gibi öğretmenler odasına gidip bir çay içip dinlenmeyi elbette o da istiyordu. Buna rağmen bazen dersle ilgili, bazen de özel sorularıyla onu yakalayan çocuklarla sohbet edip dertleşip sorularını çözerken teneffüs bitiyordu. Okuldan sonra eve gelip ailesiyle yemek yemek en büyük keyiflerinden biriydi Elif’in. Biliyordu ki bir gün evlilik ya da başka bir şey onların her gün beraber yemek yemelerine engel olabilirdi.
Yemekten sonra biraz yürümek, sevdiği müzikleri dinlerken parktaki spor aletleriyle ter atmak da iyi geliyordu Elif’e. Az da olsa, her gün gidemese de belirli aralıklarla yaptığı bu yürüyüşlerin vücudunu sıkı tuttuğunun farkındaydı.
Olsun, önemli olan ne kadar uzun sürdüğü değil, yaptığı işin sürekliliğiydi.
Seçim,
Aslında Emre de hem inanamıyor hem de fark ediyordu. Ablasının o kırık dökük spor aletleriyle çalışmasının ablasına fayda verdiğini görüyordu. Çünkü daha büyük olmasına rağmen bakınca ablası ondan daha genç gösteriyordu. Ablası yıllardır otobüsle işe gidip geliyor, yine de akşam yürüyüş yapacak takati kendinde buluyordu. Kendisine şirket arıza lambası yansa da iyi kötü bir araba vermişti fakat hiçbir zaman yürüyüş yapamıyordu. Hele ablasının o uykuya geçmeden önce okuduğu kitaplar yok muydu? Okuyor, kendince notlar alıyordu Elif. Kitap okumak çok sıkıcı geliyordu Emre’ye. Emre en fazla birkaç hafta içinde unutacağı kısa videoları izleyerek rahatlamayı tercih ediyordu.
Akşam yemeğinde hepsi masanın etrafındalardı. Emre’nin aklında gitmek istediği tatil hayali vardı. Bedeni yemekteydi ama ruhu başka başka yerlerde geziyordu yine Emre’nin. “Havalar ısınmaya başladı. Kış olmasın. Yağmur da soğuk da çok hoş değil ama fazla da ısınmasın, ısınınca da ben zaten deniz kenarında olmalıyım. Yazın çalışmak bana göre değil” demişti Emre. Babası da Emre’ye her zamanki klişe sözlerinden birini söylüyordu.
“Oğlum şükret.”
Adamcağız doğru söylüyordu belki ama Emre için bu tılsımlı bir sözdü. Her zaman yanı başında duracak, birileri ona bu cümleyi söylediğinde “doğru tabi haklı” deyip beş saniye içerisinde yeniden yapmak isteyip de ulaşamadıkları, kendine engel gördükleri için söylenmeye ve tüm motivasyonunu kaybetmeye başlayacaktı. Elif tebessüm ederek kardeşine; “Havalar nasıl olursa olsun senin havan iyi olsun Emre’cim. Sen başına gelen şeylere hep çözülemeyecek sorunlar olarak bakar, şikâyet edersen, dünyanın en güzel yerinde de olsan yağmur yağar ve seni mutsuz eder” dedi.
Emre bir anda bu cümleye itiraz etmek istedi. İnsan zaten çözüm üretemediği için şikâyet etmez miydi? Elif evin Polyannasıydı Emre’ ye göre. Biraz sinirle “Çözülemeyen şeyler var bu hayatta” dedi. Elif “Sürekli spor yapmadığın için kilo alman ya da hiç istemediğin için verilmeyen zammın gibi mi Emre’cim?” dedi. Emre’nin bu sorularla baş edecek gücü yoktu. Dönüp dizi listesinden bir şeyler izlemek istiyordu. Yarın bir sürü problemle savaşacağı yeni bir güne uyanacaktı.
“Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; bu hayatta ya şikâyet edersin ya çözüm üretirsin.”
İnsanlar ikiye ayrılır; şikâyet edenler ve çözüm üretenler.
Şikâyet edenlerin yaptığı tazyikle kendisine doğru akan bir nehre karşı yüzmek gibidir ki bunu yapmaya çalışan hiçbir insanın buna gücü yetmez. Çözüm üreten insan ise o suyun kendisi ile aynı yönde akmasını sağlar. Yaşadığı şartların tamamını seçmek insanın iradesine verilmemiş fakat verilen şartları kendi lehine mi kullanacak yoksa o şartlarla sonsuz bir kavgaya mı girecek? İşte bunun seçim hakkı insana verilmiş. Her zaman doğru seçimler yapabilecek iradeye sahip olmak dileğiyle…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik
stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha
iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
…Elif “Sürekli spor yapmadığın için kilo alman ya da hiç istemediğin için verilmeyen zammın gibi mi Emrecim?” dedi…
İnsanın çaba harcamadan boşvermesi onu hep daha kolay boşverebilen bir insana dönüştürüp kaçınılmaz başarısızlık hissine götürüyor ve sonunda mutsuzluğa tabii ki.
Teslimiyetle boşvermişlik arasında ince bir fark var. Mutluluk için onun farkında olmak lazım sanırım… teslimiyet mutluluğum sırlarından biriyken boşvermek mutsuzluğun sebeplerinden biri.
Kaleminize sağlık...