Türkiye Güzeli
Tüm
kanallarda yeni Türkiye güzeli ile ilgili haberler vardı. Annesinin
yoğunluğundan faydalanıp televizyonun sesini açtı Tuğçe. Henüz dokuz yaşında,
sevimli bir kız çocuğuydu. Çoğu kız çocuğu gibi süslenmeyi, annesinin topuklu ayakkabılarını
giymeyi çok seviyordu. O yüzden güzellikle ilgili her konu ilgisini çekiyordu. Yarışmayı
kazanan kızlara taçlarını takıyorlardı.
“Ne kadar da güzeller, prenses gibi
görünüyorlar. Acaba bir gün ben de böyle bir taç giyer miyim?”
diye düşündü.
Aradan
birkaç hafta geçti. Yine televizyon açıktı ve Türkiye güzeli ile ilgili habere
denk gelmişti. İnsanlar onu beğenmemişlerdi, biri: “Ben bile ondan daha güzelim, bunun neresi Türkiye güzeli” derken başka biri, onun seçilmesinin saçmalık
olduğundan bahsediyordu.
Tuğçe,
taç giyen birine herkesin hayran olacağını düşünüyordu. Onun yerine insanların
onun çirkinliğini konuşmalarını anlayamadı hiç. Annesine “anne, sence güzel bir kız mı?”
Televizyon
kapanınca, Tuğçe her zaman oynadığı oyunu oynamaya başladı. Dolabını açtı, iki
tane elbisesi vardı. Birini annesi doğum günü için almıştı, biri de ablasından
ona kalmıştı. Annesinin topuklu ayakkabılarını ve makyaj malzemelerini de aldı.
Hepsini sessizce odasına götürdü.
Önce
karpuz kollu olanı giydi. Sanki podyumdaymış gibi, bir manken edasıyla yürümeye
başladı. Sonra annesinin rujunu sürdü ama yanaklarına kadar yayıldı. Sonra
annesinin en sevdiği topuklu ayakkabılarını giydi. Çok güzel göründüğünü
düşündü.
Kıyafetlerini
değiştirdi, ne kadar aksesuarı varsa hepsini tek tek deniyordu. Her seferinde
ayrı bir mutlu oluyordu. Arkadaşları geldiğinde de onlarla birlikte dolapta ne
varsa döker, hepsini tek tek giyer, koridoru podyum yapar yürürlerdi. Tek fark
bu sefer onu bir güzellik yarışmasına dönüştürmüştü zihninde.
Arkadaşları
ile oynarken de onlardan daha güzel olduğunu düşünürdü. Bir şekilde güzellik
kraliçesi olmanın çok önemli bir şey olduğuna kendini
inandırmıştı. Sınıfın en güzel, en farklı kızı olmak için her gün ayrı bir saç
modeli denerdi. Annesine her hafta yeni aksesuarlar aldırırdı. Gerçekten de çok güzel bir kızdı. Zaten o yaşta her çocuk güzeldir.
Çevresindekiler
de Tuğçe’ye sürekli övgüler yağdırırlardı; anneannesi, babaannesi, halası, annesinin
arkadaşları, komşu teyzeler, öğretmenleri… Tuğçe’nin o süslü halleri hoşlarına
giderdi. Zamanla, Tuğçe bunu artık bir kimlik haline getirmişti. Övgü almadığı
ortamlarda rahatsız oluyor, başkası övgü alsa modu düşüyordu. Öyle ki annesi
kızını mutlu edebilmek için ne yapacağını şaşırıyor. Çoğunlukla da alışverişe
çıkartıyordu.
O
gün kıyafetleri giyip çıkartırken, az önce izlediği haber geldi aklına. “Ya beni de beğenmezlerse!” dedi
içinden. İçini bir korku kapladı ve koşarak yatağına saklandı. Ağlamaya başladı,
içeriden sesini duyan annesi telaşla yanına geldi. Kızına sarıldı, ne olduğunu
anlamaya çalışıyordu. Aklı bilgisayar başında bıraktığı işindeydi. Diğer
taraftan kızını sakinleştirmeye çalışıyordu. O sırada kapı çaldı, eşi gelmişti.
Zamanlamanın çok iyi olduğunu düşündü. Böyle durumlarda tek başına kaldığında
panik olurdu.
Tuğçe’yi
zar zor banyoya götürüp elini yüzünü yıkadılar. Sürekli aynı cümleleri
kuruyordu: “Ben çirkin miyim anne? Ya
beni de beğenmezlerse?”
“Kim beğenmezse kızım? Neden çirkin
olasın, çok güzelsin.” dedi annesi. Bu konuyu neden bu kadar
dert ettiğini anlayamadı annesi.
Ama
Tuğçe’nin sakinleşmemişti, annesini duymuyordu bile. Hayatın anlamını o an için
güzel olmak ve beğenilmekti. Peki ya beğenilmezse! Şu an bu tavırları, gözyaşları
bir çocuk kaprisi gibi gözükse de, ilerde büyük fırtınanın rüzgârları
olabilirdi. Çünkü bugünümüz yarının habercisi idi ve bunun bir de ergenliği
vardı. Üstelik Tuğçe daha çocuktu neyi yanlış yapabilirdi ki. Belli ki bir
yerlerde bir yanlış yapılıyordu.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi der ki: “Övgü ve yergi davranışa yapılır,
kişiliğe değil.”
Yani
överken, “sen akıllı bir çocuksun” yerine,
“bu davranışın akıllıcaydı” demek. Ya
da “Çok yeteneklisin” yerine, “bu resimde renkleri çok güzel kullanmışsın”
demek. Böylelikle kişi neyi doğru yaptığını bilir ve onu tekrar edebilir. Kendisinin
zaten şahane bir insan olduğunu düşünmez.
Olumsuz
bir şey olduğunda da, “sakar bir
çocuksun” yerine, “bardağa dikkatli
taşımadığın için düştü” demek. Böylece, kişi olumlu ve olumsuz taraflarını
bilir böylelikle eksik taraflarını geliştirebilir. Övgü ya da yergiyi
genellediğimizde, kişi bunu kişiliğinin tamamına yapılmış gibi algılar. “Çok güzelsin” denildiğinde bütünüyle
çok güzelmiş gibi düşünür. “Ben zaten
güzelim” dediği için güzel olmanın sırrı kendinde zanneder. Güzel olmak
için bir şey yapmasına gerek olmadığını düşünür. Oysa insan davranışlarının
toplamıdır. İnsanlar bizi davranışlarımıza ve onlarda uyandırdığımız hislere
göre severler veya sevmezler. O zaman kimin daha iyisini yapmasına destek olmak
istiyorsak, davranışlarını ön plana çıkartmak gerekir. Böylece kişi eğer doğru
yaptıkları ile bir “taç”ı hak ettiyse, onu elinden kimsenin alamayacağından
emin olabilir.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi
tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Genelleme iyi de ve kötü de nerelere varıyor...
İletişimde güzel bir strateji…
Teşekkürler Sevgili Yazar, emeklerinize sağlık. 🌷
Emeğinize sağlık🎈
İnsanı doğru zamanda doğru şekilde övmek hareketin devamlılığını sağlar .