IHLAMUR ETKİSİ
Biri ile ilk kez tanıştığında sana
da olur mu?
Onu yıllardır tanıyormuşsun gibi
hissedersin bazen…
Ya da yolda birini görürsün geçmişi
anımsatır.
Ya da hayatına biri girer, sana
öyle güzel yol gösterir ki şükredersin.
Ya da bir başkası seni öyle güzel
dinler ki derdini ona anlatmak iyi hissettirir.
Kimi de senin endişeni alır,
sakinleştirir; bir ıhlamur ağacının altında, çiçeklerinin açtığı bahar mevsiminde,
kokusunu içine çektiğindeki hissettiğin o nadir hissi verir sana.
Baharın misafirleri diyebileceğimiz
erguvan, akasya, iğde, ıhlamur, manolya, gülibrişimin vaktini çoğumuz iple
çekeriz. Her birinin farklı bir tadı olsa da ıhlamurun yeri ayrıdır. Hani bazı
kokular vardır, yanından geçerken güzel ama fazla koklayınca baş ağrıtan, fazla
gelen… Hah işte onlara benzemez pek ıhlamur. İnsan o kokuyu içine çektikçe
çekmek ister. Çektikçe insan gevşer, rahatlar.
Sakinleştirmeyi, endişe almayı,
huzurlu hissetmeyi bir ıhlamurdan öğrenebilir mi insan? Bir ağaca bu gözle
bakabilmek mümkün mü?
Doğa en iyi öğretmenlerden biri diyebilir
miyiz? İnsanoğlu ona bakarak birçok şeyi hayal etmedi mi? Ya da ona bakarak ilham
almadı mı? Uçaklar, helikopterler, denizaltılar, radarlar…
“Evet” ise cevabımız, her canlıdan
öğreneceğimiz şeylerin sayısını arttıramaz mıyız?
İnsan keşke daha fazla merak etse
etrafındakileri; bitkileri, hayvanları, denizleri, yeri, göğü, dağları… Aslında
ıhlamurunki de o hesap değil mi?
Mesela, yakınında yöresinde gördüğü
bir bitki ile ilgili… Sorsa kendine?
“Neden
var? Bize faydası ne? Bize ne anlatıyor? Hayatımda ona bakıp bir problemimi
çözecek olsam bana ne söyler?” diye… Belki de sandığından çok daha fazla
şey fısıldar.
“Zihin genişleyebilir.” O zaman ıhlamurdan başlasak zihnimizi genişletmeye…
Hafif bir esintinin çıkması bile,
yaprakların kıpır kıpır oynaşmasına ve ağacın üzerinde yeşil-beyaz renkleriyle
bir dansın başlamasına yeten “ıhlamur”…
Bir yüzü koyu ve parlak, diğer yüzü soluk yeşil olan yaprakları bahar
esintileriyle ne güzel sallanır. Öyle güzel bir görüntüsü vardır ki, çiçekleri
yokken bile insanın tüm endişesini alır götürür.
Peki, insan ne zaman endişelenir?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Huzurlu
insanda endişe olmaz.”
Huzur, insanın aslında bir ömür
aradığı şeylerden biridir. Huzuru bulunca insanın duygusal arayışı da gider. Zaten
hayattaki çoğu riskli davranışın sebebi
de bu duygusal arayış değil midir? Beğenilmeye, takdir edilmeye, sevilmeye,
güvende olmaya, sayılmaya duyduğu o ihtiyaç, insana olmadık şeyler yaptırır. Üstelik
tüm bunları elde etmek de yeterli olmaz. Bu sefer de elde ettiklerini kaybetme
korkusu onu huzursuz eder.
“Ya kaybedersem”, “ya sevmezse”, “ya giderse”, “ya biterse”, “ya
ölürse”, “ya bir daha göremezsem”, “ya
bir daha olursa” gibi milyonlarca kaygı ve korku içeren düşünce, insanın
huzurunu kaçırır.
İnsan, onu kaygılandıran şeyleri azaltmaya çalışır çoğu zaman. Ona
“hayır” diyemeyen insanları etrafına toplar. Vazgeçilmez olmak ister, kimse onu
terk etmesin ister. Ya da kendini güvenli bir yere almak ister. En basitinden
ayağı toprağa değsin ister. Havada veya denizde iken huzursuz olur. Güvenlikli
siteleri tercih eder, alarm taktırır. Yetmez, kapıya dört kilit koyar. Ama yine
de korkar, endişelenir, kaygılanır. Oysa tüm bunlara inat, gecekonduda
yaşayanlar kapıda kilit olmadan uyuyabilir.
Bunun gibi, savaşın olduğu ülkede yaşayanların kaygıları, şaşırtıcı
bir şekilde, çok daha azdır. Daha zor paniklerler. Çünkü dış dünyada kaygı verici olaylar oldukça, onunla mücadele eder insan.
Bu da cesaretini artırır.
O yüzden insan hayatında kendini rahat ettirdikçe değil mücadele edip
güçlendikçe kaygılarını azaltır. Net olup elinden geleni yaptığında ve bunun
hayırda olduğunu bilince ferahlar. Dışarda karşılaştığı hele de kendi
belirlediği hedef ile ilgili problemlerle mücadele etmek ona iyi gelir. Bir
yandan yorulur, üzülür, bunalır ama hedefine ulaştıkça mutlu olur. Böylece ferahlama hissi başlar, hafiflik hissi
olur, gevşeme olur.
İşte biz çoğu zaman anlık rahatlamalarla kendimizi iyi hissetmek
isteriz. Oysa daha uzun vadede bizi rahat ettirene odaklanmak gerekir.
Anı yaşamak,
sanılanın aksine nereye varacağımızı görmemize engel olur. Düşünce mesafemiz
kısaldıkça gittiğimiz yerin neresi olduğunu anlayamayız. Tıpkı yolda giderken
hep önümüzdeki kaldırım taşlarına bakmak ama hiç yolun nereye gittiğine
bakmamak gibi. İşte o zaman da endişesi bol bir hayatımız olur. Çünkü çabalarımızın
sonucunun nereye varacağını göremeyiz. Oysa, insanı elinden geleni yaptığını
bilmek rahatlatır. Tıpkı o ıhlamur kokusunu içimize çektiğimiz zamanki gibi. Yoksa
çabamız, hareketimiz, hedefimiz olmadığında hiçbir şey bize iyi hissettiremez;
ıhlamur bile…
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi
tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Endişenin huzur ile bağlantısı ve anı yaşamanın endişemizi arttırdığı bilgisi düşünmeye değer.
Gerçek huzuru bulup, kaybetmeyenlerden olmak ümidiyle..
Herşeyin anlamını anlamak böyle mümkün değil mi?
Teşekkürler Sevgili Yazar, emeklerinize sağlık. 🌷
İnsan kaygılandığında duyguları aktifleştiği için doğru tepki veremez düşünemez. Oysa bilinci açık olup mücadele etmeye dış dünyada çözüm üretmeye başladıkça daha doğru tepkiler verir, rahatlar. Kaygı azalır yerine huzur gelir.
AL BUNU BAŞ UCU KİTABININ ARASINA KOY🥰