Bu Kadar Neşe Fazla Değil mi?
Sonbahar esintisinin
yavaş yavaş yerini kış ayazına bıraktığı zamanlardı. Günler kısalmış, geceler
ise uzamıştı. Akşamları kestaneler közlenmeye, tarhanalar kaynamaya başlamıştı.
Mis gibi ortamı saran portakal, mandalina kokuları eşliğinde muhabbet etmek,
keyif veriyordu.
Ela da kış
akşamlarını bu sebeple çok severdi. Özellikle evde olur, Yeşilçam filmleri izlerdi.
Etrafındakiler ona “çok alaturkasın” dese de diyenlere aldırmaz, güler geçerdi.
O nedenle sevdiği o nostaljik filmleri
kimseyi zorlamadan, tek başına izlerdi.
Ela’nın evinde
hareket çok erken başlardı. Sabahları gün aydınlanmadan herkes kalkar, eşini
işe, çocuklar da okula giderdi. Onlar gider gitmez de, Ela’nın mesaisi
başlardı. Evin toplanması temizliği, yemeği, çiçekleri... Menekşesi çiçek
açmıştı, kucakladı saksıyı, balkondaki sehpaya yanı başına koydu. Dumanı tüten salebini
yudumlarken her bir yaprağına, çiçeğine bakmaya başladı. Ne kadar da farklı
detayları vardı. O mor çiçeklerin gönlünde açtığını düşündü. Kış ayazında
güneşin ısıttığı balkonunda içi huzurla doldu. Narin ve hassas bir çiçekti
menekşe. Hayatın ona sunduğu bir ikramdı çiçekleri. “Ne de güzelsin sen” dedi. Sonra mum çiçeğinin yapraklarına dokundu
sonra. “Açmasan da olur çiçeğim, ben seni
böyle de severim” dedi. İçini ısıtmıştı salep. Bu ara okuduğu kitap da ona
çok hitap etmişti. İçerden onu da aldı, biraz okudu. Birden aklına o Yeşilçam
filmlerinden birindeki bir şarkı geldi. Onu mırıldanmaya başladı. Olduğu yerde
sallanmaya başlamıştı ki, telefonu çaldı.
Zehra, “Çarşıdayım, bisikletine atla gel, senin bugün izin günün temizliğin vardır ama
çoktan bitirmişsindir” dedi. Nasıl da iyi tanıyordu Zehra onu... Gerçekten
sabah erken işe başlayınca bu saate bitiriyordu.
Bisiklet gerçekten de
çok iyi fikirdi. Trafiği çekmek, park yeri aramak istemiyordu hiç. Üstelik
bisiklete binmeyi yaz kış de çok seviyordu. Çocukları bile arkasında gezdirerek
büyütmüştü. Sıkı tutunmalarını tembihler, bazen hızlanır bazen de yavaşlardı. Çocukların
sevinci, birlikte rüzgârı yüzlerinde hissetmek onun yüzünü güldürürdü. Hem
kendi eğlenir, hem de eğlendirirdi. Aslında bu konuda da onu eleştirenler yok
değildi. “çocuk musun sen? Ne işin var
bisiklet tepesinde, çocukları da düşüreceksin” Bisiklete binmenin yaşı yoktu ki, üstelik bir
annenin çocukları ile eğlenmesi ayıp mıydı?
Zehra, “Özledim seni, aramızda iki bina var görüşemiyoruz. Şuraya bir çorapçı
açılmış bir bakalım mı?” dedi. Ela “bizimkilerin
de ihtiyacı var, olur” dedi. Dükkâna girdiler, rengârenk çoraplar aldılar. Zehra
bir taraftan seçerken bir taraftan da konuşuyordu. “Biraz renkli kaçtılar ama bize benziyor bunlar Ela” dedi. Ela “Çok olmadı mı? Hediyelik falan derken abarttık
sanki dükkânı da götürelim istersen” dedi
ve güldüler. Zehra, “Ay bu büyük kızın
doğumuna giderken ayağındaki çoraba benziyor. Baksana üzerinde kediler var.
Duruyor mu o çorap hala!” diye sordu. Ela, “Evet, tabii saklıyorum. Oğlanın doğumu ağustostaydı ondan hatıra
olarak da halhalımı saklıyorum.” Yine gülüştüler. Birlikte çok fazla anıları vardı.
O sırada yanlarına gelen bir teyze “Ayıp değil mi niye gülüyorsunuz bu kadar! Cennetten müjde mi aldınız?” dedi. Zehra dondu kaldı, Ela “Çok mu sesli güldük, biz ” dedi. “Ağır olun, koca kadınsınız” dedi. Ela uzatmak istemedi, “Sağ ol Teyzeciğim ” diyerek gülümsedi.
“Bizim
neşemizin bir kısmını da ona versinler” diye geçirdi içinden. Yanından geçip giden hayata
küskün teyze için üzüldü. “Onunla
birlikte yaşamak istemezdim” dedi. Hoş o kendi ile yıllardır yaşıyordu. O
daha da zor olsa gerek diye düşündü.
Hayatta
insan neden utanmalıydı? Neşeli olmak ve gülmek utanılacak bir şey değildi o
kesin. Peki ya neşelenmek… İnsan,
Açan bir çiçeğe bakarken, bisiklet
sürerken,
Bir manzarayı izlerken
neşelenebilse,
Bir dağın heybetinden, çölün
uzayıp giden dinginliğinden,
Her mevsimin, insanın
renklerinden,
Üzerinde hayal ettiğin bir
kıyafetten, aldığın bir eşyanın sevincinden neşelenebilse…
Yağan kar tanelerinin
ışıltısından, kartopu oynamaktan,
Bir salıncakta sallanırken gökyüzüne
uzanma hissinden,
Bir kedi yavrusunun oynamasından,
Bir bebekte, bir çocukta, bir
insandaki iyilikleri keşfetmekten neşelenebilse…
Sınavı kazanma sevincinden,
Sevdiğine sarılmaktan,
Mükemmel olmayı beklemeden, elinden
geleni yaptığından emin olduğunda,
Yanlış davranışlarını gördüğünün
iyiliğini dilerken neşelenebilse…
Ya da iyileşmesine, iyilikleri
anlamasına vesile olmaktan,
Hayatın insana sunduklarından
neşelenebilse…
İnsanın neşelenmesi, eğlenmesi, gülmesi…
Ayıp
olabilir mi, bundan utanmalı mı insan?
Peki
zıddında;
Kâinatın bize sunduğu imkânları
görmemek, duymamak, anlamamak,
Gözümüzün önündeki mucizeleri
fark etmemek… Asıl bunlardan utanmalıdır belki de insan.
Alay etmek, küçümsemek,
Anlamadan dinlemeden önyargılı
yaklaşmak,
Birinin doğduğu yerden,
renginden, boyundan dolayı onu kınamak, etiketlemek
Belki de bunlar ayıptır…
Hayat
bu kadar eğlenceli iken onu sıkıcı hale getirmek ayıptır belki de…
O
zaman, soralım mı kendimize?
Gerçeği
arayalım mı?
İyi
gelelim mi kendimize ve insanlara?
Neşe
verelim mi hem kendimize hem etrafımıza?
Dünyamız
cennete dönüşebilir belki de, hem içimizde, hem dışımızda,
Neden
olmasın? Her şeyin daha iyisi yok mu?
Nedir ayıp? Kişinin
eksiğidir aslında…
Peki bizler o eksiği nasıl tamamlayabiliriz?
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi
tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Düşünmeden atalardan getirilen veya insanın kendi istekleri doğrultusunda oluşturduğu yanlış inançlar kim bilir bizi daha nerelerde yanlışa sürüklüyor. Düşünüp, değiştirmeye ve kendimizde dönüşüm sağlamaya mod sağlayan bir yazı. Kaleminize sağlık🌸
Rabbim bize dolu dolu yaşama sevinçi ver.
Rabbim varlığından yaratıklarından onun gücünü gördüğünde neşelenmek … bundan güzeli mi var !