KASIMDA AŞK BAŞKADIR
Aniden
gelen korna sesiyle birdenbire irkilip, birden gaza basıvermişti Aylin.
İstanbul’un trafiğinde korna sesi onu panikletmişti. Frene asılması ise yine saliseler
içinde olmuştu. Allah’tan refleksleri kuvvetliydi. Çiçeği burnunda bir doktor
olmanın reflekslerinin gelişmiş olmasına etkisi azımsanamazdı.
“Ahh,
şu insanlar!” diye geçirdi içinden… “Ne kadar sabırsız! Herkesin acelesi var, herkes telaşlı!
Sanki nereye gidecek!” Azıcık arayı açtı diye hemen kornaya asılmışlardı.
Aslında onlara teşekkür etmeliydi. Çünkü korna sesi sayesinde son günlerde zihninde
dönüp duran o can yakıcı konuşmadan kurtulmuştu. Bir iki dakikalığına da olsa
dış dünyaya çıkmak iyi gelmişti.
Şöyle
bir aynadan kendine baktı. Aynadaki yüzü yabancı geldi ona. Uykusuzluk, açlık
ve üzüntüden yüzü kireç gibiydi. Ne
yemek yiyesi ne konuşası, makyaj yapası ne de giyinesi vardı. Ağlamaktan şişmiş
ve kızarmış gözlerine bakmaktan memnun olmamıştı ki aynayı hızla kapattı. Kafasını
sola çevirince -o da ne!- hayallerini
süsleyen o üstü açık kırmızı araba yanındaydı. “Yok artık! Nerden çıktı bu!” derken yeniden gözleri doldu.
Kırmızı
araba ona olanları anımsatmıştı. “Hani kasımda aşk başkaydı?” Emre ile ilk çıktıklarında yaz sinemasında
bu filmi izlemişlerdi. Sonra kasımı beklemişti evlenme teklif etmek için Emre.
Ne de romantik bulmuştu bu davranışını.
“Nasıl oldu da bir anda beni hayatından çıkartabildi?” diye arabada sanki biri varmış gibi yüksek sesle
sordu Aylin. “Bu kadar mı kolay vazgeçilebilir biriyim ben onun için. İki ay
sonra evleniyorduk…”
Yine bir kasım ayıydı, bu kez tek başına kalmıştı… Üzüntüsüne
evdeki
kedisi Sütlaç şahitti. “O bile kızgın
sana Emre! Neden her şeyi bitirdiğini bilmiyoruz.”
İkisi
nerede ise iki yıldır nişanlıydı. Aylin’in Tıp Fakültesini bitirmesini
bekliyorlardı. Ne olduysa iki hafta önce saçma bir telefon konuşmasından sonra
oldu. “Neymiş? Annem, nasıl olur da ondan
habersiz annesini ararmış?’’ Aylin o kadar olanlara anlam verememişti ki “Bir daha aramaz.” demiş, kendi kendine
kızmıştı. “Nedir bu saçmalık! Benim annem
onun annesini ararken ondan izin mi alacak!”
Konuyu
defalarca değiştirmeye çalışıp Emre ile konuşmak istemiş ama hiç yanıt alamamıştı.
Hatta düğün günü için kiralamayı düşündükleri o üstü açık kırmızı arabanın
fotoğrafını Emre’ye göndermişti. Ne yaptıysa bir türlü yumuşatamamıştı.
İşte,
o günden beri Aylin bu haldeydi. Hayallerinin yıkılan enkazından kurtulmaya
çabalıyordu. Ağlamadığı anlarda bile zihni o kadar sisliydi ki hiçbir şeye
odaklanamıyordu. Oysa, yurtdışına gidecekti iki ay sonra. Sınava çalışması
gerekiyordu. Emre onu çalıştıracaktı, “O
da yalan oldu…” diye içinden geçirdi.
Halbuki
Emre geçen yıl aynı sınava hazırlanırken Aylin onun yerine hastanede gece
gündüz asistanlık yapmıştı. Üstelik hocasını ikna etmek de hiç kolay olmamıştı.
Şimdi sınava girme sırası Aylin’deydi. Emre ise destek olmak bir yana, tam
sınav arifesinde bir anda terk etmişti onu.
“Biz bu hale nasıl geldik? Bu çocuk
benim peşimden iki yıl koştu.” dedi yine kendi
kendine arabada. Fakat son bir yıldır bir sürü konuda alttan alan,
önceliklerinden vazgeçen hep Aylin olmuştu. Emre’nin yurtdışındaki staj
başvurularından, sınava çalışmasına kadar tüm sorumluluğu Aylin üstlenmişti.
Hatta Emre bir süre önce Aylin’e “Bana çok iyi geldin, vizyonumu genişlettin.
Sen olmasaydın asla Amerika’da staj yapma fikrim yoktu. Bana hep destek oldun.
Söz, sen sınava hazırlanırken ben de sana destek olacağım.” demişti.
Öyle
hoşuna gitmişti ki bu sözler Aylin’in, “Çok
doğru biri ile hayatımı birleştiriyorum.” diye tüm arkadaşlarına söyler
olmuştu. Emre’nin de üstüne daha çok düşer olmuştu. Emre’ye babasının, “O
kadar param yok.” deyip almadığı uçak biletlerini Aylin hediye etmişti.
Aslında o biletler ilişkilerinde bir dönüm noktası idi sanki. Emre sonraki tüm aramalarında Aylin’den bir şey istiyordu, en çok da para…
Onca
yıllık ilişkilerini kısacık bir telefon konuşmasında nasıl da silip atmıştı.
Halbuki
bugüne kadar Aylin bir iğne bile istememişti Emre’den. İstemediği gibi ne dese
yapmış, ne istese almıştı. Hatta istemediklerini bile almıştı. Babasının oğluna
yapmadığı ne varsa Aylin tamamladı. Ona göre sevgi bu demekti, fedakarlık!..
Bugün
geldikleri noktada hissettiği çok büyük bir değersizlik hissi idi. Üstelik böyle
büyük bir nankörlük karşısında canı çok yanıyordu.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi der ki: “İnsan emek verdiği kişiye düşkünleşir ancak bu emek
vermekte aşırılaşırsa karşı taraf nankörleşmeye başlar. Yani ona yapılan
iyiliği göremez, kör olur.”
Aslında
insanların bize nasıl davranacaklarını ve ne kadar değer vereceklerini biz
belirleriz. Fedakarlık diye yaptığımız çoğu davranış çoğu zaman taviz olabilir.
Mutlu bir
birliktelik için çiftlerin birbirine karşılıklı emek vermesi gerekir.
Bazen beğenilme ve ilgi görme isteğimiz fazla olduğunda karşımızdakinin yapması
gereken de biz yapmaya başlarız. Böylece daha çok sevileceğimizi, takdir
göreceğimizi sanırız. Böyle oldukça karşıdaki kişi daha fazla geri çekilir. Hep
bir taraf veren diğeri de alan el olunca ilişkinin dengesi bozulur. Yapılan
jestler bile artık görev haline gelir.
O
nedenle ilişkilerde karşılıklı emek vermek, her iki tarafa da iyi
gelir. Emek vermek her şeyi güzelleştirir…
Sevgi
de emek vermek değil midir?
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi
tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Alma verme dengesiydi aslında hayat.
Her şey olması gereken zaman ve sınırda kıvamında olunca ilişkilerin de hayatın da asıl tadı çıkıyor . Konforlu bir hayat için kıvam olmazsa olmazımız !