Neden Mutsuzum?
Zeynep
gözlerini açtığında gün çoktan doğmuş, saat öğleyi bulmak üzereydi. İsteksizce
yataktan kalktı ve akşam berbat ettiği odasına bir göz gezdirdi. Uyuyakaldığı yerde
kucağındaki patlamış mısır kasesi ve bilgisayarı, yatağın kenarına düşmüştü.
Boş çikolata paketleri yerlerde, kıyafetleri bir köşede dağ gibi olmuştu.
Bu
haline anlam veremese de sıkıntıdan kendini yedi-sekiz sezonluk dizilere
vermişti. Daha önce böyle huyları yoktu. Kolay kolay da sıkılmazdı. Bu seferki
sıkılmaktan çok içinden çıkamadığı bir sorundan kaçışa benziyordu. İşin garip
yanı, dışardan bakınca görünen bir sorunu da yoktu. En azından kendinin bildiği
bir sorun... Yakın arkadaşlarıyla görüştüğünde de aynı cevabı alıyordu: “İyisin kızım! Daha ne olsun! Başarılı bir kariyerin, güzel bir ailen ve imkanların var.
Hiçbir sorunun yok!” diyorlardı. Zeynep, buna inanmak istiyordu çünkü
gerçekten hayatında bir problem
yoktu.
Peki,
bu içeriden gelen ve yoğun sis bulutuna benzeyen karanlık his neydi? Motivasyonunu düşüren, yaşama sevincini aşağıya çeken bu duygu
aslında yok muydu?
Vardı
işte… Gözle göremese de kanlı canlı hissediyordu. Yataktan zor kalkmıştı bugün.
İşe gitmek istemiyor, kişisel bakımlarını aksatıyor, çocuklarıyla bile konuşmak
istemiyordu. Her şey yolundaysa bu tuhaf hal de neyin nesiydi?
·
Havalar soğudu, mevsim geçişi
acaba ondan mı?
·
Geçen hafta işler yetişmediği
için patronla papaz olduk ondan mı?
·
Son zamanlarda sporu aksattım,
sağlıklı beslenemedim kesin ondan!
·
Yoksa nazar mı değdi? Üzerimde
bir ağırlık var, kesin ondan!
Her
birini tek tek değerlendirdi, denedi. Üzerinden bir hafta geçti ama bu ruh hali
geçmiyordu. Patronla görüştüğü meseleyi tatlıya bağladı, spora ağırlık verdi.
Kendine okudu, üfledi, geçmedi. En sevdiği kafeye gitti, en sevdiği tatlıyı
yedi, alışveriş yaptı, yine geçmedi.
Hiçbir şeyden tat almıyordu ve geçmek bilmeyen bir baş ağrısı vardı. Çenesine kadar vuran bir ağrı. Önce gerçekten başı ağrıyor zannettiği için nöroloğa gitti. Muayene sonucu anlaşıldı ki çenesini ağrıtan başı değil, başını ağrıtan çenesiymiş. Uykusunda dişlerini sıkmaya başladığı için her sabah baş ağrısı ile uyanıyormuş. Doğruydu. Diş etlerinin sızladığını hissediyordu her sabah. Buna çok şaşırdı çünkü hiç farkında değildi. “Peki neden dişlerimi sıkıyorum?” dedi ve araştırmaya başladı. Aradan haftalar geçti. Bir gün okuduğu bir kitapta karşısına kaygı ile ilgili bir makale çıktı.
“Kaygının insan üzerindeki
etkileri, diş sıkmanın kaygı ile ilişkisi…” gibi
birçok başlık vardı. Sonuna kadar nefessiz okudu. Susuz çölde inci bulmuş gibi.
Yıllardır derdini anlayan kişiyi aramış, sonunda bulmuş gibi.
Dünya
gündemini yakından takip etme ve içselleştirme gibi bir durumu vardı Zeynep’in.
Sadece dünya gündemi değil, çevresinde yaşayan herkesin problemini dert edinir,
çözmeye gayret ederdi. Son zamanlarda bu öyle bir hal almıştı ki yardımcı olmak
istediği kişiler gece rüyalarına bile girmeye başladı.
Bu
aslında güzel bir şeydi. Başkalarının derdini dert edinmek, onlara destek
olmak, sıkıntılarından kurtulmalarına vesile olmak. Ama hayatta her konuda olduğu gibi bunun da aşırısı zararlıydı.
Özellikle
dünya gündemi, hislerle çözülebilecek gibi gözükmüyordu. Savaşlar, kıtlıklar,
hırsızlık ve dolandırıcılıklar. Haberlere on dakikadan fazla baksa nefesi
daralıyordu. Birkaç sorun varken günlük hayatına yansımıyordu belki ama son
haftalarda baş edemeyeceği öyle olaylar olmuştu ki, zihni işin içinden
çıkamamıştı. Olmamış olayları olacakmış gibi tasarlamak ve onlar için
endişelenmek Zeynep’i çok yormuştu. Düzeltemediği olaylarla ilgili olasılıklar
kuruyor ve bunların gerçekleşme ihtimali ile kaygılanmaya başlıyordu. İşin ilginç tarafı, bunu yaptığının
farkında değildi. Sadece olayları dinlediğini, çözümler ürettiğini zannediyordu. Oysaki bazen bazı olayların
çözümü bizde değildir. Sadece olayı olduğu gibi kabullenmek gerekir.
Çünkü Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Dış dünya bizim kontrolümüzde
değildir. İnsan sadece kontrol edebileceği alanlardan sorumludur. Elinden gelen
sebepleri oluşturduktan sonra sonuçlarla ilgilenmez. Kontrol edemediği olayları
kontrol etmeye çalışması, kişinin mutsuz
olmasına sebep olur.”
Zeynep’in
de yaşadığı durum tam olarak buydu. Kontrol edemeyeceği olayları, iyi niyetle
de olsa kontrol etmeye çalışmak. Edemediğinde ise kaygılanmak ve içten içe paniğe kapılmak. Bu kaygı öyle bir hale gelir ki insanın zihnini alıp başka bir zaman
dilimine götürmüş adeta. Yani olduğumuz zaman diliminde olmamızı ve anda
kalmamızı engeller. Yaşama sevincimizi
yavaş yavaş azaltır ve üretimde kalmamıza
izin vermez. Elimizden bir şey gelmeyeceğini anladığımız konularda kabullenmek
ve olayları akışına bırakmak başarıya giden
yolda en önemli adımlardan birisidir.
Özgürleşebilen ve dününden daha iyi olabilenlerden olmak dileğiyle...
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar