Bakkalın Oğlu

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

 BAKKALIN OĞLU

“Bakkalın oğlu, geçen gün de gelmişti hani.” dedi telefoncudaki kişi, diğer çalışana.

Mert, aylardır istediği telefonu nihayet alabilecekti. Artık lise son sınıfa geçmişti. “Bu dünyadan geldik gidiyoruz, hala şu marka telefonumuz olmadı” diye babasına türlü nazlar yapıyordu. Babası ise başlarda pek oralı olmamıştı. Ne zamanki oğlunun telefonu bozulmaya başladı, o zaman yeni bir telefon almaya ikna oldu. Ancak kendisinden istenen telefon, pek de alınabilecek bir tutarda değildi.

Telefonun fiyatı, büyük şehirde yaşayan bir ailenin yaklaşık dört aylık kirasına denk geliyordu. Mert çok hevesliydi, üniversite sınavına gireceği için de sağlam bir motivasyon olacağını söylüyordu herkese. Önce annesini ikna etmişti. Şimdi de ikisi bir olup babasını ikna etmeye çalışıyorlardı. Babasının o telefonu alacak parası vardı ama alırsa büyük bir yanlış yapacağını biliyordu. Oğlunu karşısına alıp yumuşak ama net bir dille konuşmaya çalıştı.

“Senin şimdi bir telefona ihtiyacın var değil mi? Arama yapabileceğin, mesaj gönderebileceğin, internete bağlanıp, fotoğraf-video çekebileceğin bir telefona. Tamam, istediğin telefonun kalitesi yüksek olabilir ama aynı işleri yapacak daha uygun telefonlar da var. Kendi telefonuma bakıyorum, aynı işlemleri rahatlıkla yapabiliyorum. Ben senin babansam, senin ihtiyaçlarından sorumluysam, kendime aldığım telefondan daha pahalı bir telefonu sana alamam. Bu seni de beni de bozar. Standardımız bu olamaz yani. Sen ille de o marka telefon olsun diyorsan bu senin seçimin olur. O zaman da senin bir çaba ortaya koyman gerekir. Benim telefonumun ortalama fiyatı neyse biraz daha fazlasını sana verebilirim. Kalan tutarı kendin çalışıp tamamlayarak istediğin telefonu alabilirsin. Anlaştık mı?”

Mert’in gözleri açılmış, şaşkınlıkla babasını anlamaya çalışıyordu.

“Nasıl yani? Ben sınava hazırlanıyorum, okul var. O kadar parayı nasıl çalışıp kazanabilirim ki?”

Hakkını veremeyeceğin bir şeyi istemekten vazgeç o zaman oğlum. O kadar para diyorsun bak. Demek ki, istemekle elde edilemeyecek şeyler var. İsteğine karşı bir çabanın, bedelinin olması gerek. Sen en iyisi ne kadar istediğini tekrar düşün ona göre bir karar ver.”

Mert’in duydukları pek işine gelmemişti. Babasının haklılığı ve bu derece sakin olması, onu içten içe çok rahatsız etmişti. Ama o telefon dışında başka bir telefon da istemediği için bu bedele razı oldu.

Babasının bakkalının yanında yumurtacıda işe girdi. Okuldan sonra gelip dükkânı temizliyor, yeni gelen yumurta kolilerini taşıyordu. Pastanelere, restoranlara daha çok toptan satışlar yapan bir dükkândı burası. Cumartesi günleri bir alt sokakta, Pazar günleri de yan mahallede kurulan pazar vardı. Mert, dükkân sahibine pazarda yumurta satmayı teklif etti. Bizim işimiz toptan, diyerek beş, on koli yumurta için uğraşamayacağını söyledi dükkân sahibi.

“O zaman sen bana toptan fiyatına sat, ben de pazarda satayım. Bir denemiş oluruz” dedi Mert.

“Cumartesi dükkânda olmayacaksan yevmiyenden keserim ama…” diyerek kabul etti patronu.

Mert, pazarda yaptığı satışlardan hem yevmiyesini çıkardı hem de üzerine kârını bile ekledi. Pazarda tanıştığı kişilere dükkânın adresini verdi, diğer günlerde dükkândaki satışlarını artırdı. İnsanlar Mert’in dükkânda oldukları saatte özellikle gelip alışveriş yapıyorlardı. Bu durum aldığı yevmiyeye de yansımıştı. 2,5 ay gibi bir sürede hem harçlıklarını biriktirip, hem de kazandığı parayla telefonun kendi payına düşen kısmını çıkarabilmişti.

Babasının yanına gidip, büyük bir övünçle parayı masanın üzerine koydu.

“Ben payıma düşeni kazandım baba. Telefonu ne zaman alıyoruz?”

Babası oğlunun nasıl çalıştığını bu süreçte izlemişti. Hiç sesini çıkarmadan, soru sormadan her zamanki gibi davranarak gözlemlemişti sadece. İlk başta telefonu isterken ki mızmızlığı, şımarıklığı gitmiş, olgun ve net biri olarak karşısına gelmişti oğlu.

“Sen hazırsan ben de hazırım” dedi tebessüm ederek ve birlikte telefoncuya gittiler.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Telefoncuya girdiklerinde babası; “Sen gir bak, ben geliyorum az sonra” dedi. Mert içeri girdiğinde, çalışanlardan biri ona doğru geldi. Diğeri ise onu tanıdı, her hafta telefona bakmaya geliyordu çünkü. “Bakkalın oğlu, geçen gün de gelmişti hani.” dedi diğer çalışana.

“Evet abi, babam az sonra gelecek. Bu telefonu alıyoruz. Parası hazır.” dedi heyecanla.

Mert’in önüne telefonu çıkarıp koydular. Kutusunu açmadan bir sağına bir soluna iyice baktı. Açıkta olan teşhir ürününe yöneldi. Eline alıp kurcaladı. Sonra kutudakine bakıp tekrar düşündü.

“Şu kutu açıldıktan sonra geri dönüşü yok. Artık bu telefon benim olacak.”

Sonra elindeki paraya baktı. Haftalardır verdiği emek, yorgunluğu geldi gözünün önüne. Bir elinde alın teri, diğer elinde istediği telefon. Bu kadar emek, bu telefon eder miydi?

Bir anda gözleri açıldı, elindeki telefonu tezgâhın üzerine bıraktı.

“Abi, benim telefon baya sıkıntı çıkarıyor, tamir etsek ne kadar tutar? Tamirden sonra ne kadar daha kullanabilirim bunu?”

Telefoncudakiler şaşkındı.

“Nasıl yani, sen bunu almaya geldim para hazır demiştin?”

“Evet abi, ama parama kıyamadım. Çok çalıştım bu parayı kazanmak için. Bu telefon karşılığı olamaz o kadar emeğimin. Elime alınca hevesim de gitti zaten. Alırsam kesin pişman olurum. Sen, tamir olur mu bana onu söyle!” dedi.

Telefoncu satış yapamadığına üzüldü ama Mert’in bu davranışı da hoşuna gitmişti. Telefona iyice baktı. 

“Çok büyük bir sıkıntısı yok aslında, hallederiz bir iki yıl daha götürür bu seni.” dedi.

O sırada babası dükkâna girdi. Mert, son kararını babasına anlattı. Babası yorum yapmadan sadece tebessüm etti. Tamir edilen telefonu bir yıl daha kullandı Mert. Sonraki yılda kendisine ortalama fiyat aralığında bir telefon aldı. Yine kendi parasıyla… Yumurtacıda çalışmadı ama hafta sonları pazarda yumurta satmaya devam etti. Üniversite sınavını kazandığında okul giderlerinin büyük bir kısmını kendi kazandıklarıyla karşılayabilirdi artık.

Babası görünürde bakkaldı. Ama oğluna hayatla ilgili çok iyi bir ders vermişti. Çünkü kendisi de kurduğu bakkalı sadece kendi emekleriyle bugüne getirmişti. Önce süt satarak, sonra sütün yanına yumurta koyarak, sonra ufak ufak büyüyerek… Bakkal dendiğine bakmayın, o caddenin en çok satış yapan marketiydi. Meyve-sebzesi, getirdiği peynir çeşitleri lüks marketlerde bulunmayan türdendi. Metrekaresi küçük ama işleyişi büyük… Bu yüzden oğlunu doğru yönlendirmekte tereddüt etmedi. Çünkü işin sırrını biliyordu.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “İnsan bedelini sever.”

Bedeller, isteği geçtiğinde, insan isteğinden ziyade bedelini tercih eder. Mert de onca çabasını, bedelini, hayalini kurduğu telefona tercih etti.

Babası, oğluna kıyamayıp o telefonu alsaydı ne kadar kıymeti olabilirdi ki?

Peki, Mert bu kadar şeyi nasıl öğrenebilirdi?

 

Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.

“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir. 

"Hayatta hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"

Yahya Hamurcu






Yorumlar

Ayşe Budak dedi ki…
Elinize emeğinize sağlık🌸
Hem.insan yetiştirme hem insanın çözüm marifeti kazanması hem de isteklerini yönetebilmesi için ihtiyaç gideren bir yazı olmuş. Gerçekten de insan bedelini sever ☺️
Adsız dedi ki…
Kaleminize sağlık. Bedel ile bilinç nasıl açılır ne güzel anlatılmış.
Adsız dedi ki…
Bu hayatta bedel ve karşılığı vardır 💐
Figen Ekame dedi ki…
Kaleminize sağlık. Bir solukta okudum. Tanıdığım tüm ebeveynlere bu yazıyı paylaşmaya gidiyorum ☺️
D.K. dedi ki…
insan bedelini sever mi hem de çok sever...
Serap Y. dedi ki…
Kaleminize sağlık farkındalık oluşruran bir yazı
E.U dedi ki…
İnsan isterde ister ama bedelini ödemeden bir şeyleri elde etmek ister.
Mertin babası tam bir ilişkilerde Usta :)
Kaleminize sağlık 🌸
Adsız dedi ki…
“İnsan bedelini sever”
Emeğinize sağlık 🍂
Ayşe dedi ki…
Bedel kıymetli bir şeydir. Kolay vazgeçilmez
Burcu dedi ki…
İnsan bedelini sever… İşin özü bu aslında hem bedelini severi hemde bedeline kıyamaz… Kaleminize sağlık…
Adsız dedi ki…
Bedel... Her şeyin şifası
Firuze Örmen dedi ki…
Bedel...bedel...bedel ne iyi birseysin sen...
Büşra S.D dedi ki…
İnsan bedelini sever… ille bedel gerçekten.. ihtiyaç gören bir yazı olmuş kaleminize sağlık🌱
Büşra S.D dedi ki…
İnsan bedelini sever… ille bedel gerçekten.. ihtiyaç gören bir yazı olmuş kaleminize sağlık 🌱
Pınar Fırıloğlu dedi ki…
İnsanı nasıl da içine çeken bir yazı olmuş, emeğinize sağlık. Keyif verdiği gibi ailelere stratejiler de vermiş. Hep düşündüğümüz ama yapamadığımız yönlendirmenin nasıl olması gerektiğini göstermiş :)
Adsız dedi ki…
Emeğinize sağlık. Küçük yaşta bedel ödeyen daha fazla kıymet bilir
ncy bşl dedi ki…
Bu stilde yetiştiren olmak isterim kaleminize sağlık