UYKUSUZ HER GECE
Uykusuz bir gece daha…
Dış halka 16 boğum, orta kısım 8 boğum, iç kısım 5 boğum.
Ekrem Bey, yine gözlerini tavana dikmiş kartonpiyer
boğumlarını sayıyordu. Arkadaşının ima ettiği şey, canını epey sıkmıştı.
Günlerdir kafasında türlü senaryolar kurup düşünüyordu. Her aklına gelen
sahnede, zihninde yeniden karşındakine haddini bildirmişti. Ama bir türlü içi
rahatlamıyordu.
Sabah geç bir vakitte uyanmış ve bunun
getirdiği miskinliği üzerinden atamamıştı. Ömrü boyunca birkaç kere bu halde
kendini bulmuştu. O da yurtdışında gizli ve önemli operasyonlar sonrasına denk
gelirdi.
Orduda kırk yıl çalışmış, emekli bir tümgeneraldi. Düzen
ve kurallar onun için hayatın yalnızca bir parçası değildi. Bizzat yaşamın
kendisi olmuştu.
Oysa şimdi hayata ters yönde kürek çekiyormuş gibi
hissediyordu. Nasıl bu hale geldiğini düşündü. Ne kadar çok şeyi kafasına
takıyordu. Canı çok sıkkındı, iç huzursuzluğu oluşmuştu. Eskiden “İçim daralıyor, ruhum sıkılıyor”
cümleleri ona komik gelirdi. Şımarıkça bulduğu şeyi yaşamak kâbus gibiydi. Ufacık
bir söz, nasıl günlerce uykusuz kalmasına neden olabiliyordu? Bu, ona göre
değildi. Hele Demir Ekrem’e göre hiç değildi. Bu, onun ordudaki lakabıydı.
Askerleri bu halini görse inanamazlardı. Mesleği gereği
hayatı hep hızlı ve belli bir rutinde akıp gitmişti. Bir şeylere takılıp
kalmaktan hoşlanmıyordu. Orduda duyduğu ağır eleştiriler ve emirler onu
caydırmaz, aksine kamçılardı. Ne yaptığını bilen, net biriydi. Bu tereddütsüz
kararlılığı askerlerinde güven ve saygı uyandırırdı. Mesleğini ve ona emanet
edilen vatan evlatlarını seviyordu.
Tümgenerallikten mecburen emekli olmuştu. Artık
sağlığı mesleğine devam etmesine izin vermiyordu. Bu zorunlu yeni yaşam, onu
savunmasız ve kaygılı yapmıştı.
Yatağından çıkıp akşamdan hazırladığı kıyafetlerini
giydi. Kahvaltı yapmak istemiyordu. Öncesinde biraz yürümek istedi. Jilet gibi
gömleği, fırçalanmış kaputu, akşamdan cilaladığı ayakkabıları ve keskin yüz
hatlarıyla yine çok heybetliydi. Kapıda karşılaştığı kapıcı Orhan Efendi bile
tekmil verircesine “Günaydın efendim”
demişti.
Yolun karşısına geçerken, dibinde sert bir korna sesiyle kendine
geldi. Evet, yine dalıp gitmişti ve bu dalgınlık ona zarar veriyordu.
Mezarlığa ulaşınca bir köşeye oturup tekrar düşüncelere
daldı. “İyi ki emekliyim.” diye
geçirdi içinden. “Yoksa bu dalgınlıkla
ciddi hatalar yapabilirdim. Acaba Güzin içimden geçenleri hissetmiş midir?” Gerçi o görmese de duymasa da her ziyaretinde
her detayı anlatıyordu. Emekli
olduğundan beri onu daha sık ziyaret ediyordu.
Kanserden kaybettiği eşi onun yumuşak karnıydı. Ekrem’in
aksine sakin, tebessümlü, huzur dolu bir kadındı. Ondan ayrılalı tam on üç yıl olmuştu.
“Hayatım
aylardır uyuyamıyorum ve seni özledim.” dedi. “Münasebetsiz Sinan’ın gereksiz
esprisi mi canımı sıktı bilmiyorum. Bana; “Sen hastalık hastasısın.” dedi.
Dahası sadece Sinan değil sanki herkes bana batıyor. Niye böyle oldum anlamadım.
Fil hafızalı eşin dün ne yediğini bile hatırlamıyor.”
Kalp hastalığı ilerlese de aslında hep zihni berraktı.
Son zamanlardaki gerilemeye bir türlü anlam veremiyordu. Okuduğu bir makale
sonucu, “Bu beyin sisi olmalı.” diye
karar vermişti. Bu onu daha kaygılı, takıntılı, depresif birine dönüştürmüştü.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi
derki; “Duran her şey bozulur.”
Evet, insan da durağanlaştıkça, hareketi kestikçe bozulan
bir varlıktır. Eskilerin söylediği “İşleyen demir paslanmaz.” sözü
aslında çok doğru bir ifadedir.
Eşinin, “Yoğun ve
tempolu bir hayatın olmasa, sen kendinle bile kavga edersin.” sözünü
hatırladı. Gayri ihtiyari gülümsedi. Oturduğu soğuk betondan kalkıp, mezardaki
güllere elini sürdü. Sanki eşinin saçlarına dokunuyormuş gibi her bir gülün
yapraklarını tek tek okşadı. “Sen her
zaman haklıydın. Evet, ben boş duramam. Miskinlik bana göre değil ve yaşım kaç
olursa olsun mutlaka bir şeyler üretmeliyim.” dedi.
Bir üniversiteden iş teklifi almış ve çok
heyecanlanmıştı. “Savunma Yönetimi Hocalığı” pek etkileyici bir unvandı. Genç,
diri ve umut dolu öğrencilerle olmak ona iyi gelecekti. “Eve gidip biraz daha düşünmeliyim, hatta uygulamaları biraz daha teorik
hale getirmeliyim.” diye içinden geçirdi.
Emeklilik sonrası Güzin’e anlatacak yeni bir konu
bulamıyordu. Bu yeni, heyecan verici işle ilgili kim bilir neler yaşayacaktı.
Ama gündüzleri oldukça yoğun bir temposu olacağı belliydi. Belki de Güzin’e
olan hafta arası ziyaretler, hafta sonuna kayacaktı. Gündüz yorulduğu için
akşamları belki de daha rahat uyuyabilirdi.
Eşi öldükten sonra, yalnızlığına eklenen emekli
miskinliğini atmak istiyordu. Güzin’in onayını aldığını düşünmek onu mutlu
etmişti.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi
tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Aynı güneş ve ayın tutulup her şeyin durduğu o kıyamet gerçekleştiğindeki an gibi …
Harekette bereket vardır bilen bilir çok güzel bir stratejidir hayatımız için.
Kaleminize sağlık 🌹
insan durdukça durası geliyor hayatım emekliliği yok
kaleminize sağlık
Teşekkürer HY
Harekette bereket vardır...
Yasaya uyumlu olursak her zaman kazanırız...
Teşekkürler..
ne kadar kıymetli… Hem üretimde hemde tüketimde bereketin oluştuğu
insanın kendini mutlu hissetmesinin anahtarı gibi…
İnsanoğlu dinamik bir canlı . Durağanlaşmaya başladıkça yaradılışa da uyumsuz oluyor . Yasaya uyumlu olan mutlu olur.
“Harekette bereket vardır”
Hareket yoksa mutluluk ve başarıdan söz edilemez…
Emeklerinize sağlık Sevgili Yazar, teşekkürler. 🌷