Dostum,
İpek okuldan eve döndüğünde saat 5 sularıydı. Hareketli, eğlenceli, şakacı, unutkan, dağınık bir kız çocuğuydu İpek. Annesiyle, babasıyla, arkadaşlarıyla konuşmayı çok severdi. Her eve gelişinde annesine anlatacağı çok hikayesi olurdu. Bu seferki eve girişinde ise annesine merhaba deyip, doğru düzgün konuşmadan, elini-yüzünü yıkayıp odasına geçti. Sırt çantasından hızlıca kitaplarını ve defterlerini çıkardı ve masasının başına oturdu. Ödevlerini yapmaya başlamıştı bile.
Annesi içerden sesleniyordu.
- “Kızım acıkmadın mı sen, hadi gel bir
şeyler ye!
- “Tamam geleceğim anne birazdan…”
Öğretmenleri okulda başarı için bugün bir strateji vermişlerdi. İpek için öğrendiklerini hemen uygulamaya geçirmek zaten onun iyi yaptığı şeylerden biriydi. Gelir gelmez hemen az da olsa derse oturmak yöntemini uygulamaya başlamıştı bile.
Uygulamadan Sonra Mola
Kısa bir süre sonra mola verip mutfağa annesinin yanına geçti. Mutfakta annesi ondan masaya eksikleri, su bardağını ve sürahiyi koymasını, suları doldurmasını istedi. İpek sürahiden bardağa suyu koyarken çıkan o sese her zaman hayran kalıyordu. Bardaktan tekrar suyu sürahiye döküp tekrar bardağa döküyordu. “Kızım hadi oynama suyla, yemeğini ye.” Deniz kenarına gittiğinde de dalga sesinden çok etkilenirdi. Su nasıl bir şeydi gerçekten? Hem rengi hem kokusu hem süsü olmayan bir şey nasıl bu kadar ihtiyaç giderebiliyordu? Tadıyla, görüntüsüyle, sesiyle, temas ettiğinde verdiği ferahlama ve tazelemesiyle… Gece yatmadan aldığı o duş sonrası hissiyatı da ona kendini kuş gibi pek hafif hissettiriyordu. Suyu ve onunla oynamayı çok seviyordu. Duştan çıktı, ipek gibi parlak sarı saçlarını taradı, pembe pijamalarını giydi. Uyumak üzere tam yatağına girip, yastığa başına koyduğunda ise sırt çantasından dışarı sarkan bir şey gözüne ilişti. Heyecanlandı. “Bu nedir ki şimdi” diyerek, yatağından kalktı, ışığı açtı. Gördüğü beyaz bir zarftı. Evet ince uzun beyaz bir zarf ona doğru bakıyordu. İçinde para mı var acaba diye düşündü. Zarfı açmadan önce temkinli davrandı. Annesinin yanına gidip sordu.
- “Anne sen çantama bir şey koydun mu?
- “Hayır kızım ben bir şey koymadım,
hayırdır ne oldu?
- “Bilmiyorum, çantamda bir zarf buldum
da senin koyduğunu zannettim.”
- “Yok ben koymadım.”
Babası da erken uyumuştu, soramadı ona.
- “Peki, babam mı bıraktı anne, sen biliyorsan
söyle lütfen?”
- “Bilmiyorum kızım, git bir bak bakalım zarfın içinde ne var? Ben de merak ettim şimdi.”
İpek tekrar odasına döndü, yatağına oturdu ve düşündü. Kitapla defteri çantadan alelacele çıkarırken zarfı fark etmemişti. Nedense eli gitmiyordu zarfı açmaya. Zihninde bir oyuna dönüştürdü bunu.
Zarfı Kim Koymuştu ve İçinde Ne Vardı Acaba?
Okulda gündüz en yakın arkadaşı Aslı ile
arasının bozuk olduğunu hatırladı. Acaba o duygularını ifade eden bir mektup mu
bırakmıştı? Ona göre hafta sonu ne de güzel vakit geçirmişlerdi Aslı’yla. Babası
İpek’e karne hediyesi olarak yazın kırmızı bir bisiklet almıştı. İpek’in bisikletine
bindiği zamanlardaki yaşadığı mutluluk
bambaşka oluyordu. Şehirde
oturdukları caddenin sonundaki hükümet konağı bahçesine kadar bisikleti
yürütmek, bisikleti süreceği bahçe hedefine varmak ona kendini güçlü
hissettiriyordu. Bahçenin içinde rahat rahat güvenli bir şekilde bisiklet sürebiliyordu.
Bahçe içinde binanın önünde hafif eğimli inişi ve yokuşu olan bir giriş
yeri vardı. O yokuşu tırmandıktan sonra o yokuşu inmekten ve bunu tekrarlamaktan
çok keyif alıyordu. Aslı’yla bisiklet sürmeyi o bahçede beraber öğrenmişlerdi.
Birbirlerine yardımcı olup bu işi öğrenmeyi başarmışlardı. Bir anda yine “Nasıl oldu da biz bugün onunla küstük
hiç anlamıyorum” derken buldu kendini. Dost dediğin birbirine küsmemeliydi.
Sorun neyse konuşulmalıydı ona göre. Söylemezse nasıl bilecekti ki ne olduğunu.
Aslı’nın bugün konuşmaması onu çok üzmüştü. Tekrar zarfa döndü ve açtı. Zarf
içinde ne para ne de Aslı’nın mektubu vardı. Ufak ufak kağıtlar çıktı içinden.
Her birinin üzerinde bir soru yazıyordu.
Eline gelen ilk notta “Dost kime denir?” sorusu vardı. Gidip annesine
sormaya karar verdi. “Anne dost kimdir?” Annesi de: “Dostlukla ilgili bugüne
kadar herkesten farklı farklı şeyler duyduk. Kimisi dost dediğin kötü gününde
yanında olandır der. Kimisi de dost dediğin iyi gününde yanında olandır der. Ama
bunun bir ölçüsü var kızım. Nedir dersen?”
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi der ki; “Dost, seni sevindiren şeylerde seninle sevinen,
sen üzüldüğünde seninle üzülendir.”
İpek, Aslı’yı düşündü. Benim dostum mu? Üzüldüğü zamanlarda o da onunla üzülüyor, sevindiği zamanlarda o da onunla beraber seviniyordu. “Peki o zaman Aslı niye küstü bana?” diye düşüne düşüne uykuya daldı sonunda.
Annesi sabah onu okula bıraktığında,
Aslı’nın annesiyle karşılaştı.
- “Bizimkiler küsmüş haberin var mı?”
- “Var var, akşam pek ağladı bizimkisi.”
- “Sorma bizimki de pek üzgün. Bir de
çantasından notlar olan bir zarf çıkmış, gecemiz biraz konuşmayla geçti.”
- “Öyle mi, bizimkinin de çantasından
zarf çıktı, tesadüf olamaz herhalde. Öğretmenine bir soralım istersen.”
- “Hocam size bir şey soracaktık.”
- “Sorun bakalım” dedi gülümseyerek.
Meğerse küslüklerini fark eden öğretmenleri düşünsünler diye zarfları koymuş. Zarfta bilinç açıcı güzel sorular yer alıyordu.
Dost Kime Denir? Düşman Kime Denir? İnsan Dostunu Nasıl Tanır?
Aslı da konuşmayı pek sevmeyen, daha yavaş hareket eden, daha hassas bir kız çocuğuydu. Unutmayan da bir zihin yapısı vardı. Sınıfta sıraya oturduklarında Aslı ile İpek göz göze geldiler. İpek’in gülümsemesine Aslı kayıtsız kalamamıştı. Dün geceden sonra o da barışmaya can atıyordu aslında. Öğretmen sınıftan içeri girdiğinde “Günaydın” dediğinde sınıftan koro halinde gür bir sesle “Günaydın öğretmeniiiim” sesi çıkmıştı. “Günaydın çocuklar” dedi ve ders başladı. Teneffüs zili çaldığında İpek Aslı’ya “barıştık mı?” diye sordu. “Barıştık” dedi. “Peki, okul çıkışında bisiklet sürmeye gidelim mi?” “Tamam gidelim.” ”Heyooo” İpek çok mutlu olmuştu.
-“Peki Aslıcım, sen bana neden küstün,
ben hiç anlamadım?”
- “Bana bir daha su şakası yapma olur
mu?”
- “Buna mı kızdın sen ya? Tamam tamam yapmam bir daha, canım dostum benim” dedi öptü, sarıldı. Usanmadan sürdükleri bisiklet sonrası, bahçedeki çeşmeden kana kana su içerlerken tekrar bir an göz göze geldiler. “Tamam tamam söz uslu duracağım” dedi İpek.
Çocukluk işte … Büyüdük ve birbirimizden halen kopmadık. Dostum Aslı halen üzüldüğümde benimle üzülen, sevindiğimde benimle sevinen. Aynı hedefte gittiğimiz yolda bana yoldaş, arkadaş.
Ramazan ayıydı. Oruçlarını açmaya, iftar saatine 5 dk. kalmıştı, İpek davet ettiği Aslı’nın bardağına suyu doldururken yine göz göze geldiler. Birbirlerine gülümsediler.
Peki, insanın bu hayatta dost gördükleri kim? En büyük dostu ve yardımcısı kim?
Yorumlar