Her Gün Yeniden
Vakti geldiğinde doğan Güneş...
Onlar için doğmasına rağmen kimsenin ilgilenmediği Güneş...
İşte yine vakti geldi, doğmaya başladı. Yine ilgilenmedi kimse, çoğu uykudaydı. Mecbur olanlar dışında da ayakta olan yoktu zaten.
Sonra doğdu bütünüyle, yine ilgilenmedi kimse. Biraz daha uyanmaya başladı dünya. Herkes kendi derdinde. Güneşle ilgilenense pek yoktu yine.
Sonra batmaya başladı. Tam da o anda gözler Güneş'e çevrildi.
“Şunun renklerine bakın!”
“Ne güzel görünüyor baksana!”
İyice uzaklaştı Güneş. Gözler yine onda. Ne derecede uzaklaştıysa gözler de o kadar odaklandı ona.
“Ah, ne romantik bir görüntü!”
“Gün batımını kesin izlemeliyiz.”
Neydi onu giderken kıymetli yapan?
Kaçan mı kovalanıyordu? İnsan ne zaman değersiz bir şeyi kaçarken kovalamıştı şimdiye kadar? O zaman Güneş’te ne vardı ki, hem kaçıyor hem de gözleri kendine çeviriyordu?
Güneşten sadece ısı ve ışık almasak da biraz da strateji
almaya çalışsak...
Peki ne diyor olabilir Güneş bize? Ne anlatıyor tüm
heybetiyle ve her gün hepimize?
Kimse değersiz olanın peşinden gitmiyor yeryüzünde.
Değerli bir şeyi bulunca da bırakmak istemiyor akıllı olan kimse. O halde mesele
bir şeyin gitmesi değil de giderken yanında götürdükleri olabilir mi?
Herkes değer görmek istiyor, kıymetli olmayı hayal ediyor ama çok az insan değerlenebileceği işler yapıyor. O çok az insanın da çok daha azı değerli olunca pasifleşebiliyor. Güneş olabiliyor.
Oysa insan değerli bir şey yaptığında şov yapmak istiyor.
“Bakın, ben neler yaptım!”
“Ne güzel işler başardım.”
İnsan Güneş'in aksine daha aktif olmak istiyor. Daha da
övgü alabilecek konuma gelmek istiyor. Görünmek istiyor. Güneş ise koca Dünya'yı
aydınlatıyor, sonra da vakti gelince Dünya’nın dönmesine, gözlerin ondan
çekilmesine izin veriyor. Sahneyi Yıldızlara veya Ay'a bırakarak kulise
çekiliyor.
“Ah! Bu ne güzel bir görüntü.”
“Hiçbir fotoğraf belli edemiyor şu Ay’ın güzelliğini…”
Ve ertesi gün Güneş yine çıkıyor sahneye, kaldığı yerden
devam ediyor fayda ve haz vermeye... Hem yüreğini hem kemiklerini ısıtmaya
devam ediyor tüm yeryüzünün.
“Şu Güneş açtı ya, benim de içim açıldı valla. Neşe
doldum.”
Pasifleşince artmakla beraber, bu sefer ilgiler ona çevriliyor yine ama tam da giderken... Güneşin ışığından hiçbir şey azaltmamış, hiç kızmamış da.
“Ne nankör şu insanoğlu. Ben gider gitmez başkalarını
övüyor. Biraz vefa! Isıtmıyorum bugün, ışıtmıyorum da… Görün Ay’ın
güzelliğini.” Demiyor. Görevine odaklanıyor. Ona verilen sorumluluğu
üstleniyor. Diğerlerinin tepkisine, vefasına ya da bozulmuşluğuna göre şekil
almıyor. Oysa öyle yapar insan. Kendinden başkasının övülmesine dayanamaz. Hele
de öyle büyük bir iş yapmışken. Kaldıramaz kendinden başkasının ilgi odağı
olmasını. Diğerlerinin yanlış tepkilerine takılır.
“Onlar doğruyu yapmıyorsa ben de yapmıyorum.”
“Onlar benim kıymetimi bilmiyorsa ben de saçımı süpürge
edemem.”
Çok haklı çıkar insan. Aslında daha da fazla çabası, haklı çıkmaktan yanadır. Hak etmeye çalışmaz. Sonra da yavaş yavaş kaybeder ışığını. Fayda verebilecekken vermeyerek. Haz verebilecekken bunu seçmeyerek ve her geçen gün daha da söner. Çünkü ona verilen hangi imkandıysa, bir işe yaraması içindi. Kullanılmayan hangi şey kalır ki insanda, ışığı kalsın?
Işık saçınca ışığının azalacağını düşünür belki de insan. O yüzden de karşılık bekler, diğer insanlardan. “Benden bir şeyler eksiliyorsa onlar da bunun hakkını vermeli” diyor belki de. Oysa hiçbir kaynak ışık vermekle ışığından bir şey kaybetmez. Daha da gelişir, daha da yeşerir. Güneş ışığını verince Ay’a, ne kaybetmiş ki? Yine tüm heybetiyle duruyor orada.
Peki nedir işin bize yansıyan stratejisi? Ne almalı Güneş'ten; ısı ve ışıktan başka? Nasıl Güneş gibi kadınlar, nasıl Güneş gibi erkekler olunur?
Bir Erkek,
Güneş gibi faydalı, Güneş gibi merhametli. İnsanın içini
ısıtan, sonra da hiç bunları yapmamış gibi pasifleşebilen, talep etmeyen.
Bir Kadın,
Güneş gibi gösterişli, insanlara neşe veren. Aynı zamanda
Güneş gibi, devamlı kendini göstermek istemeyen. Vakti gelince çekilebilen,
pasifleşebilen. Başka şeylerin de odak olabileceğini kabul eden.
Bir erkek ve bir kadın… Yaptığını, başkalarının doğrularına göre yapmayan. İnsanların bozulmasına göre, iyiliğinden vazgeçmeyen. Ne güzel bir kadın, ne doğru bir erkek!
Sonra bir de “Ben yaptım! Ne kadar iyi değil miyim?”
diyen.
Değilsin. Öyle olmuyor. Sadece fayda vermek veya sadece
haz vermekle olmuyor. Öyle ince çizgi ki, hem “çok iyi ol” diyor, hem de “hiç
bunu göstermek isteme” diyor. Çünkü göstermek için yapılınca, görünmediği an
iyi olmaktan vazgeçiyor insan. Oysa dünya böyle bir yer değil.
Nasıl bir yer?
Yeryüzünde hiçbir şey öylesine yapmıyor yaptığını. Bir
mesaj barındırıyor. Güneş sadece ısıtmıyor, ışıtıyor da... Güçlü diye, kaynak
diye, "hep kalacağım" demiyor. Ay’ın vaktine onun da fayda vermesine müsaade
ediyor. Ona da alan bırakıyor onun da yayılmasına kaynak oluyor.
Öyleyse yeryüzünde bir şey pasifleştiğinde azalmış
olmuyor. Bir diğerinin gelişimine de
sebep oluyor. Öz oluyor, doğurgan oluyor.
Aynı Güneş gibi…
Hem doğuyor hem de diğer doğumlara sebep oluyor.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi
tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Kaleminize sağlık
Kaleminize sağlık derin ve lezzetli bir yazı olmuş🌿
tahsilat etmeden ihtiyaç karşılayanlardan olmak dileğiyle:)