Az Ama Sürekli Olan Kıymetlidir
Güneşli bir gündü ve dışarıda bir dolu çocuk
vardı. Neyse ki bizim çubuk bacaklı, onların arasından lastik atlayanları
kolayca seçebilmişti.
Birler, ikiler, üçler hızlıca geçmişti.
Dörtler zordu ama olsun diye düşündü. Hoop oyun bitti tekrar baştan... Birler,
ikiler, üçler... Ama bu sefer de takımlar değişmişti... Oyun bitti. Hoop baştan... Durmadan oynuyordu.
O kadar uzun süre oynamıştı ki, bir yerden
sonra arkadaşları daha fazlasına dayanamadı ve dağıldı. O ise lastiği direğe
bağladı ve oynamaya devam etti.
Annesi camdan bağırıp “Arzuuuuu, kızım eve
gel hadi…” dediğinde zamanı fark etti.
Oyuna kendisini kaptırmıştı.
Gün boyu yemek yemediğini, yorulduğunu eve gelip de sofraya oturduğunda fark etti.
Galiba bir sorun vardı. Bir şeye başladığında
kendini durduramıyordu.
Sevdiği işi yapmaya başlayınca çok yapıyordu
ve onu yaparken de birçok şeyi yapamıyordu. Dünyayı ve diğer kalan her şeyi
unutuyordu. Bu aşırılık onu yıpratıyordu ancak henüz bunu anlayacak yaşta değildi.
“Çok” yapmak, sürekliliği kazanmak gibi geliyordu ona.
Aklından “Yaşlanınca nasıl ip atlanır?” diye
bir düşünce geçti. Anneannesi ve babaannesini düşündü. “Olamaz sanki” dedi
içinden ama o kadar da uzun vadeli düşünmek istemedi.
Uzun bir süre hep
bu oyunu oynadığını ve başka bir şey yapamadığını hatırladı.
Bu oyuna ayırdığı vakit başka şeyleri de
yapmasına engel olmuştu. Aslında bir şeyi az olsa da sürekli yapmak
kıymetliydi.
Anneannesi ile örgüye başlamıştı; örgüsü
kenarda bekliyordu.
Okuması gereken kitaplar vardı. Hepsine
başlamıştı ama sonunu getirememişti. Arkadaşlarıyla bir arada olmak, onlarla
piknik yapmak, doğada keşfe çıkmak ister ancak buna zaman bulamazdı.
Evet, bir şeyi sevince onu fazla miktarda
yapıyordu. Bu şekilde olması yapamadığı şeylerin de artmasına sebep oluyordu. İnsan
bir yerde olmayı tercih ettiğinde, geri kalan birçok yerde de olamıyordu. Oysa
geride severek yapmak istediği bir sürü şey vardı.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Bir yerde aşırı var olmaya çalışmak
başka yerlerde de aşırı yokluğa sebebiyet verir."
Aşırılıkta
olan bir şeyin ömrü uzun süreli değildir. Miktarın bu derece yüksek olması o
şeyin aşırı yıpranmasına da sebep olur.
Hayat
denge üzerine kuruludur. Dengeden çıkan, anormal miktarlara giden her şey bir
süre sonra zarar vermeye başlar.
Miktarın
aşırı olması süreklilik demek değildir. Süreklilikte denge, verimlilik ve uzun
ömürlülük vardır. Hayatımızda bizde hakkı olan her alana yeterli ilgiyi verebilmeli,
yeterli bedeli ödeyebilmeliyiz.
Biz bir tek şeyi takıntı haline getirip, onu aşırı yaptığımızda yaşantımızdaki çeşitliliği, dengeyi ve sürekliliği kaybetmeye başlıyoruz. Oysa insan optimum çeşitlilikte süreklilik sağlayabilirse huzurlu olabiliyor. Bu yüzden az ama sürekli olan çok ama kısa ömürlü olandan daha kıymetli oluyor.
“Neden geçmişe bu kadar daldım ki?” diye
düşündü.
“Bir sürü iş var yapacak. Koş Arzu Koş!”
Kendi kendine konuşur olmuştu. Kendi kendine yetişmeye
çalışan biriydi artık. Daha bir işi bitirmeden başka birini düşünmeye başlıyor,
elindekini tamamlamadan başka projelere yelken açıyordu. Aklında bin bir
plan vardı ve hiçbirine yetişemiyordu.
Arzu çocukken oynadığı lastik oyunu gibi, çalıştığı işi de abartmıştı.
Uyanır uyanmaz ilk işi kahve içmek oluyordu. Sonra gün boyu kahveler, çaylar masasından eksik olmuyordu. Arkadaşları ona “Ünlü kahve zinciri ile ortaklığı var” diyerek takılıyordu. Bazen uyuz oluyor ama susuyor bazen de dönüp iki laf edesi geliyordu.“Çok işim var çok. Uğraşamam bunlarla…”
diyordu içinden.
Sanki tüm dünya da Arzu’nun bu hızına uyumlanıyor,
yolladıkça iş yolluyordu. Millet gezerken, Arzu nerede iş varsa orada buluyordu
kendini. Çalışma arkadaşları tarafından “Çok iş çıkartır, çok çalışır,
gerekirse sabahlar” diye biliniyordu.
Arzu ise yaptıklarını beğenmez olmuştu.
Yapabildiklerini çok yapmak, aşırı yapmak kolay olan diye düşündü. Sürekli işin
başında olarak o konuda yol almamak mümkün değildi. Ancak hayatta bir yerde çok
ilerlediğinde, başka bir yerde de geri kalmak kaçınılmazdı.
Hayat
Sorular Sorar…
Hayat bizden denge
kurmayı bekliyordu. Arzu bunu öğrenene kadar, hayat ona sorular sormaya devam
ediyordu.
“En son ne zaman annemi ziyarete gittim?” diye
düşündü. Tüm zamanını işiyle ilgili bir şeylere yetişmekle geçiriyordu. Keşke
biri ona zamanını nasıl dengeli kullanabileceğini söyleseydi.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Ertelenen her şey büyür.” Bugün göz çektiğim, “bunu
daha sonra yaparım” dediğim ya da “şimdi bir bakayım sonra tamamlarım” dediğim
her şey, ileride bana ayak bağı olmaya başlar. Tıpkı Arzu’nun düştüğü durum
gibi... Evet, yapma marifeti vardı ancak her şeye yetişemediğini fark ettiğinde
boğulacak gibi oluyordu.
Elbette
ki, hayatın içerisinde yapmamız gereken işlerimiz, görevlerimiz,
sorumluluklarımız var. Aklımıza her geleni yapmaya çalıştığımızda, bir şeyler
ya eksik kalıyor ya da ertelenmeye başlıyor.
Ertelemeden Başlamak…
Arzu bir işe
başlamak için en doğru anı bekliyordu, tüm koşullar o iş için uygun olmalı,
ortam sakin olmalı ve kafasını toparlamalıydı. Ancak bazen de olduğu kadarıyla,
ertelemeden başlamak gerekiyordu.
O nedenle insanın önceliklerini belirlemeye,
bilinçli seçimler yapmaya ihtiyacı vardı. Bunun en güzel yolu ise planlama
yapabilmekti. Peki bunu nasıl yapacaktı?
Arzu bir an durdu, düşündü.
*Bu yaptığım şeyler, bana toplamda fayda
veriyor mu?
*Günün sonunda mutlu olabiliyor muyum? Yardım
ettiğim kişiler, bir teşekkürü bile bana çok görüyor...
*Peki neden hâlâ bu kadar uğraşıyorum?
Yakın arkadaşları, ailesi; “Bu kadar çok
kendini yıpratma, kızım güzelce zamanını planla” diyordu, onu uyarıyorlardı.
Arzu hiç durur mu? Kanının son damlasına kadar koşmalıydı… Hastalandığı güne
kadar…
Kendi bile şaşırmıştı nasıl bu kadar hasta
olduğuna. Doktor; “Bağışıklığınız çok düşmüş, uzun süre dinlenmeniz gerekecek”
demişti.
Çok
Yapmak mı? Sürekli Yapmak mı?
Hasta yatağında yatarken, çok
yapmak ile sürekli yapmak arasındaki farkı düşündü Arzu… Ne fark
olabilirdi? İnsanın kendisine günün sonunda, toplamda fayda sağlayacak
rutinlere elbette ihtiyacı vardı. Ancak nerede hata yaptığını gerçekten
düşünmeliydi…
“O kadar koşturuyorum, gün sonunda çok
yorgunum, kendimi dinlemeye vaktim yok ama bir arpa boyu yol gidememişim” diye
düşündü.
*İnsanın kendisini geliştirecek hangi
rutinleri olmalıydı?
*Her şeye atlamalı mıydı?
*Yoksa hedef doğrultusunda mı zamanını
planlamalıydı?
Her şeye yetişmek mi önemli olandı? Yoksa
hedef doğrultusunda yapılan hamleler mi insanı olmak istediği hale
yaklaştırıyordu?
Neler kaçırmıştı bu kadar hızla geçen
hayatında?
Hatta bazen
“Herkese yetişmeye çalışıyorsun ama bize gelince hep meşgulsün.” cümlesini de
canını acıtırcasına duyuyordu ailesinden.
Nefes nefese bir hayat… Çok dolu zannedilen
oysa içi anlamını yitirmiş boş bir hayat...
Sen koşarken; birçok şeyi kaçırmış olursun aslında. Hayır
göreceğin insan yanından geçer o esnada.
Ve poşeti yere düşmüştür, içindekiler yere saçılmıştır. Koşarken
onu göremediğin için ona yardım da edemedin… O insanla tanışamadın…
Biraz ilerde yaşlı bir amca tekerlekli sandalyeden
kaymıştı ve hareket edemiyordu. Çaresizdi, onu sen görmeden önünden geçtin…
Koşarken gerçek ihtiyacı göremedin.
Ne nasipler, ne kısmetler kaçtı… Göremedin…
Ne baharlar geldi geçti, ne güzelliğini gördün, gözün
şenlendi… Ne kokusunu duyabildin, masana konmuş mor sümbülün…
Ne güzel kokular esti
etrafında… Bir orman yürüyüşünde bile etrafına bakınmadan koştun…
Görecek kadar duramadın,
durdurulmaya çalıştın ancak buna izin de vermedin.
Kendin durmayı başaramadığında; hayat seni durduracak hikâyeleri
karşına çıkarıyordu.
Hep Atak, Hep Taarruzla Nasıl Geçerdi ki Hayat?
Hayatta sakınacağım durumlarım, savunmada
kalmam gereken yerlerim yok muydu?
“Onu da yapayım, bunu da yapayım” dediğimizde
kendimize yeni bir sınav sahası daha açmış olmuyor muyuz? Belki de yapmamız gerekenleri layığıyla
yapmaktan kaçmak için, yeni uğraşlara başlamıyor muyuz? Bu da insanın
kendine zorluk çıkarmasından başka ne işe yarıyordu ki?
İnsanın kendi kendine olan merhametsizliğini,
kendine yaptığı acımasızlığını fark etmesi için ille hastalanması mı
gerekiyordu?
Şimdi tavana gözünü dikmiş, yatağında
çaresizce zamanın geçmesini beklemek zorundaydı Arzu.
Öyle bir beklemeydi
ki bu, koştuğu her andan daha kıymetli bir bekleme oldu.
Öyle bir beklemeydi
ki, kozasında iyileşmesine ve kanatlanıp yeniden uçmasına bir ümit oldu.
Gerçek Başarı için…
Hayatta bazen çok şey yapmaya
çalıştığımız için hedefe ulaşamayız. Bazen de yapmayı isteriz ama harekete geçemediğimizden yine
hedefimize ulaşmak mümkün olmaz.
Yapılan işler ne kadar fayda
verse de, hayatımıza güzellik, iyilik katsa da; etkinin devam edebilmesi için;
sürekli olabilmesi gerekir.
Süreklilik, yaptığın şeyi
defalarca başarabilmenle gücünle alakalıdır. Güç hedefe ulaşabilme
potansiyelidir. Güç olmazsa bir süre sonra duraklama ve beraberinde gerileme
kaçınılmaz olur.
Hedeflerimize doğru yol alırken azim ve sabrı yanımıza alırsak, egoyu doğru yönetip; isteklerimizin bizi yoldan çıkarmasına izin vermez isek; gerçek ve kalıcı başarı da beraberinde gelir.
Yorumlar
Oturup düşünmeye sevk eden faydalı bir yazınolmuş.
Teşekkür ederiz.
Ne güzel bir ifade. Ellerinize sağlık