Durdurulamayanlar

Az Ama Sürekli Olan Kıymetlidir

Güneşli bir gündü ve dışarıda bir dolu çocuk vardı. Neyse ki bizim çubuk bacaklı, onların arasından lastik atlayanları kolayca seçebilmişti.

“Lastik atlamak isteyenler kaleyeee mum diksiiinnnnn!” sesini duyunca, vitesi atmış gibi o da kendini hızlandırdı. Ve koşa koşa arkadaşlarının yanına gitti… Kaleye mum dikilecek olan, o küçük elin içindeki bombelerden birine, çubuk parmağını batırmıştı. Oyunu yakalamış olduğu için mutluydu ve tam gaz oyun başlamalıydı...

Birler, ikiler, üçler hızlıca geçmişti. Dörtler zordu ama olsun diye düşündü. Hoop oyun bitti tekrar baştan... Birler, ikiler, üçler... Ama bu sefer de takımlar değişmişti...  Oyun bitti. Hoop baştan... Durmadan oynuyordu.

O kadar uzun süre oynamıştı ki, bir yerden sonra arkadaşları daha fazlasına dayanamadı ve dağıldı. O ise lastiği direğe bağladı ve oynamaya devam etti.

Annesi camdan bağırıp “Arzuuuuu, kızım eve gel hadi…” dediğinde zamanı fark etti.

Oyuna kendisini kaptırmıştı.

Gün boyu yemek yemediğini, yorulduğunu  eve gelip de sofraya oturduğunda fark etti.

Galiba bir sorun vardı. Bir şeye başladığında kendini durduramıyordu.

Sevdiği işi yapmaya başlayınca çok yapıyordu ve onu yaparken de birçok şeyi yapamıyordu. Dünyayı ve diğer kalan her şeyi unutuyordu. Bu aşırılık onu yıpratıyordu ancak henüz bunu anlayacak yaşta değildi. “Çok” yapmak, sürekliliği kazanmak gibi geliyordu ona.

Aklından “Yaşlanınca nasıl ip atlanır?” diye bir düşünce geçti. Anneannesi ve babaannesini düşündü. “Olamaz sanki” dedi içinden ama o kadar da uzun vadeli düşünmek istemedi.

Uzun bir süre hep bu oyunu oynadığını ve başka bir şey yapamadığını hatırladı.

Bu oyuna ayırdığı vakit başka şeyleri de yapmasına engel olmuştu. Aslında bir şeyi az olsa da sürekli yapmak kıymetliydi.

Anneannesi ile örgüye başlamıştı; örgüsü kenarda bekliyordu.  

Okuması gereken kitaplar vardı. Hepsine başlamıştı ama sonunu getirememişti. Arkadaşlarıyla bir arada olmak, onlarla piknik yapmak, doğada keşfe çıkmak ister ancak buna zaman bulamazdı.

Evet, bir şeyi sevince onu fazla miktarda yapıyordu. Bu şekilde olması yapamadığı şeylerin de artmasına sebep oluyordu. İnsan bir yerde olmayı tercih ettiğinde, geri kalan birçok yerde de olamıyordu. Oysa geride severek yapmak istediği bir sürü şey vardı.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Bir yerde aşırı var olmaya çalışmak başka yerlerde de aşırı yokluğa sebebiyet verir."

Aşırılıkta olan bir şeyin ömrü uzun süreli değildir. Miktarın bu derece yüksek olması o şeyin aşırı yıpranmasına da sebep olur.

Hayat denge üzerine kuruludur. Dengeden çıkan, anormal miktarlara giden her şey bir süre sonra zarar vermeye başlar.

Miktarın aşırı olması süreklilik demek değildir. Süreklilikte denge, verimlilik ve uzun ömürlülük vardır. Hayatımızda bizde hakkı olan her alana yeterli ilgiyi verebilmeli, yeterli bedeli ödeyebilmeliyiz.

Biz bir tek şeyi takıntı haline getirip, onu aşırı yaptığımızda yaşantımızdaki çeşitliliği, dengeyi ve sürekliliği kaybetmeye başlıyoruz. Oysa insan optimum çeşitlilikte süreklilik sağlayabilirse huzurlu olabiliyor. Bu yüzden az ama sürekli olan çok ama kısa ömürlü olandan daha kıymetli oluyor.

“Neden geçmişe bu kadar daldım ki?” diye düşündü.

“Bir sürü iş var yapacak. Koş Arzu Koş!”

Kendi kendine konuşur olmuştu. Kendi kendine yetişmeye çalışan biriydi artık. Daha bir işi bitirmeden başka birini düşünmeye başlıyor, elindekini tamamlamadan başka projelere yelken açıyordu. Aklında bin bir plan vardı ve hiçbirine yetişemiyordu.

Arzu çocukken oynadığı lastik oyunu gibi, çalıştığı işi de abartmıştı.

Uyanır uyanmaz ilk işi kahve içmek oluyordu. Sonra gün boyu kahveler, çaylar masasından eksik olmuyordu. Arkadaşları ona “Ünlü kahve zinciri ile ortaklığı var” diyerek takılıyordu. Bazen uyuz oluyor ama susuyor bazen de dönüp iki laf edesi geliyordu.

“Çok işim var çok. Uğraşamam bunlarla…” diyordu içinden.

Sanki tüm dünya da Arzu’nun bu hızına uyumlanıyor, yolladıkça iş yolluyordu. Millet gezerken, Arzu nerede iş varsa orada buluyordu kendini. Çalışma arkadaşları tarafından “Çok iş çıkartır, çok çalışır, gerekirse sabahlar” diye biliniyordu.

Arzu ise yaptıklarını beğenmez olmuştu. Yapabildiklerini çok yapmak, aşırı yapmak kolay olan diye düşündü. Sürekli işin başında olarak o konuda yol almamak mümkün değildi. Ancak hayatta bir yerde çok ilerlediğinde, başka bir yerde de geri kalmak kaçınılmazdı.

Hayat Sorular Sorar…

Hayat bizden denge kurmayı bekliyordu. Arzu bunu öğrenene kadar, hayat ona sorular sormaya devam ediyordu.

“En son ne zaman annemi ziyarete gittim?” diye düşündü. Tüm zamanını işiyle ilgili bir şeylere yetişmekle geçiriyordu. Keşke biri ona zamanını nasıl dengeli kullanabileceğini söyleseydi.

Deneyimsel  Tasarım Öğretisi der ki; “Ertelenen her şey büyür.” Bugün göz çektiğim, “bunu daha sonra yaparım” dediğim ya da “şimdi bir bakayım sonra tamamlarım” dediğim her şey, ileride bana ayak bağı olmaya başlar. Tıpkı Arzu’nun düştüğü durum gibi... Evet, yapma marifeti vardı ancak her şeye yetişemediğini fark ettiğinde boğulacak gibi oluyordu.

Elbette ki, hayatın içerisinde yapmamız gereken işlerimiz, görevlerimiz, sorumluluklarımız var. Aklımıza her geleni yapmaya çalıştığımızda, bir şeyler ya eksik kalıyor ya da ertelenmeye başlıyor.

Ertelemeden Başlamak…

Arzu bir işe başlamak için en doğru anı bekliyordu, tüm koşullar o iş için uygun olmalı, ortam sakin olmalı ve kafasını toparlamalıydı. Ancak bazen de olduğu kadarıyla, ertelemeden başlamak gerekiyordu.

O nedenle insanın önceliklerini belirlemeye, bilinçli seçimler yapmaya ihtiyacı vardı. Bunun en güzel yolu ise planlama yapabilmekti. Peki bunu nasıl yapacaktı?

Arzu bir an durdu, düşündü.

*Bu yaptığım şeyler, bana toplamda fayda veriyor mu?

*Günün sonunda mutlu olabiliyor muyum? Yardım ettiğim kişiler, bir teşekkürü bile bana çok görüyor...

*Peki neden hâlâ bu kadar uğraşıyorum?

Yakın arkadaşları, ailesi; “Bu kadar çok kendini yıpratma, kızım güzelce zamanını planla” diyordu, onu uyarıyorlardı. Arzu hiç durur mu? Kanının son damlasına kadar koşmalıydı… Hastalandığı güne kadar…

Kendi bile şaşırmıştı nasıl bu kadar hasta olduğuna. Doktor; “Bağışıklığınız çok düşmüş, uzun süre dinlenmeniz gerekecek” demişti.

Çok Yapmak mı? Sürekli Yapmak mı?

Hasta yatağında yatarken, çok yapmak ile sürekli yapmak arasındaki farkı düşündü Arzu… Ne fark olabilirdi? İnsanın kendisine günün sonunda, toplamda fayda sağlayacak rutinlere elbette ihtiyacı vardı. Ancak nerede hata yaptığını gerçekten düşünmeliydi…

“O kadar koşturuyorum, gün sonunda çok yorgunum, kendimi dinlemeye vaktim yok ama bir arpa boyu yol gidememişim” diye düşündü.

*İnsanın kendisini geliştirecek hangi rutinleri olmalıydı?

*Her şeye atlamalı mıydı?

*Yoksa hedef doğrultusunda mı zamanını planlamalıydı?

Her şeye yetişmek mi önemli olandı? Yoksa hedef doğrultusunda yapılan hamleler mi insanı olmak istediği hale yaklaştırıyordu?

Neler kaçırmıştı bu kadar hızla geçen hayatında?

Hatta bazen “Herkese yetişmeye çalışıyorsun ama bize gelince hep meşgulsün.” cümlesini de canını acıtırcasına duyuyordu ailesinden.

Nefes nefese bir hayat… Çok dolu zannedilen oysa içi anlamını yitirmiş boş bir hayat...

Koşarken neleri kaçırdın?

Sen koşarken; birçok şeyi kaçırmış olursun aslında. Hayır göreceğin insan yanından geçer o esnada.  Ve poşeti yere düşmüştür, içindekiler yere saçılmıştır. Koşarken onu  göremediğin için ona  yardım da edemedin… O insanla tanışamadın…

Biraz ilerde yaşlı bir amca tekerlekli sandalyeden kaymıştı ve hareket edemiyordu. Çaresizdi, onu sen görmeden önünden geçtin… Koşarken gerçek ihtiyacı göremedin.

Ne nasipler, ne kısmetler kaçtı… Göremedin…

Ne baharlar geldi geçti, ne güzelliğini gördün, gözün şenlendi… Ne kokusunu duyabildin, masana konmuş mor sümbülün…

Ne güzel kokular esti etrafında… Bir orman yürüyüşünde bile etrafına bakınmadan koştun…

Görecek kadar duramadın, durdurulmaya çalıştın ancak buna izin de vermedin.

Kendin durmayı başaramadığında; hayat seni durduracak hikâyeleri karşına çıkarıyordu.

Hep Atak, Hep Taarruzla Nasıl Geçerdi ki Hayat?

Hayatta sakınacağım durumlarım, savunmada kalmam gereken yerlerim yok muydu?

“Onu da yapayım, bunu da yapayım” dediğimizde kendimize yeni bir sınav sahası daha açmış olmuyor muyuz? Belki de yapmamız gerekenleri layığıyla yapmaktan kaçmak için, yeni uğraşlara başlamıyor muyuz? Bu da insanın kendine zorluk çıkarmasından başka ne işe yarıyordu ki?

İnsanın kendi kendine olan merhametsizliğini, kendine yaptığı acımasızlığını fark etmesi için ille hastalanması mı gerekiyordu?

Şimdi tavana gözünü dikmiş, yatağında çaresizce zamanın geçmesini beklemek zorundaydı Arzu.

Öyle bir beklemeydi ki bu, koştuğu her andan daha kıymetli bir bekleme oldu.

Öyle bir beklemeydi ki, kozasında iyileşmesine ve kanatlanıp yeniden uçmasına bir ümit oldu.

Gerçek Başarı için…

Hayatta bazen çok şey yapmaya çalıştığımız için hedefe ulaşamayız. Bazen de yapmayı isteriz ama harekete geçemediğimizden yine hedefimize ulaşmak mümkün olmaz.

Yapılan işler ne kadar fayda verse de, hayatımıza güzellik, iyilik katsa da; etkinin devam edebilmesi için; sürekli olabilmesi gerekir.

Süreklilik, yaptığın şeyi defalarca başarabilmenle gücünle alakalıdır. Güç hedefe ulaşabilme potansiyelidir. Güç olmazsa bir süre sonra duraklama ve beraberinde gerileme kaçınılmaz olur.

Hedeflerimize doğru yol alırken azim ve sabrı yanımıza alırsak, egoyu doğru yönetip; isteklerimizin bizi yoldan çıkarmasına izin vermez isek; gerçek ve kalıcı başarı da beraberinde gelir.


Başarı Psikolojisi hakkında

Yorumlar

Ayfer dedi ki…
Alıp götüren, bir çok şeyi film gibi gösteren bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık.
GNS dedi ki…
Kaleminize sağlık.
Adsız dedi ki…
Emeklerinize sağlık ne güzel dile getirmişiniz
Adsız dedi ki…
Özellikle koşarken neleri kaçırdın kısmı beni çok etkiledi. Çok güzel bir yazı teşekkürler.
Mk dedi ki…
Ne güzel bir yazı olmuş elinize sağlık..
Adsız dedi ki…
Nefes nefese bir hayat... bir amaç bulmak o kadar kıymetli ki, yoksa nefes nefese kalana kadar koşup nereye varacağını bilmeden geçiyor hayat. Elinize sağlık
Adsız dedi ki…
Bir solukta okudum:) cok güzel ellerinize saglık.
Oturup düşünmeye sevk eden faydalı bir yazınolmuş.
Teşekkür ederiz.
Adsız dedi ki…
Hayatımızda bizde hakkı olan her alan
Ne güzel bir ifade. Ellerinize sağlık
Filiz dedi ki…
Çok güzel anlatılmış. Çaba ve sabır... Bunu hayatımıza yerleştiririz inşALLAH...
Adsız dedi ki…
Ah Arzu... Arzu'ya sarılmak istedim. Kaleminize sağlık, çok güzel bir yazı olmuş.