Kimdir Adaletli İnsan?

Hayatın Kendisi...

Pencereden süzülen güneş ışığı nasıl da sırtına vuruyordu. Aslında bu güneş ona çok da iyi gelmişti. Neredeyse bütün sınav kâğıtlarını değerlendirmiş ve sonuçlarını sisteme girerken, bilgisayar tuşlarının çıkardığı sesler uykusunu getirmişti.

Sırtını sıvazlar gibi vuran güneş ışığı ve ninni gibi gelen tuş sesleriyle fark etmeden mayışmıştı. Derin bir iç çekti, soğumaya başlayan kahvesinden bir yudum daha aldı. Kahvesinin masada bıraktığı yuvarlak izlere baktı. Hayatta her şeyin bir izi var diye düşündü. Bardağı, sürekli masanın aynı yerine koyuyor olacaktı ki, artık ne kadar silse de hafifçe birbirini takip eden daireler şeklindeki izler, orada kalıcı olduğunu gösteriyordu. Bu süreklilik masanın görüntüsü için hiç hoş olmamıştı. İnsan da hayatın içerisinde böyle değil miydi? Kendinde neyi sürekli hale getirse orada derin izler bırakıyordu.

Kâğıtlardaki sonuçlar da bu izlerden nasibini almıştı. Kimi dersinde devamlı, kimi devamsızlık yapmakta devamlıydı. Aylardır bu soruların konularını bütün detaylarıyla tekrar tekrar öğrencilere anlatmıştı Ahmet Hoca. Peki, bu sürekliliğe kimler uyumlanmış kimler uyumsuz kalmıştı, sonuçlar da belli olmuştu. “Her sürecin bir sonuç değerlendirmesi yapılıyor mutlaka…” dedi içinden.

Tekrar aldı kupasını eline, büyük bir yudum aldı bu defa. Sanki zihninde dönen bu düşünceler ağzından dökülmüş de, dili damağı kurumuş gibi içti. Gözü kahve kupasının lekesine takıldı yine, hayatına da o dairenin içinden baktı. Şu an bulunduğu konumda bir hoca idi, evde bir baba, bir eş, annesinin ve babasının evladı. Yoğunluğundan epeydir görememişti anne ve babasını, özlediğini fark etti. Düşününce bir yerde birilerinin arkadaşı birilerinin dostu olduğunu fark etti. Birçok sahnede, dairenin sınırları gibi sınırlı rolleri vardı. Bu izler boşuna onu düşüncelere daldırmadı, bir şeyleri hatırlaması için bir işaret gibiydi. Anlatmaya çalışır gibi gösteriyordu kendini, yalnızca görmek isteyenlerin görebileceği şekillerde. Yağmurun dindikten sonra yapraklarda kalan irili ufaklı damlacıkları gibi, rüzgârın esip geçtiği savrulan dalların yapraklarından çıkan rahatlatıcı ses gibi, yıkanmış ve rahatlamış toprağın ferahlatan kokusu gibi… Nedense bu düşünceler ona iyi gelmişti. Bu daireler her sahnede değdiği rollerdeki görevlerini anlatıyordu insana... Düşündü, kendine verilen bu sahnelerin hakkını ne kadar verebiliyordu. Bu kâğıtları değerlendirirken bile adaletli olabilmek için dikkatlice her cevabı teker teker okumuştu.

Her sahnenin bir adalet terazisi vardı. Şu kâğıtlara verdiği dikkati, adaleti tüm hayatına nasıl yayabilirdi? Peki, nasıl adaletli kişi olunabilirdi?

Ahmet Hoca derin düşüncelerden kapısının çalınması ile çıktı. Gelen öğrencisi çok çalışmasına rağmen sınavdan düşük aldığı kâğıdını görmek istediğini söylüyordu. Laf altından da sınavın zor olduğundan bahsediyordu.

Ahmet Hoca az evvel daldığı derin düşüncelerin etkisiyle, öğrencisine dikkatlice baktı. Ne yapıyordu bu öğrenci, sonuçlarla ilgilendiği kadar sebeplerle de ilgilenmiş miydi? Derslere konsantre olan öğrencilerin hiçbiri kâğıdına itiraz etmemiş sadece yapamadığı soruların cevaplarını sormuşlardı, bir sonraki sınavda aynı hataya düşmemek için. Peki, bu sonucuna itiraz eden öğrencisi aslında ne istiyordu?

Yine de kırmadı öğrencisini Ahmet Hoca, çıkardı kâğıtları ve cevap anahtarını da uzattı, sınav kâğıdıyla yan yana koydu. Artık bütün cevaplar açıktı ama önemini yitirmişti. Sınav sürecinin kıymetiydi cevapların gizlenmiş olması. Sınavdan önce derslerde bütün detaylarıyla anlatılan bilgilerin ne kadar idrak edildiğinin, sınav kâğıdına dökülen izleriydi cevaplar. Öğrenci kendi kâğıdını inceledikçe ve cevap anahtarına baktıkça şaşırıyor "Yaa bu kadar kolay mıydı cevap" demekten kendini alıkoyamıyordu. Aslında her soruda cevabı bulabilmeleri için işaretler ve cevabı kolaylaştıran ipuçları vardı. Ama dersi çalışanlardı anlayanlar ve onlar bu ipuçlarını okuyabilmişti. Öğrencisi yine de şansını denedi ve "Hocam şuradan da birkaç puan verseniz olmaz mı?” dedi. Tüm sınıf aynı puanlarla değerlendirilmişken.

Şimdi Ahmet hoca bir kaç puan verse yardım etmiş mi olacaktı? Ya da puan vermediğinde yardım etmemiş mi olacaktı? Verilen ek puan, cevapların sahibindeki bilgi miktarını değiştirir miydi? Peki, o anlık fark kişinin toplamında fark oluşturur muydu? Düşündü öğrencisini toplamda toparlamak için ona o anda acı verecek olsa da doğru olanı yapması gerektiğine karar verdi.

Gülümsedi ve "Bir dahaki sınava daha iyi çalışarak bu notunu toparlayabileceğine ve dersi daha iyi anlayabileceğine inanıyorum." dedi.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Anlık fayda toplamda zarar verir.”

Yumuşak ve bir o kadar da net söylenmiş bu tavsiye, öğrencisinin yüzünde mahçup ama anlaşılmış bir ifadeyle vuku buldu. Hocasının sözlerindeki netliği yüzünde de gören öğrencisi odadan çıkarken durumu kabullenmişe benziyordu.

Ahmet Hoca, notları çok bol verebilirdi. Onun dersiydi ve kimse de bu konuda ona karışmazdı. Ama çalışmadan iyi not alan öğrenciler dersi öğrenmiyorlardı. Böyle davranmak aslında adalet değildi.

Sahi, adalet neydi? Hak edene, hak ettiğini, hak ettiği miktarda ve hak ettiği zamanda verebilmek, diye okumuştu satırlarda. Öyle ya bu ölçüler şaşmaz bir terazi gibiydi. Vaktinden önce koparılan bir meyve ham olur ve tat vermez, insan da doğru zaman için sabredip çabalamadan istediği sonuçlara ulaşamazdı. Gerçek adalet o insanın toplamda iyiliği için onun zorlanmasına izin vermekti. Zorluklar kolaylığa ulaştırır, zorlukla beraber bir de kolaylık vardı elbet. Başta anlamadığı derste gayret gösterince yapamadığı soru kalmaz hatta o konuda danışılmaya başlardı. Sürecin başındaki zorluğa göğüs geren, baskıya dayanıklı olan kişi, kömürün elmasa dönüştüğü gibi kıymetlenir, üstün olmaya başlardı. Evet, şu an bu cevabı duymak, notunun yükselmediğini duymak hoşuna gitmemişti. Belki bursu kesilecekti ya da ailesine mahçup olacaktı. Ama hak etmediği bir notla anlık sevinmesi, onun gelecekte birçok konuda benzer şekilde kısa yollara, kestirmelere sapmasına yol açacaktı. Gerçekten adalet o insanın bugünü kadar geleceği için de faydalı olacak davranışı yapabilmekti.

Ama bu cesaret istiyordu. Artık öğrencilerinin gözünde acımasız gözükecekti. Sıralarda iken hocalarına biraz kızgınlıkla bakabileceklerdi. Ne vardı yani onları bu kadar zorlamasaydı. Ama Ahmet Hoca'nın yılları geçmişti bu meslekte. Seneler sonra öğrencilerinin nasıl minnet ve teşekkürle ziyaret ettiğini de biliyordu Ahmet Hoca. Ne de olsa zaman gerçekten yanaydı. Zamanla anlıyordu öğrencileri kendisini. İnsanlar, gerçek adaletli olanın adaletini, anlık olarak fark etmekte zorlansalar da, anlık duygular geçtiğinde alıyorlardı. Kimin lehine, kimin aleyhine olduğunu, kimin dost, kimin düşman olduğunu anlık duygular sakinleyince fark ediyorlardı. Toplamda faydaya ulaştıklarında neden o zaman o acı olanı yaşaması gerektiğini anlıyorlardı.

Sonra evini düşündü Ahmet Hoca, eşini ve çocuğunu. Onların da her istediklerini yaptığında değil, onlara eşit davrandığında değil onların toplamda iyiliğini düşündüğünde adaleti sağlayacağını anlamıştı. Hak ettikleri miktarda verdiğinde adaletli insan, adaletli eş, adaletli baba olacaktı.

Zihni bir an için rahatladı. Ama adaletle ilgili öğrenecek, düşünecek çok şeyi vardı. Şu sonsuz gibi gelen kısacık zaman dilimi bile neler düşürmüştü aklına. Sadece öğrencilerin değil, öğrenmek isteyen herkesin öğrenebileceği ne çok şey vardı hayatta.

Her şeye "Evet" demek kadar, her şeye "Hayır" demek de pek adaletli insan davranışı değildi? Peki, ölçüsü neydi?

Bugün öğrencisinin faydasına olmayan ek not için hayır demişti. “Her hayırda bir hayır vardır.” diye öğrenmişti çok değer verdiği bir hocasından. Her seçim zıddından vazgeçişti ve zarara "Hayır" demek, faydaya "Evet" demekti ne de olsa. Öğrencisini anlık değil, toplamda toparlayabileceği bir stratejiyi vermeliydi. İnsanlar bazı vazgeçişlerin onları toplamda faydaya ve mutluluğa yaklaştırdığının kıymetinin farkında değillerdi. Keşke bilselerdi diye düşündü. Belki o zaman anlardı, boşa kürek çekmenin aslında hayır cevabından daha yıpratıcı ve sarsıcı olduğunu. Adaletli olmak isteği insanın seçimlerini de belirleyen bir şeydi. Anlık çıkara göre seçimlerdir, adaletsiz zemini doğuran. Toplamda faydayı düşününce toplanırdı adalet ışığı. Belki de gerçek adaleti sağlayınca o zaman yollar aydınlanırdı gerçeğin ışığıyla…

Kendime de adaletli olmalıyım diye düşündü ve gülümsedi. Adaletin zıddında zulüm vardı. Aslında insan en çok kendine zulmetmez miydi? Okulda gücünün üstünde görevlere gönüllü olduğunda, doktorası için günlük çok fazla hedefler belirlediğinde, iyi yaptığı şeyleri görmeden kendini kötü yaptığı şeyler yüzünden sürekli suçladığında ya da eşiyle tartıştığı zaman haklı olduğu tarafları görüp haksız olduğu yerleri görmezden geldiğinde... Kendi hakkını, gerçeğini kendine vermiyordu. Bu da kendine adaletsiz olmaktı.

Doğru soruları sormuştu Ahmet Hoca,  gerçeğin her şeyle ilişkili olduğunu fark etmişti. Bu sefer öğrenci rolünde kendisi, öğretmen rolünde olan ise hayatın kendisiydi…

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Hayata daha adaletli bakabilmeyi hatırlattı yazınız
Teşekkürler
GNS dedi ki…
Ne güzel dusunmus Ahmet hoca
Ne doğru söylemiş

Kaleminize sağlık
Adsız dedi ki…
Ne guzel.Hakkı hak edene,hak ettigi miktar ve hak ettiği zaman ...kaleminize sağlık
Mk dedi ki…
Adalet ne kadar önemli her an her yerde...
Adsız dedi ki…
Etkileyici bir yazı. Elimize sağlık