Ne Tarafa Gidiyorsun?

Sabahın Çok Erken Saatleriydi...

Herkesten uzak olabilecek camın kenarında bir yer bulmuştu. Henüz birkaç kişinin beklemekte olduğu hastanenin beyaz koridorunda düşünüyordu Gizem. Çok bunalmıştı, artık canına tak etmişti. Yatıştırıcı bir şeyler yazdırıp uyumak istiyordu. Doktoru beklerken düşüncelerinin içinde boğuşuyordu.  Ne çok fikir veren vardı. Ne kadar da çoktu karışanı ve görüşeni.

Biri "her dediğini yap" diyordu. Bir başkası ise "her dediğine hayır demelisin" diye konuşup duruyordu.

Önce her şeye "evet" demeye çalıştı. Ama olacak gibi değildi, işin içinden de çıkamadı.

Sonra "hayır" demeye başladı, ama yine olmadı, beceremedi.

Seviyordu, özlüyordu, aklından çıkartamıyordu hatta…

Ama yan yana gelince, en sevdiği sanki en büyük düşmanı gibi oluyordu. Bir canım oluyordu, bir can düşmanım. Sürekli bir güvensizlik hissiyatı içi içini yiyordu…

Aynı zamanda sürekli birileri de arka planda konuşuyordu. "Yeter" demek istiyordu ama gücü yoktu. Bazen dayanamayıp bas bas bağırıyordu, "susun ne olur susun." Çaresizce haykırarak, ağlayarak bağırıyordu. Şikâyet ediyordu yaşamından, elindekinden…

Ve insanoğlu karşılaştığı problemlerin aslında kendi istekleri ile ilgili olduğunu unutur. “Ve bu problem beni nereden buldu? Neden bu kadar baskı var üzerimde?” deyip şikâyet eder…

İstediği şeyle ilgili onca nimet verilir, görmez ve buna rağmen şükretmek yerine şikâyet etmeyi tercih eder.

Çünkü "Doğrusu insanoğlu pek nankördür." 

Bazen şikâyetini fark edip utandığı zamanlar oluyordu Gizem’in. O kadar güzellikler olmasına rağmen hayatında söyleniyor olmasını fark ediyordu. Bu durum aslında onu rahatsız ediyordu…

Ama sonra yine dönüp dolaşıp aynı tuzağa düşüyordu. Sanki bir kapan vardı, ne yöne gitse; hangi köşeden dönse hep o kapana takılıyor gibiydi. Kafasının içinde bir ses “O olmadan olmaz!” dedikçe nefesini kaybediyor gibi oluyordu. Sanki kalbi ağzının içindeydi de, ağzını açsa dışarı çıkacak gibiydi. Olduğu hiçbir yerde duramıyor, kaçmak, koşmak istiyordu.

Koşarak kaçmak…

"Nereye kaçacaksın ki" diye düşündü ve acı acı güldü kendi kendine. Söyleniyordu bir de şikâyet yetmiyor gibi. "Şikâyetin üstüne bir de söylenmeler başladı" demişti bir gün eşi.

Artık yoruldum, yoruldum… Ben mi istedim bu hali? Bu sefer de gözyaşları gözlerini yakmaya başlamıştı.

O an, bir ses duydu. Pamuk nine dediğimiz türden bir teyze

“Kızım bir yardım…”

Gülümsüyordu.

“Gözlüğümü bulamadım da yine, bana bir yardım eder misin?”

Hayır demek isterdi, o kadar zordu ki ona gülümsemek Gizem için. Ama yine de kendini zorlayarak ayağa kalktı. Dudakları gülümsedi ama gözleri donuktu. Kendi bile, beğenmedi halini. Ama teyze neyse ki, gözlüklerini evde unutmuştu.

“Ay yavrum şuradan benim kimlik numaramı bir yazıverir misin? Tansiyon ilaçlarımı yazdıracağım da.“

Teyze, pembe çiçekli bir elbise giymişti üzerine. Sanki dokunduğu yerde çiçekler açacakmış gibiydi. Belki 80 yaşında idi ama kıpırtısı, neşesi, gülüşü kesinlikle genç kızlara taş çıkarır cinstendi. Albeni dedikleri bu olsa gerek diye aklından geçirdi.

“Teyzeciğim yazarım elbette.” diye cevap verebildi Gizem.

Teyzenin teşekkürü, konuşmasının kelimelerinde yoktu ama sesinin her tonuna dantel gibi işleniyordu. Tatlı tatlı Gizem’e kimliğini uzatıyor bir yandan da gözlüğünü nasıl unuttuğunu anlatıyordu.

“Tatlı dilli teyzeciğim, beraber bekleyeceğiz sanırım aynı doktorla görüşeceğiz. “ dedi Gizem.

“Senin gibi güzel davranışlı, tatlı bir hanımefendi ile oturmak benim için de keyif olur yavrum.” 

İnsan, teyzenin yanında otururken dahi, ona bakmak; onunla konuşmak istiyordu. İçi kıpır kıpır 80 yaşında bir teyze, enerjikti. Kesinlikle kendisinden diri bir duruşu vardı.

Tam da olmak istediği gibi Gizem’in. Herkes gibi değildi teyze, şikâyet de etmiyordu ağrılarından ya da hastalıklarından.

Hava oldukça soğuk ve karanlıktı. Kar mı yağacak, yağmur yağacak belli olmayan puslu ve soğuk bir Aralık günüydü. Herkes bakıp bakıp şikâyet ederken, Teyze, hafifçe sızan güneş ışığını görebilen olmuştu.

“Azıcık kar yağsa da, çocuklar kaysalar. Kahkahaları sokakları doldursa, kulaklar şenlenir, gönüller azıcık ısınır. Geçen seneki karı hatırlıyor musun? Yokuş aşağı kaymıştı çocuklar keyifle ve gülüşle…"

“Gerçekten mi?” diye sordu Gizem.

“Hiç hatırlamıyorum biliyor musun teyzeciğim?”

Aynı kareye bakıp farklı şeyler görmek bu olsa gerekti. Uzunca süreden beri olup biteni hatırlamıyordu. Hatırlayamıyordu. Ağladığı, şikâyet ettiği ama niye ağladığını ya da neden şikâyet ettiğini bilmediği bir yolda gidiyordu çünkü. Yönü olmayan bir yolda yürüyordu. Kaybolmuştu, pusulası olmayan bir gemi gibiydi.

İnsanlar yönlerine göre aynı kareden farklı sonuçlar çıkarır. Çünkü isteklerimiz hayata bakışımızda bir perde oluşturur. Bu bazen bir duvara döner ve dışarıyı değil kendi zanlarımızı, ön yargılarımızı görmeye başlarız. Gerçekten çok uzak yerlere bakmaya başlarız.

İnsanın önünü görmesini sağlayan, kaybolmasını önleyen en büyük silahı onun bilinçli olmasıdır.

Bilinci açık olan insan yüzünü gerçeğe çevirmeye başlar…

“Teyzem, nasıl yapabiliyorsun? Nasıl oluyor da, bu yaşında bu kadar canlı, neşeli, tatlı olabiliyorsun?”

Yine gülümsedi teyze;

“Yaşla ne ilgisi var ki, bu saydıkların gençliğe ait değil, insana ait olan şeyler. Güzel söz, güzel gülüş, güzel bakış insana aittir. Hayattaki sebeplerini sevmekle başlar aslında. Şikâyet acı bir tat bırakır ağızda sanki zehir gibi. Hem söyleyeni hem de duyanı zehirler, can yakar. Şikâyet etmeyi bırakıp şükredince o zaman işler kolaylaşır. Çünkü aslında yaşam kolay, birçok nimetle dolu ama onu zorlaştıran, insan. Ah benim güzel kızım şikâyet edenin ne iş yapası gelir ne de iş yapmaya aklı erebilir. Gözünün görmesi için, dilinin susması lazım. Hayatta istediğin şeylerin bedelini ödemeye razı olmak lazım.”

 Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Problem nerdeyse çözüm ordadır”

Probleminin şikâyet olduğunu fark etmek çözümü de getirir insana. Şikâyetin asıl problemim olduğunu fark edince zıddına meyleder insan ve şükretmeye başlar. Şükür, payına düşenden tatmin olmaktır. Sonuç isteği bitmiştir. Sebebinden keyif alır artık. Bedel ödemekten mutludur.

İnsan faydasına olan şeyler için bedel ödedikçe, ürettikçe yönü de gerçeğe bakar hep. Çünkü bedel ödedikçe insanda motivasyon enerjisi oluşur. Enerji bir varlığı harekete geçirir. Ne tarafa döneceğinin yönünü tayin eder.

Bizim de faydaya yönelik ödediğimiz bedellerin, ürettiklerimizin kararlarımızdaki yöne etkisi olur.

Teyzenin anlattıklarından sonra ihmal ettiği işleri aklına geldi. Aslında ne kadar çok yapacak işi varmış meğerse. Onca imkâna karşı şikâyet etmeye hiç hakkı yokmuş aslında…

Muayeneye girmesine gerek kalmamıştı doktorunu bulmuştu. Yatıştırıcı bir ilaç yazdırmayla değil şikâyeti kesip hayattaki sebeplerine, bedellerine sahip çıkmayla çözülecekmiş aslında meselesi…

Teyzeciğinin sırası geldi, tebessümle bakıp kendine içeri girdi. O da tebessümle ona baktı arkasından.

Sonra kendine, sonra da önüne baktı, yürümeye devam etti. Arkasından,tabelada ismi yanıp yanıp söndü, ama artık o başka bir yöne gidiyordu…

Gideceği yönüne önce problemini kabul etmekle başlamıştı.

Artık farkındaydı her şeyin, yönünü bulabilmesi için hep yapageldiği yanlışın yanlış olduğunu fark etmesi lazımdı…

Başarı Psikolojisi hakkında

Yorumlar

Adsız dedi ki…
İnsana takıldığı yerleri, kendi kendine yaptıklarından kendini mutsuzluğa sürüklediğini, oysa yönün, çabanın, bakışın, doğru eylemin ne kadar önemli olduğunu hatırlatan çok güzel bir yazı olmuş. Teşekkürler
Sevgi dedi ki…
İnsan problemine sahip çıkmalı aslında hatasını farkedip çözmeye çalışmalı şikayet etmek çözüm degil çok iyi geldi kaleminize sağlık
Betül dedi ki…
Çok güzeldi,çok faydalıydı. Yüreğinize sağlık 💜
Esra dedi ki…
İstek nerede problem orada, problem nerede cevap orada ;)
ALLAH problem çözme marifetimizi artırsın.

Elinize sağlık, problem konusu çok güzel kaleme alınmış☘️
Adsız dedi ki…
Bir sürü problemlerimiz var sanıyoruz ama aslında bir tek problemimiz var, doğru cevabı vermeye çalışmak için. Kaleminize sağlık