Yaydıkça Yayan, Yayıldıkça Yayılan...
"Sağ ol" dediler buz gibi bir sesle. Sonra konuşmalarına devam ettiler mutlulukla bölündükleri yerden mutsuzluğa doğru. Şikayet ediyorlardı.
"Şu çay makinesini bir yenilemediler. O kadar çalışıyorsun, bir adam akıllı çay içemiyorsun."
Neşesinin azaldığını hissetti.
-Aslında içebiliyoruz çay, niçin memnun değiller ki! diye düşündü.
Mutsuzluk virüsü nasılda hızla yayıldı.
Nasıl yayıldı? Yayıldıkça
yayıldı. Neşeyle arkadaşlarının yanına giden biri, onları donuk, herkes kendi
halinde gördü, yayıldı.
- Bir arada olan ama birleşememiş insanlardan yayıldı.
- Gülümserken gözlerinin içi gülmeyen insanlardan yayıldı.
- Gülerken alay eden, sapmış gülmelerden yayıldı.
- Anlık eğlence içeren ama tat vermeyen...
- Birilerini eğlendirirken birilerini inciten gülmelerden yayıldı.
Aile gibi görünen, aynı evlerde
yaşayan, aynı soyadlarını taşıyan insanlar. Birbirlerinden bir haber
yaşayanlardan yayıldı.
Yakınların yakın olamayışından yayıldı mutsuzluk virüsü. Yakın uzaklıklar arttıkça yayıldı. Ne için verilmişti yakınlar? Alacağımızı aldıktan sonra sırtımızı dönmek için mi?
Annemden ilgisini, sevgisini, beni en öncelik görmesini aldım. Sonra? Ne verdim ona?
Babamdan imkanlarını aldım. Sonra? Ona verdiğim bir şey var mı?
Eşimden destek aldım, sevgi aldım. Benden de onun için çıkan bir şeyler var mıydı?
Her yakınlık alma verme dengesiyle gelişir. Büyür. Mutluluğa dönüşür.
Her uzaklık alma verme dengesizliğiyle
olur. Çoğalır. Mutsuzluğa dönüşür.
Mutlu olması veya mutsuz kalması, ilişkilerle alakalı oldu mu şimdi?
Peki niçin uzaklaştık onlardan?
Niye bu kadar terk ettik? Dibimizdeyken bile... Yan yanayız ama terk etmişiz, terk edilmişiz. Ne bizi bu
tuzağın içine hevesle girmemize sebep veren, hevesle mutlu
olacağımızı düşünürken girdiğimiz yerler, geçirdiğimiz zamanlar... İnsan ne
kadar mutsuz olduğunu göremiyor değil mi? Çok eğlendiğini zannediyor. Ne acı.
Ne büyük yanılgı. Ne büyük kaybediş.
Aradığımız şeyi bulduğumuzu zannederken kaybetmek...
Ne büyük körlük.
Kıskançlık, haset, fesatlık, kötü
düşüncelerden yayıldı mutsuzluk. Başkalarının kazanımlarını, sonuçlarını
istiyor olmak ayırdı ilişkileri. Bizden başkalarının kazanıyor olmasına
sevinememek ayırdı. Ah! Doğru ya. Sevinmek şöyle dursun, birilerinin sonuçtaki
başarılarına, mutluluklarına dayanamıyor olmaktan yıkıldık. Bizim dışımızdakiler,
bizim sevdiklerimizden başkaları, hatta bazen sevdiklerimiz bile...
Mutlu olsun diye çabalayamadık.
Mutlu olsun diye çabalamak yine kenarda dursun. Bazen kötü olmalarına sevinmek
mahvetti bizi. Birisi başarısız olduğunda yaşanan, o içten içe ferahlama
hissi... Bizi bunlar mutsuz etti. Çünkü mutluluklarını istemedik, istiyormuş
gibi yaptık.
Bir buğday öyküsü vardır. Çiftçi
bir buğday yetiştirir. Üst üste en kaliteli buğday, onun ki seçilir. Gidip
sorarlar, nasıl oldu diye. Cevap çok kısa ve beklenmedik bir şekilde gelir:
-Kaliteli tohumlarımdan komşum
çiftçilere de vererek.
-Nasıl yani?
-Rüzgar taşır tohumları tarlalar
arasında. Komşumun tarlasında kalitesiz olursa buğday, benim tarlama gelen tohum,
buğdayımı da kirletir. Onun kalitesi benim de kalitem, onun kalitesizliği benim
de kalitesizliğim demektir.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der
ki; "Senin
iyiliğinden bana pay var. İhtiyaç giderenin ihtiyacı giderilir."
Ne aksi düşünüyoruz şu zamanlar
öyle değil mi? Yanımdaki ne olursa olsun ben kazanayım.
Yok! O ne olursa ben kazanmıyorum. Zira o kazanmayınca ben kazanamıyorum. O mutlu
olmayınca ben olamıyorum. Çünkü bu tedbiri alınamayan bir virüs. Bulaşıyor.
Ne yapalım?
Her an Polyanna, her an kahkaha,
hep gülelim mi?
Yok biraz damlatalım, biraz
gülümseyelim,
Biraz gülümsetelim; gerçek,
alaysız, süslemeden...
“Benim iyi olmam için onun iyi olmasına ihtiyacım var.”
“Bizim iyi olmamız için onların
iyi olmalarına ihtiyacımız var.”
Bu bir dizayn. Yeryüzünün en
güzel dizaynlarından biri. Bir sır vereyim, yeryüzünde her dizayn, en güzel
dizayn. Bu da ipleri birbirine bağlı bir tasarım. İpler birbirine bağlı
tasarlanmış. İyilikte de kötülükte de mutlu olmakta da mutsuzlukta da çekiliyor
istemsizce. Herkes bağlı olduğu iplerle bir diğerini çekiyor bilmeden. Bilmeyince,
yanındakiyle ilişkisine havadan bakıyor insan. Öyle uzak, öyle soğuk,
yüksekliği arttıkça da artıyor serinliği. Kibir ettikçe, kendini gereksiz
yükseltiyor insan. Mutluluğunu istemedikçe serinliği arttırıyor insan. Oysa
kendini de üşütüyor, kendini de soğukta bırakıyor farkında olmadan.
Samimi, içten, abartısız gülümsemelerimiz bol olsun ... :)
Yorumlar
Ellerinize saglik