Çok uzun zamandır kendine vakit ayıramadığını fark etti Ayşe. Sadece kendine mi? Herkese...
“Bugün Pazar, güzel bir kahvaltı hazırlayayım, ailece bir arada olalım, sohbet edelim” diye düşündü.
Tırnaklarıyla kazıyarak buraya geldi…
Hayatı
çok yoğundu. Yetişememekten, koşmaktan yorgun ve bitkin hissediyordu kendini. Eskisi
gibi gülmüyordu, çabuk sinirlenen, her şey hemen olsun isteyen bir insana
dönüşmüştü.
Ne
zamandır böyleydi? Neden böyle hissediyordu? Bunu hiç anlamıyordu…
Hep çalışmıştı Ayşe bugününe gelebilmek için. Bugün de burada uzun zamandır çalışıyordu ve çok istediği yöneticilik pozisyonuna gelmişti. Hani derler ya: “Tırnaklarımla kazıyarak buralara geldim” diye. İşte, öyleydi onunki de…
İlkokulda
sınıf birincisiydi. Öğretmeni ona
kırmızı kurdele takar; diğer öğrencilere onu örnek gösterirdi
O
da;
Hep
çok saygılı,
Ödevlerini
yapan,
Arkadaşlarının derslerine yardım eden, mutlu bir çocuktu.
Sınav mı? Yarış mı?
Sonra
Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlıklar başlamıştı. İlk defa orada yarışması
gerektiğini duymuştu. “Sınava giren onca öğrenci içinde, öne geçmesi gerektiğini”
söylemişti öğretmeni. Artık derslerini bitirdikten sonra oyun oynamaması, sınav
için çok çalışması gerekiyordu… İlk kez bu dönemde başlamıştı, hayatının
dengesini kaybetmeye…
O
sadece sınava çalışıyordu.
Oyun oynamaya, arkadaşları ile dolaşmaya vakti yoktu. Hatta annesi babası da, artık evde ondan iş yapmasını istemiyorlardı. “Sen sadece dersine çalış” diyorlardı.
Yarış bitmiyor, lise, üniversite, iş yeri…
Evet,
çok çalışmıştı ve kazanmıştı Anadolu Lisesini…
Lise
hayatı da orta okul hayatından pek farklı değildi. Sadece derse odaklıydı.
Artık
büyümüştü, şimdi çok iyi bir üniversite kazanmalıydı… Adı sanı iyi bir
üniversite olmalıydı ki, sonrasında kolay iş bulabilsin.
- Sevdiği meslek neydi?
- Neyi çok iyi yapabilirdi?
Bu
soruları ona kimse sormamıştı. Sadece iyi bir üniversite olmalıydı, bu
yeterliydi.
Üniversite’yi kazandı ve İstanbul’a geldi. Bir yurda yerleşti, okuluna kayıt da oldu.
Hem okul, hem iş…
Babasının
emekli aylığı her şeye yetmiyordu. Onlara yük olmamalı, destek olmalıydı. Daha ilk
sınıfta yarı zamanlı çalışabilmek için iş aramaya başladı. Çalıştı çalıştı…
Dört
yılda okulu da bitti ve bir işe girdi…
Hedefine ulaşmıştı, güzel bir üniversite bitirmiş, işe de girmişti artık rahat edecekti, para da kazanmaya başlamıştı… Rahatlamıştı Ayşe. “Sonunda” dedi “Çok şükür, çok şükür.”
İlk uyumlanan kazanır…
İşe
alışmaya oraya uyumlanmaya çalışıyordu. Onun gibi başka Mühendisler de vardı. Kendisi
gibi çalışmış, emek harcamış insanlarla, ortak bir başarıya ulaşmak istiyordu.
Çünkü biliyordu ki; “Bir ortama girdiğinde oraya en erken uyum sağlayan kazanır.”
Ona
verilen görevleri yerine getirmek için çok çalışması gerekiyordu. Zaman
geçtikçe işe kendini kaptırmaya başladı, akşam mesaileri , hafta sonu
mesaileri…
Böyle
yıllar geçmişti.
Var olmaya çalışan, yok olur…
- O iş yerinde var olmaya çalıştıkça,
- Üstüne düştükçe,
- Daha fazla çalıştıkça,
Yöneticisinin
tavırları daha da talepkar olmaya başlamıştı.
“Buna
da akşam evden bakarsın.”
“Bu iş çok acil, hafta sonu bunu mutlaka bitirelim.” diyordu.
Ya
evdeki sorumlulukları ne olacaktı?
- İlgi bekleyen bir eş,
- Ondan yemek bekleyen iki çocuk,
- Misafir olarak gelmek isteyen akrabalar,
- Temizlenmesi gereken bir ev,
- Sohbet isteyen komşular…
Bunlara nasıl zaman ayıracaktı?
“Proje bitsin, hepsini yaparım”
Hep
kendine hedefler koyuyordu.
“Bu
proje bitsin, sonra…”
“Bu iş bir bitsin, sonunda her şey süper olacak” diye düşünüyordu.
İşten arta kalan zamanında gittiği Deneyimsel Tasarım Öğretisi eğitiminde tam da içinde bulunduğu durumu anlatan bir örnekle karşılaşmıştı.
Sınır koyamadığımız yerler de tavizler başlıyor
İnsanın bu hayatta cevap bulması gereken soruları yani problemleri vardır ama probleminin gerçeğini göremediği için gerçek çözüme yaklaşamaz. Aynı şeyleri yapmaya devam ettikçe çözümden daha da uzaklaşır. Çözümsüzlüğe yaklaşır. Böyle olunca o çözüm insana gizlenir hale gelir. Halbuki insanın problemlerinin çözümü hiç bakmadığı yerdedir. İsteklerinin zıttındadır.
İnsanın bir
konuda isteği arttıkça, o konuya çok emek harcadıkça, aslında hayatında olması
gereken diğer yerlerden harcamaya başlar.
- Evinden,
- Ailesinden,
- Çocuğundan,
- Anne babasından,
- Eşinden harcar.
Onlara
ayırması gereken zamandan, ilgi alakadan alıp, tek bir yere harcamaya başladıkça, insan aşırılaşmaya başlar.
Halbuki “İnsanın
sınırları olmalı” diyordu Deneyimsel
Tasarım Öğretisi.
Sınırlarının olması gerekir ki ilişkisi güçlü olsun. Sınır koyamayınca da tavizler başlar.
Ayşe
“Yani benim evime, çocuğuma ayıracağım vakitte; iş için sınır koymam gerekiyor
demekki.”diye düşündü.
Verilen her işi yapmaya çalışmak değil; "bunu ancak bu zamana kadar yapabilirim" diyerek sınırları çizmesi gerekiyordu.
Tabi
bu güne kadar verilen tavizler ile insanlar alıştıkları tepkiyi bekleyeceklerdi. Şimdi farklı davranınca tepki gösterebilirlerdi.
“Ama
olsun madem işin yasası bu; bugüne kadar verilenleri geri alabilmek için, yavaş
yavaş tepkilerimi net bir şekilde ortaya koyabilirsem başarabilirim” diye
düşündü Ayşe.
“Bu
hafta sonu için müsait olmayacağım, Pazartesi bakabilirim bu projeye?” demişti
patronuna.
Önce şaşırmıştı patron. Aldığı cevabı kabullenememiş “acilll” demişti. Sonra Ayşe duruşunu değiştirmeyince de “ tamam” demişti. Demek ki doğru yoldaydı…
Değiştirmeye çalışma, değişime kendinle başla!
Evet,
Ayşe bir karar vermişti, artık dış dünyadan beklemeyecekti, kendisi
değişecekti. Kendisi sınırlarını koyacak, hayatında sevdiklerine ve kendisine
de hak ettikleri zamanı, sevgiyi gösterecekti.
Mutfağa doğru yürürken "Anne birlikte pankek yapalım mı?" dedi kızı.
Sahi en son ne zaman birlikte kek yapmışlardı? Hatırlayamadı.
Birlikte malzemeleri çıkardılar. Anne kızın bu hali, pankekler kadar güzeldi.
Yorumlar
Ellerinize sağlık
net olabilmeyi ümit ediyorum ...
Kaleminize sağlık