İsrafla Bereket Arasında Nasıl Bir İlişki Vardır?

İsrafla bereket arasında nasıl bir ilişki vardır?

Ne güzel tatlıdır Aşure…
İçinde birçok zıtlıkları birleştiren...
Faydalı ve doyurucu...
Hemen hemen dünya coğrafyasının her yerinde buna benzer yiyecekler bulunur.
Çünkü insanoğlu zaman zaman bolluk yaşarken, zaman zaman da kıtlık yaşar.
İnsanın bolluk ya da kıtlık yaşaması sorun değildir.
Mesele bu durumlara verdiği tepkilerdir.
Bollukta insan azı küçümser.
Bollukta insan rahatlık tuzağına düşer.
Marifetleri azalır.
Kıtlıkta ise ne az ise onun kıymetini bilir.
Marifetlenir, o az ile neler neler yapar...
İnsana verilen az, bereketlenir. Çok ise israfa neden olur.
Eskiden insanların kıtlık dönemlerinde neler yaptıklarını, bize kalan yemeklerden anlıyoruz. Aşure, soğan aşı, Rusların borsch çorbası, İspanyolların paellası...
Peki, günümüzde nasıl?
Herkesin, her şeye kolay ve bol ulaştığı zamanlardan geçti dünya. Özellikle de son 30-40 yıl da... 
Ülkemiz insanı çok fazla yeni meyve sebze ile tanıştı.
Sadece yiyecek mi?
İhtiyacımız olan her şeyin çok fazlasına kavuştuk.
  • Temel ihtiyaçlarımız beslenmek ise, marketler değişik ülkelerden, şehirlerden gelmiş her şey ile dolu. En az on çeşit elma var, raflar dolu yiyeceklerle.                                 Gerçekten bunların hepsi satılıyor mu? Yoksa bir kısmı daha oradayken bozulup çöp mü oluyor?
  • Temel ihtiyacımız barınmak ise, bu evler bu kadar eder mi?                                                 Ya eşyalar? Gerçekten birkaç senede eskiyor da biz o nedenle mi değiştiriyoruz? Yoksa “çok sıkıldım” diye mi?
  • Temel ihtiyacımız giyinmek ise, mağazalarda ki bu kadar çok kıyafeti alan var mı?  Yoksa modası geçti diye, bir kısmı daha satışa sunulmadan, atılıyor mu? Ya da dolaplarımız da bu kadar kıyafet olduğu halde, hala almaya devam mı ediyoruz?
Peki… 
Biz bunları aldığımız da ya da attığımızda gerçekten mutlu olabiliyor muyuz?
Sahip olmaya çalıştığımız şeyler, bize zenginlik mi hissettiriyor?
Yoksa yoksulluk mu?
Sahip oldukça israf ettiğimizin farkında değil miyiz?
Aynı iş yerinde, iki farklı görevde, iki insan... Biri yönetici ve biri çaycı... Yöneticinin çocuğu, çay servisi yapan kişinin çocukları ile aynı yaşta. Ama çocuğu evde oturuyor, şimdi…
Çay servisi yapan kişi, asgari ücretle çalışıyor. İki kızı var, ikisi de çok iyi liseleri kazandılar. Sonra da biri Tıp Fakültesinde, diğeri üniversite sınavında ilk altı binde... Hayırlısı olsun.
Yöneticinin çocuğu, ailesinin bağışları ve özel öğretmenlere ödenen onca paradan sonra, zorla liseyi bitirmiş. 
Şimdi burada bir gariplik var mı?
Var tabi…
Özel okullarda okuyan, dershanelere giden, bu da yetmiyor özel dersler alınıyor. Yine de beklenen başarı elde edilemiyor.

Bir çocuktan beklenen başarı nedir?

Bunun farkında mıyız?
Bu iki aile arasındaki durum nedir? Biraz bakalım…
Bir ailede eğitim lise seviyesinde, diğerinde ise üniversite mezunu ebeveynler. Birinde asgari ücretle çalışan ebeveyn,
Diğerinde doktor mühendis... 
Birinde, yaşadığı hayatta istediği her şey eline gelen; diğerinde, istediği her şeyin bedelini ödemek zorunda olan çocuklar...
Birinde okula gitsin diye araba alınırken, diğerleri; ek ders kitapları alınmasını isterken kıvranan çocuklar...
İlişkilerine bakıldığında ise,
Birinde herkes kendi odasında, son model bilgisayar, telefon ile meşgul,
Getir götür ile istenen yemekler, istekler... Kısaca her türlü isteğin karşılandığı bir durum.
Diğerinde ise… 
Birlikte neşeli kahvaltılar, 
Birlikte hazırlanmış akşam yemekleri,
Anılar anlatılırken yüzüne yayılan tebessüm, mutluluğun resmi gibi. 
Evinde yapılacak tadilatları kendileri yapıyor, 
Boya badanayı yaparken yorgun ama huzurlu insanlar...
Evde hazırlanan yiyecekler, her şeyin değerlendirilerek yapılan yemekler... 
Memleketten gelen zeytin, peynir, kuru bakliyat ile beslenme biçimi...

İmkan var, mutluluk yok

Bakıyorsun diğer çalışanlara, maaşları çok daha yüksek, yaşam standartları da öyle, 
Çocukları ile geçirdikleri zamanlar çok az, herkes kendi telefonunda, bilgisayarında...
“Çocuklar rahat etsin” diye her türlü imkan var ama mutluluk görünürlerde yok.
Peki, bu nasıl oluyor?

Asgari ücret alan birisi, aldığı para ile ev geçindirip, çocuk okutup,
Kendisinin ve ailesinin mutluluğunu sağlamaya çalışıyor ve bunu başarıyor?
Çok yüksek maaşlar alıp, daha iyi şartlara sahip insanlar, borçtan kurtulamıyor. Bırak mutlu olmayı, daha da gergin oluyor. 
Deneyimsel Tasarım Öğretisi derki: Az çoktan hayırlıdır
Nereden geliyor bu hayırlı olma durumu?
Temas miktarına göre olabilir mi? 
10 birim geliri olanın 1 birim geliri olana göre daha mutlu ve başarılı olduğunu zannederiz.
Gerçekten öyle midir?
İşte burada,
Bereket ve israfın ilişkisi başlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: Miktar arttıkça etkisi azalır.
Beş bin lira ile ihtiyacın olanı ihtiyacını karşılayacak kadar alırsın. 
Öyle yemeği için domatese, soğana, ete, pirince ihtiyacın var. Dört kişilik yemek yapacaksan, o zaman birer kilo malzeme alırsın.
Elli bin lira ile, ihtiyacın ile birlikte isteğin olan her şeyi alırsın. Öğle yemeği için domatese, soğana, ete, pirince ihtiyacın var. 4 kişilik yemek yapacaksın birer kilo alırsın ama markete gitmişken biraz çikolata, salata için biraz avakado, çay için biraz bisküvi, pasta alırsın. 
Daha alışveriş başladığında gereğinden fazla şey aldın. Çünkü alma imkanın var.

İmkan çok, marifet az

DTÖ der ki: İmkan arttıkça marifet azalır. 
Şimdi bakalım kim israf ediyor? 
Bir öğle yemeği için alışveriş ile başlayan şey israf aslında. Çünkü, tüketemeyeceğin kadar malzeme aldığında, israf başladı.
Yani... İhtiyaçla isteği karıştırdığımızda sorun oluyor.
Aslında ihtiyacımız bir birimken, bir birimlik harcamayız. Türlü türlü nedenlerle ve imkanımıza göre on birimlik, yüz birimlik harcamalar yapabiliyoruz.
Bir birim, ihtiyacımız için yeterli iken, geri kalan dokuz veya doksan dokuz birim ne olacak?
Her defasında böyle alışveriş yaptığımızda bir süre sonra,
  • Buzdolabı, 
  • Elbise dolabı, 
  • Evimin içi, 
  • Aslında hiç yemediğim bir süre sonra bozulan yemekler, 
  • Giymediğim kıyafetler, 
  • Kullanmadığımız eşyalarla dolu olacak. 
Peki, bunlar israf değil midir?
"İndirim günleri" dendiğinde, sizin de aklınıza atık tekstil dağları gelmiyor mu?
Az bir bedelle aldığım için, pek kaliteli olmuyor, çabuk bozuluyor. Bu nedenle de hemen çöpe atabiliyorum. Alışverişte kullandığım poşetleri bile yok edemiyorum.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: İnsanoğlu, doğanın kullanamadığı atığı üreten, tek yaratılandır.
Bakıyorsun ağaçlar yapraklarını döküyor toprağa karışıp gübre oluyor. Bir hayvanın dışkısı bir böceğe besin oluyor. Her şey kullanılabilir halde. 
Ama insanın atığı çöp dağlarına neden oluyor.
Yaksan zehirli duman oluyor, toprağa gömsen toprakta yok olmuyor. Denize, dereye atsan oraları kirletiyor.
Kısaca, insanın atığından kurtulması bile, çok zor oluyor. Düşünün, uzaydaki çöplerden bile bahsedilir hale geldi.
İnsan tüketeceği şeyleri arttırdıkça, daha çok bolluk yaşayacağını zannediyor.
Aslında ne büyük israfın içinde olduğunu göremiyor.
Böylece tüketmesi gerektiğinden daha fazlasına sahip olan insan,
Suyu, toprağı ve kendisine verilen her şeyi hızla tüketerek, aslında kendisini kıtlığa sürüklüyor.
Dolayısıyla insan, aldıkça daha çok atıyor. 
Attıkça israf ediyor, 
Ziyanda olduğunu göremeyen insanoğlu,
Tükettikçe bereketten, temastan uzaklaşıyor...

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Kaleminize sağlık 🌱
Tükettikçe bereketten uzaklaşmak...
Özlem dedi ki…
Ne kadar güzel açıklanmış bir yazı, emeğinize sağlık. Daha çok daha çok istiyoruz ama daha çok nasıl temas eder düşünmüyoruz…
Adsız dedi ki…
Her şeyi israf ederken, zamanımızı da israf ediyoruz:(
Elinize sağlık