İkinci Şansı Beklemeden…

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

İkinci Şansı Beklemeden…

Sessizce ayakta durmuş, kollarımı önümde kavuşturmuş, pencereden dışarı bakıyorum. Üzerimdeki yelek sırtımı ısıtıyor, ona sımsıkı sarılıyorum. Sanki babaannemin ördüğü yeleğe sarılırsam düşmeyecekmişim gibi... Hayatımdaki tüm “gerçekler” avuçlarımdan kayarken geriye sadece o kalacakmış gibi… İkinci şansı beklemeden ne yapmam gerektiğini bana hatırlatacakmış gibi…

Bu yeleği bana babaannem örmüştü, hem de emek emek… Birlikte yüncü Hasan amcaya gitmiş, renklerini seçmiştik. Nasıl da özenmişti, o tonton pamuk elleriyle. Nasıl da gözlerinin içi gülmüştü ilk üzerime giydirdiğinde? Üzerinden yirmi yıl mı geçti, hatırlayamıyorum. Acaba hiç aklına gelmiş miydi? Torunun teni değil de içi ürperdiğinde üzerine giyeceği…

Dün sabah ağır bir baş ağrısıyla yataktan kalktım. Hatta kalkamadım, eşim elimi yüzümü yıkamama yardım etti. Gözlerimi zor açtım, başım çatlayacak gibiydi. Öne eğilip çoraplarımı giymek bile acıdan ağlamama sebep oldu. “Tamam, canım abartma sen de migrendir o. İstersen hastaneye gidelim bir ağrı kesici yapsınlar. Bugün işe gitmeyiverirsin, seni eve getirir yatırırım” dedi eşim.

“Acilde serum bağlatırız, yarım saate eve döneriz.” diye çıktık evden. Ama işler hiç de planladığımız gibi gitmedi…

“Hanımefendi tabii ki size ağrı kesici yapabiliriz ama aklımızda kalmasın, içimiz rahat etsin derim. Bir MR çektirelim emin olalım. Sonrasında ben zaten yine buradayım, serumunuzu taktırmadan çıkarmam.”, dedi acildeki güler yüzlü doktor. Ciddi bir şey olduğunu düşünmüyordum. Kendine çok dikkat eden bir insan değildim. Herkesin işini halledeceğim derken kendimi unuturdum. Soğuk havalarda beresiz çıkar, rüzgârda kalır, yağmurda ıslanırdım. Ailede başkaları hastalandığında üstüne titrer, kendi hastalıklarımı ayakta geçirirdim. “Kesin bu kez fena üşüttüm”, dedim kendi kendime. “Enfeksiyon falan olmuşumdur, iki gün yatarım geçer.” Öyle olur ya, insan kendine konduramaz hiçbir zaman. “Ya sinüzit ya migren…” deyip kendimi yatıştırmaya çalışıyordum. MR sonuçları çıktığında doktorun yanına girdik. Sonuç hiç de beklediğim gibi olmadı…

“Gördüğüm kadarıyla şu an başın çok ağrıyor. Sedyeye uzanmak ister misin?”, dedi doktor. Gözümü zor açıyor, fakat gözlerindeki endişeyi görebiliyordum. Eşim de bir şeylerin yolunda gitmediğini hissetti. “Hocam hanımın nesi var, ciddi bir şey mi?”

“Eşinin beyninde baloncuklar oluşmuş. MR filmlerinde beyin anevrizması çok net belli oluyor. Hepsini tek tek aradım, şehrimizdeki hastaneler yetersiz, Böyle bir ameliyat için gerekli ekipmanlara sahip değiller. Ama eşinin acil ameliyata alınması gerekiyor. Siz gelmeden önce hocalarımla konuştum. Bu ameliyatta en başarılı hocadan sizin için randevu aldım. Yarın ilk ışıklarla yola çıkmanızı öneririm. Filmleri size vereceğim, tabii ki siz de araştırın. Benim söylediklerimle kalmayın ama vakit de kaybetmeyin.”

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

“Yani ölüyor muyum?” diyebildim sadece. Geri kalan konuşmaların tamamı bir sis perdesinin ardından gelişti. Eşimin sesindeki korkuyu duyuyor ama ne dediğini anlamıyordum. Doktora bir şeyler soruyor, oturduğu yerde daha da çöküyordu. Sanki gözlerim kör, kulaklarım sağır olmuştu. Beni kolumdan dikkatlice tutup kaldırdı, arabaya götürdü. “Merak etme canım…”, diye bir şeyler söylüyordu. Araba hareket ediyordu fakat bu yol evimizin yolu değildi. Bir yandan arabayı kullanıyor, bir yandan telefonda birileriyle konuşuyordu. Başka bir hastanenin önünde durduk. Kapıyı açıyor, dikkatlice beni arabadan indiriyordu. Ben ise yeri ayaklarımın altında hissetmiyordum. Eşim kolumdan tutup nereye götürüyorsa oraya gidiyordum. “Acil ameliyat… Çok tehlikeli… Arabayı yavaş sür… Sarsılmaması lazım…” gibi bölük pörçük cümleleri algılayabiliyordum. Bu kadar mıydı yani, gidiyor muyduk?

Eve vardığımızda biraz kendime geldim. Burası benim bildiğim, tanıdığım güvenli alanımdı. Ama evimin duvarları bile şu an bana farklı görünüyordu. “Sen sakın eğilme ben bavulları hazırlarım” diyordu eşim. Sanki kolumu kaldıracak halim vardı. “Ailesi de gelsin, helalleşsin…” demişti doktorlardan biri, hangisiydi hatırlamıyorum.

İsmimi söylemedim, benim adım Ayşe. Gerçi Meryem veya Gül olsaydı da ne fark ederdi? Üniversiteden sonra çok da beklemeden evlendim. Her sabah eşime kahvaltısını hazırladım. Akşamları da güler yüzle kapıda karşıladım. İki çocuk annesiyim, hem çalıştım hem onları büyüttüm. Geceleri başlarında bekledim hastalandıklarında, sabaha kadar onları izledim. Üniversite sınavlarında ben onlardan heyecanlıydım. Sınav bitene kadar dua ettim. Kazandı, kazanmadı derken okumak için tek tek evden uçtular.

Şimdi pencerenin önünde gecenin karanlığına bakıyorum. Benim bu yaptıklarımı milyonlarca anne, binlerce yıl boyunca yaptı. Çocuğuyla birlikte bazen ağladı, bazen güldü. Eşiyle bugün kavga etti, yarın barıştı, sarıldı. Yani tüm bunlar bana özel bir şey değildi. Peki, nereye gitti tüm bu koşuşturmalarımız? Hangimiz dünyada ölümsüzlüğe yemin ettik? Hangimizin yüzü, huyu suyu, ismi hatırlandı?

Binlerce yıldır insan doğuyor ve ölüyor. Tüm koşuşturmaları, tüm korkuları, tüm telaşları da onlarla göçüyor. Uğruna uykusuz kaldıkları, ağladıkları, ömürlerini adadıkları insanlar da... Milyonlarca, milyarlarca kez tekrarlanan hayatlar, ne için? Hangi amaç uğruna yaşanıyor bu hayat?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Hayatında tüm hedeflerini kapsayan bir amacın olmalı.”

Neydi insanın hayattaki esas amacı? İlla ölümle burun buruna mı gelmeli bunu sormak için? Nasıl da heba edilmiş görünüyor hayat geriye baktığında. Hayat nasıl anlamlı kılınır, dolu dolu yaşanır? Nasıl “İyi ki yaşadım” denir, bir ömrün hakkı verilir?

Gecenin zifiri karanlığı küçük bir ışık huzmesiyle deliniyor. Birazdan tekrar gün doğacak, hareket başlayacak. Eşimin ayak seslerini duyabiliyorum, birazdan yola çıkacağız. Hastanede ailemle buluşacağım, ameliyata girmeden onlarla helalleşeceğim.

“Ne için?” diye sordum yüksek sesle. Bunun cevabını şu an bilmiyorum. “Eğer bana bir şans daha verilirse, ameliyattan sağ çıkabilirsem…”

Gün doğumunun güzelliğini galiba ilk kez fark ediyorum… Nasıl da unuttum yıllarca gökyüzüne bakmayı?

İkinci şansı beklemeden, bulmalı insan amacını ve yaşamaya değer kılanı…

 

 Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.

“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir. 

"Hayatta hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"

Yahya Hamurcu




 

 

Yorumlar

Havva Ağırdil dedi ki…
İnsana her uyandığı sabah ikinci şans veriliyor ama insan bunu farkında değil aslında biz her yeni güne yeni bir hayat olarak başlıyoruz. Temennim şu ki geçmişe bakıp iç çekip üzülmek yerine geçmişe bakıp yorgunluklarımdan keyif almayı isterdim boşa gitmediğini bunu bir amaç uğruna yaptım. Yeter ki o razı olsun gayretim ondandı demek insanı huzur verir.
Duygu dedi ki…
İlk başta elimizdekinin kıymetini bilebilsek… insan kaybedince anlıyor 🌸 kaybetmeden fark edebilmemiz mümkün. Bunun için deneyimsel öğreti seminerlerine katılmanızı tavsiye ederim.
Sibel bslgn dedi ki…
Verilen her günün kıymetini bilip yaşadığı süreçte amacına uygun hedefleri olanlardan olmak ümidiyle teşekkürler kaleminize sağlık 🌼🌸🌼🌸🌼🌸
Adsız dedi ki…
İnsan bazen o andaki durumu tüm hayatı boyunca yaşaya ak sanıyor. Oysaki tüm hayatı boyunca yaşasa bile sonu var.
Ayşe Budak dedi ki…
İnsanın gerçek bir amacı olmalı; toplsmda kazandıracak bir amaç...
Şükran dedi ki…
Her sabah değil belki o küçük zaman dilimlerinin herbirinde dakikalar ve saniyelerin ve saliselerin her biri bir şans, milyonlarca şans var:)) görürsen. .