HEDİYE
Sabahın
ilk ışıkları…
Karanlık
yavaşça çekilirken yaz sabahının serin seher yeli yüzüne değiyordu. Sessizlik
birkaç araç sesiyle bölünüyordu her sabah olduğu gibi. Fakat Zeynep için bu
sabah, sıradan bir sabah değildi. Bütün gece uyuyamamış, gözlerini dahi kırpmamıştı. Gözyaşlarıyla baş
başa, yüreği yanarak sabahı beklemişti.
Bugün,
belki de hayatının en önemli günüydü. Film sonuçları çıkacak, ameliyat kararı
verilecekti. Zeynep de kendi gibi doktor olan arkadaşının yanına gidip
sonuçları öğrenecekti. Çok endişeliydi; memesinde
çıkan kitle, büyük olasılıkla kanserdi. Ama ne olursa olsun zihninde tek bir
soru dönüp duruyordu:
“Ya kötü huyluysa? Oğlumu kime bırakırım?” Yakın zamanlarda bir kaybın üstüne
başka kayıp yaşamış ve çok zor günler geçirmişti.
Zeynep,
bir yıl içinde hem anne babasını hem de eşini kaybetmişti. Eşi, pandemi sonrası
açıklanamayan bir kalp krizi sonucunda hayatını kaybetmişti. Ardından çıkan bu kitle,
sanki çökmüş omuzlarına bir yük daha koymuştu. Her şey üst üste geliyordu. Küçük oğlu Mert Can’la baş başa kalmışlardı
kayıplarından sonra.
Oğluna
hiçbir şey belli etmemeye çalışıyor, oyunlar oynuyor, geceleri ağlayarak içini
dökmeye çalışıyordu. Kafasında sürekli
dönüp duran sorular vardı;
“Eğer ölürsem, kim onun yanında olacak?”
Doktor
olmak her şeyi kolaylaştırmıyor. Tıp bilgisiyle umutları çarpışıyordu. Doktor
olduğu halde, kendi hastalığı karşısında bu bilgi bazen daha da yük oluyordu.
Bir
hastasını hatırladı. Tümör her yere yayılmıştı. Doktorlar altı ay ömrün kaldı demişti ama yıllar sonra onu hastanede görünce
gözlerine inanamamıştı.
“Demek ki bazen tıp yanılabilir” diye düşünmüştü.
“Ecel varsa elbette gelir ama umut da her şeyin başında
gelir.”
Hastaneye gitti. Oğluna birkaç oyuncak
getirmişti yanında, çocuğun oyalanması için.. Arkadaşından, çocuğun yanında
dikkatli konuşmasını rica etmişti ama saat geçiyordu.
Zihninde
yine o soru:
“Kansersem, kemoterapi alırken kim çocuğuma bakar? Keşke
anne-babam ya da eşim yanımda olsaydı”
diye aklından geçirdi. Onların desteğine öylesine ihtiyacı vardı ki bu zor
günlerde! Şöyle başını yaslasaydı eşinin omzuna ya da annesinin kucağına
koysaydı. Küçük bir kız kız çocuğu gibi güçsüz hissediyordu Zeynep kendini. İyice düşüncelere dalmışken
Tam
o anda oğlu çizdiği resmi uzattı:
“Anne bak, seni çizdim. Güzel olmuş mu?”
Ve
o an… Kapı açıldı. Arkadaşı geldi. Biyopsi sonucunu açıklamak için biraz
geciktiğini söyledi. MR sonuçlarını başka doktorlarla da paylaşmıştı, kanser
değildi.
Kitle,
granülomatöz mastit denen iyi huylu bir durumdu. Zeynep’in dili tutuldu.
Ağzından birkaç kelime döküldü ama yüreği konuşuyordu zaten.Bu haber, sabahın
serin seher yeli gibi bir hediyeydi.
Hayat
çoğu zaman bizi zorlar. Üst üste sınavlar gönderir bize. Ama bir umut, bir haber
yeni doğan bir bebek gibi gülümsetiverir
yüzleri. Gelir ve her şeyi değiştirir hayatında.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Hayat seni
elemeden sen kendini eleme.”
Gözyaşları
bu kez korkudan değil, şükürdendi. Hayat, bir kez daha onu elememişti. Unutma,
karanlık en yoğun hâlini şafaktan hemen önce yaşar. İnsan tepeye çıkmadan önce
muhakkak vadiye inmek zorunda kalır. Bazen hayat en beklemediğin anda sana bir
hediye verir. O hediyeyi alabilmen için bir tek şeye ihtiyacın var;
Umudu
elden bırakmamak…
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar