Seda telefondaki fotoğrafın rengi ve filtresi üzerinde biraz uğraştı. Sonra eserini sosyal medyada paylaşmadan önce bir göz gezdirdi. “Bence harika görünüyor!” dedi. Fotoğrafın altına şöyle kulağa entelektüel gelen bir cümle lazımdı. Bu kareyi yakalayana kadar çok emek vermişti. Doğru ışığı almak için sehpayı pencerenin yanına taşımıştı. Üzerindeki objelerin en güzel görünümü vermesi için tekrar tekrar yeniden uğraşmıştı. Bütün emek tam da o istediği kareyi oluşturmak içindi. Biraz daha nostaljik bir hava estirebilmek istiyordu. Bu yüzden hiç üşenmemiş annesinin 15 yıl önce hazırlamış olduğu çeyizini bile didik, didik etmişti. Nihayet hoşuna giden bir iğne oyası sehpa örtüsü bulmuştu. Fotoğrafını çektiği kitap bir tarihi romandı. Buna göre tabii ki çekilen karenin de içeriğe uygun olması gerekiyordu. Son bir kez daha fotoğrafı inceledi; iğne oyalı sehpa örtüsü üzerinde bir kitap ve yanında dumanı tüten bir Türk kahvesi... ‘’Bir de şöyle sarımtırak bir filtre kullanınca, mis.’’ dedi Arkadaşlarının bu kareyi görünce ne diyeceklerini hayal etmeye çalıştı.
Çekimler nedeniyle evde epeyce büyük bir kütüphaneye sahip olmuştu. Henüz kitaplardan hiçbirini okumaya vakti olmamıştı. Kitaplığındaki kitapları düzelttikten sonra dün TV’de kaçırdığı diziyi açtı. Birden çalan kapı zili nedeni ile irkildi. “Ay Yasemin gelecekti nasıl da unuttum!” dedi ve kapıya doğru acele acele ilerlerdi. Kapıyı açmadan aynaya son bir bakış attı ve “Evet güzel” görünüyordu. “Canım benim hoş geldin” dedi kocaman bir gülümsemeyle. Yasemin’e son zamanlarda artan ilgisinin bir nedeni vardı. Onun her şey konusunda bir hikayesi vardı ve onu dinlemekten hoşlanıyordu. Kimsenin dikkatini çekmeyen konuları çok güzel yakalıyordu ve üşenmiyor her detay için ciddi kafa yoruyordu. Seda bunu nasıl yaptığını öğrenmek istiyordu. O yüzden Yasemin’i sohbete sık sık davet eder olmuştu. Hem onun yöntemini öğrenmek hem de ondan birkaç hikâye kapmayı hedefliyordu. Böylece bir taşla iki kuş vuracaktı.
- Aaaa Seda en sevdiğim kitaplardan birisi bu. Kaçıncı sayfaya geldin? İnsanlar o dönemde çok zarif değiller mi? Konuşmaları, düşünceleri, jestleri… bayılıyorum. Zaman geçtikçe insanlar nasıl bu kadar kabalaşabildi anlamıyorum. Seda bir an duraksadı. Konuya çok yabancı kalmamak için sadece arka kapağını okumuştu. Tıpkı aldığı tüm kitaplarda olduğu gibi.
-Ya sorma tatlım, o dönemde giydikleri elbiseler, iğne oyaları falan çok zarif, ben de severim.”
-Geçen gün başladığın kitabı bitirdin mi? Onun sonu beni benden almıştı. Yazar tam ters köşe yapmış.”
-Evet, benim de ağzım açık kalmıştı, çok etkileyici bir son, dedi Seda ama bu cümle biraz tutuk kalmıştı. Neyden bahsettiğini bilmiyordu çünkü. O sadece kitapların fotoğraflarını çekip “Çok okuyorum” görünümü vermek istiyordu. Bu arada paylaşım saati geliyordu ve fotoğrafın altına hala bir cümle bulamamıştı. Gecikirse millet Seda’nın bugün bir şey yapmadığını, boş boş oturduğunu sanacaklardı. Ne yazmalı? Ne yazmalı? diye onu bir telaş aldı.
-Sedacım beni sık sık ağırlar oldun. Seninle olmaktan keyif alıyorum, misafirperversin, ikram ettiğin tatlıların hep harikulade, çok teşekkür ederim. Ama sana çok faydam dokunuyormuş gibi hissetmiyorum. Yani sana borçlu kalıyorum
-Yasemincim olur mu öyle şey? Ben bu kitapları başka kiminle konuşacağım? Biliyorsun insanlar artık dizi izliyorlar, kitap okumuyorlar, şurada zaten üç beş kişiyiz canım.
Yasemin Seda’nın bu kitapları okumadığından adı gibi emindi. Sorulara kaçamak cevap veriyor, konuyu derinleştiremiyor, hep kendisini konuşturuyordu. Bu kadar zahmete neden giriyordu? Seda’nın onun kalbini de kırmak istemiyordu. “İnsan neden olduğundan farklı görünmek isterdi ki? Konuya acaba nasıl girmeliydi?”
-Hatta rica etsem çektiğim fotoğrafa bir bakabilir misin?Bence kitapla uyumlu oldu, ne dersin?” Fotoğraf gerçekten estetik görünüyordu. Yasemin konuya başka bir yerden girmeye karar verdi.
-Aaa okuduğun kitapların fotoğraflarını mı paylaşıyorsun? Ne hoş. Bir kitap kulübün mü var yoksa başka amaçla mı paylaşıyorsun?
Amaç mı o da nedir? Seda durup bir düşündü. Bir amacı olmalı mıydı? Sahi amacı neydi? Neden paylaşıyordu. Off! Bu Yasemin yine kafasını karıştırmıştı.
-“Ben sosyal bir insanım, eşimle dostunla anılarımı, tecrübelerimi, mutluluğumu paylaşmayı seviyorum. Cimrilik yapmıyorum bu konuda gayet cömertimdir.”
-Ne kadar takipçin var?
Yasemin farkında değildi ama Seda’nın en sevdiği soruyu sormuştu. Nihayet Seda’nın kendini ispatlayabileceği, aslında ne kadar kıymetli ve önemli şeyler yaptığı gösterebileceği konuya gelmişlerdi.
-2000 kişiyi geçtim canım 3000’e koşuyorum dolu dizgin.
-Bu 2000 kişi senin yakın dostun mu, yani düzenli olarak vakit geçirdiğin, başları sıkıştığında koştuğun, birlikte ağladığın insanlar mı? Seda afallamıştı. Bu sorunun doğru cevabı neydi acaba?
-Tabii ki değil, o kadar vaktim yok ki. Hangi birine koşayım. Bazıları da yeni tanıştığım insanlar, neden onların hepsi ile sıkı fıkı olayım ki?
-Hah, tam da onu diyeceğim. Çok da iyi tanımadığın, belki de tanıştığını dahi unuttuğun insanlar hangi hakla senin özelinden pay alabiliyorlar? Bu sana ait olan bir pasta. Neden sana uzak olan insanlara onu paylaştırıyorsun? Biz her arkadaşımızı evimize bile davet etmiyoruz. Fayda gördüklerimizi sevdiklerimizi aralarından ayrıştırıyoruz. Bazen saatlerce, hatta günlerce o davete hazırlanıyoruz. Bunu herkese servis edersek değerini kaybetmez mi sence? Senin evin yol geçen hanı olsa burası bir yuva olmaz. Mesela umumi bir yer ya da cafe olur. Senin ne özelliğin kalır o zaman? Beni evine almanın benim için ne anlamı olur?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Gizli olan güçlüdür.”
Seda’nın tepesinden kaynar sular dökülmüştü. Bu ne demekti şimdi?
-Evet, ama ben sosyal medyada bulunmazsan insanlar beni niye merak etsinler. Benim kıymetli bir insan olduğumu nereden anlasınlar. Nasıl saygı duysunlar?
-Tamam, şo zaman bunu hemen test edelim. Senin bu söylediğine göre en kıymetli, en ilgi çekici, en çok sevilen insanlar en çok sosyal medyayı kullananlar olmalı, değil mi? Bunu da genelde çok tanınan insanlar yaparlar. Çoluğunu, çocuğunu, tatilini, yediklerini gösterirler. Ama en büyük çalkantılar da onların hayatlarında olur: panik ataklar, depresyonlar, aldatılmalar. Daha bir gün önce ailecek mutluluk pozları verirken, ertesi gün soluğu mahkemede alırlar. O zaman bu tespitin gerçek olduğundan bahsedebilir miyiz? Hatta sana sorayım Seda; senin en çok ne ilgini çeker, hangisini merak edersin? Devamlı senin gözünün önünde olanı mı, yoksa üzeri örtülü olan, bilmediğini mi?
-Gözümün önünde olanı neden merak edeyim? Zaten görüyorum. Tabii ki göremediğimi merak ederim.
-O zaman kitabın dahi kapağı varken, içindeki hikâyeyi gizlerken bizim her şeyi ortaya sermemiz niye? Her anımızı gösterirsek sırası geldiğinde anlatabileceğimiz hikayelerimiz olmaz ki cebimizde?
Sahi, tüm malzemesini sosyal medyada mı tüketiyordu Seda? Hatta o kadar tüketmişti ki artık kendisinde olmayan hikayeleri paylaşır olmuştu. Böylece “mış” gibi bir hayat yaşıyor olmuştu. Hem de bu kadar emek ne için, kimin için? Ve zaman geçiyordu… “Öyle bir geçer zaman ki” dedi içinden. Fotoğrafın altına bu cümle çok yakışırdı ama bu cümlenin yeri artık herkesin bir saniye bakıp geçtiği bir hikaye değildi. Seda’nın kendi içine sakladığı ve büyüttüğü bir öykü olacaktı…
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi
tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Adsız dedi ki…
Çok doğru, insanlar görsün diye yaşanılan bir dönem oldu.. Samimiyetsiz, abartılı ve tutarsız.. Bunu çok güzel anlatan bif yazı olmuş kaleminize sağlık..
Adsız dedi ki…
Her şeyin sosyal medyaya döküldüğü bir zamanda çok güzel bir yazı kaleminize sağlık 😊. Gizli olan güçlüdür…Gizli olan daha kıymetlidir, değerlidir..💖
Adsız dedi ki…
Gizli olan açıkta olandan daha kıymetlidir. Kaleminize sağlık
feyza dedi ki…
fotoğraflarımızı paylaşırken evlerimizi şehrin orta yerindeki bir kafeye dönüştürdüğümüzün farkında mıyız sahiden? zihin açıcı bir yazı. kaleminize sağlık...
Duygu Desticioğlu dedi ki…
Gizli olan güçlüdür. günümüzde bunun tam zıddını yapıyor olmamız bize zarar veriyor. kaleminize sağlık
mış” gibi bir hayatlar,sonu hep pişmanlık,belli zaman sonra aslinda kimsesiz ve yalnız oldugunu fark ediyor.Neyi neden yapmali yada yapmamalıyla ilgili cok güzel bir yazi olmuş ellerinize sağlık
Adsız dedi ki…
Kaleminize sağlık 🌹 Gizli olan her zaman üstündür …
Sevda dedi ki…
Gerçeklerle yüzleşmek acı veriyor insana... Ama yüzleşme olmazsa o dönüşüm de gerçekleşmiyor
Ayşe Budak dedi ki…
Kıymetli olan şeylerin üzeri örtülür. Hayatımızdaki herşeyi ortaya döktüğümüzde en alakası olmayan birisi bile hayatımıza müdahil olmaya başlar.
Adsız dedi ki…
O kadar hayatın içinden bir şey ki neredeyse böyle yaşamayan çok az kaldı. Mış gibi yaşarken gerçekten yaşamayı unutuyor insan Gizli olabilenlerden olabiliyor olmak 🙏🏼
Yorumlar
Gizli olan her zaman üstündür …
Mış gibi yaşarken gerçekten yaşamayı unutuyor insan
Gizli olabilenlerden olabiliyor olmak 🙏🏼