DUVAR YAZILARI
“Ağaç yaşken eğilir.”
“Aslan yattığı yerden belli olur.”
“Temizlik imandan gelir.”
Bunlar yatakhanenin yüksek
tavanlı duvarlarında asılıydı. Eski taş bina daha önce bir Rahibe okuluydu ama
nerede ise yüz yıldır yatılı okul olarak kullanılıyordu. Yazın tadilatı yapılan
yatakhane hala boya kokuyordu. Gri boyası, parmaklıklı ranzaları vardı. Koyu
renkli demir dolaplarıyla daha çok askeri kışlaya benziyordu.
Boya kokusunun da etkisi vardı
belki ama her şey o kadar yabancıydı ki ona... Tüm gece iri gözlerinden yaşlar
akmıştı. Gözleri hafif şiş kalktı, onun yatılı okuldaki ilk sabahıydı. Duvardaki
yazılar dikkatini bile çekmemişti. Hoş çekse de henüz okuma yazma bilmiyordu.
Hülya kalabalık bir ailede
doğmuştu. Yazın memlekete ziyarete gelen akrabalarıyla birlikte yatmaya
alışıktı. Çoğu zaman kuzenleri ile evin damında yatarlardı. Şiirlere konu
olmayı hak edebilecek cinsten toprak bir dam. Yine de yatakhanedeki kadar insanı bir arada uyurken
görmemişti. Görevli abla sabah demir dolaplara vurarak uyandırmıştı herkesi. O
ses de ona çok yabancı idi.
Toprak dam pek konforlu
sayılmazdı ama ranza ona çok tuhaf gelmişti. Yer yatağında ablasının yanında
uyumaya alışık biri için ranza fazla yüksekti. Üstelik her döndüğünde tuhaf
sesler çıkıyordu.
O kadar zayıftı ki iri gözleri
suratında komik duruyordu. Aklı Ahmet’te kalmıştı. Çabucak giyindi, koşarak erkekler
yatakhanesinin önünde bitiverdi. İçini bir anda öyle bir kaygı kapladı ki. Ya
kardeşini kaybettiyse ya onu bir daha göremezse!
“Kardeşin
sana emanet”
demişlerdi. Zaten okula yazdırma sebepleri de Ahmet değil miydi? Ona okulda göz
kulak olacak biri lazımdı. Yoksa ailede hatta sülalede ilkokuldan sonra okuyan
kız çocuğu yoktu. Köydeki okul yangında harap olunca mecbur ilçenin dışındaki
yatılı bir okula gitmeleri gerekti. Anneleri hastaydı, evin tüm yükü iki
ablasının üzerindeydi. Aslında onlar da daha çocuktu. İkisi okula başlayınca ablalarının
yükü de hafiflemiş olacaktı.
Hülya, yatakhaneden çıkan erkek
öğrencilere kitlendi. Erkek kardeşi bir türlü çıkmıyordu. Ya kardeşi gerçekten
kaybolduysa! Gözyaşları aşağıya inmek üzere iken çapaklı gözlerle kapıda
belirdi Ahmet. Yüzünü yıkamamıştı, nasıl yıkasın ki henüz altı yaşında bile
değildi. İki ay sonra basacaktı altı yaşına.
Kimliğini çıkartırken yaşını
büyütmüşlerdi. Memleketteki çocukların çoğunun kimliği geç çıkardı. Ahmet’i
ufak tefek görünce müdür babasına, “Bu çocuk çok küçük gözüküyor, sorumluluk
kabul edemem” demişti. Fakat babası evin şartlarından, annelerinin
durumundan bahsedip müdürü ikna etmişti. “Ablası var onunla ilgilenir.” demişti.
Hâlbuki abla dediği de sadece bir yaş büyüktü.
Bir ay sonra, üçü, ihtiyaç
listesindekileri almak için ilçeye indiler. O günkü kadar mutlu olduğu bir gün
hatırlamıyordu Hülya. Babası ve kardeşiyle dükkân gezip alışveriş yaptılar.
Genelde ablalarından kalanları giyerdi ama bu sefer ona ait eşyaları olacaktı.
Terliklerini, eşofmanını kendi seçti. Hatta üçü beraber bir yerde oturup yemek
yediler. Çok isteyince babası Ahmet’e kırmızı plastik top bile almışlardı.
Okul başlamadan bir gün önce
okula geldiler, dolaplara eşyalarını yerleştirdiler. İki kardeş ne olduğunu
anlamamışlardı pek ama içlerinde çok büyük bir huzursuzluk vardı. Babaları
onlara artık okulda hem okuyup hem yaşayacaklarını söylemişti. Onun için de kolay
değildi, ilk defa bilmediği bir yere çocuklarını bırakacaktı. Babalarının gideceğini anlayınca, iki kardeş ağlamaya
başlamışlardı. İşte Hülya’nın unutamadığı günlerden bir diğeri de o gündü.
Babası “Kızım sana top alamadık, gideyim de alayım olur mu? Hangi renk
istersin?” demişti. Hülya sarı bir top istemişti ama babaları gelmemişti.
İşte o gün Hülya’nın da Ahmet’in
de mücadelesi başlamıştı. Hele de Hülya, sağlam durmaya
çalıştı hep. Sonuçta kardeşi ona emanetti.
Başta çok zorlansa da zamanla alıştı…
Okulda onlarla ilgilenen öğretmenler ve ablalar vardı. Okul başlayınca okulda
olmak, zamanla okuyabilmek çok hoşuna gitmeye başladı. Ranzaya alışamasa da
okula alışmıştı. Başarılı da bir öğrenci olmuştu.
Ona söylenenleri, tavsiyeleri kulak arkası etmedi.
“Aslan yattığı yerden belli olur”
atasözünü ciddiye aldı. Yatağını özenle topladı, çantası, dolabı hep derli
topluydu. Elini yüzünü yıkayıp dişlerini fırçalamadan yatamıyordu. Çünkü onun
için artık “Temizlik imandandı.”
Zamanla Ahmet’i takip etmek, ders
çalışmak ve hatta okul korosunda olmak onun için bir rutin olmuştu. Her işini
kendi görüyordu eve gittiğinde ablalarına yol gösterdiği bile oluyordu.
Bu durum köydeki diğer aileleri
de etkilemişti. Kızların okumasının, hatta yatılı okumasının önünü açmıştı. Okulda
öğrenci sayısı artınca bir servis bile ayarlanmıştı. Böylelikle çocuklar hafta
sonlarını aileleriyle geçirebiliyorlardı. Ama en çok Hülya’nın okuldaki varlığı
aileler için önemliydi. Çünkü biliyorlardı ki çocuklarına bir şey olsa Hülya
onlara sahip çıkar. Ahmet ile beraber almaya başladığı sorumluluklar Hülya’yı
marifetlendirmişti.
Duvardaki “Ağaç yaşken
eğilir” yazısı doğruydu. Ağaç gerçekten yaşken eğilmişti fakat
imkanlarla değil. Tüm zorlu şartlar Hülya’yı Hülya yapan sebeplerdi.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der
ki; “En büyük imkân imkansızlıktır. Miktarı artmış imkân insanı köreltirken,
az imkân insanı marifetlendirir.”
Bu yasanın bir ispatıydı
Hülya’nın yaşamı. Okuldaki her çocuğu uzaktan izlerdi, elzem durumlar hariç
müdahale etmezdi. Teneffüslerde arkadaşları
dışarıya çıkar, o birinci sınıfların katına fırlardı. İlk zamanlar sık sık
kontrol ederdi. Alıştıklarına emin olunca kendi hallerine bırakırdı. Ama eli
hep üzerlerinde olurdu. Bir ablaları vardı çocukların ona hayranlıkla
bakıyorlardı. Bu da onu kendi arkadaşları arasında popüler yapmıştı.
Kelebek, kozasını kendi çabasıyla
yırttığı için hayatta kalabilir. Sen açarsan, ölmesine neden olur.
Bu yazı iş yerindeki odasının
duvarında yazıyordu. Hayat onu hep birilerini yetiştirmek için
görevlendirmişti. Okuldan sonra şimdi de işe yeni başlamış genç çalışanlar onun
elinden geçiyordu.
Diğer duvarda da şu yazı vardı.
“Hayatın size verdikleri ile değil,
kendi elde ettiklerinle yükselirsin.”
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi
tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,”
İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle
mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve
hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta
hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Çok kıymetli bir bilgi. Kaleminize sağlık 🌸
İnsanın öğrenirken, gelişirken, yetişirken ve yetiştirirken dikkate alması gereken önemli bir detay…
Teşekkürler Sevgili Yazar, emeklerinize sağlık. 🌷
Zorluklar imkansızlıklar ve marifetler...
Ahmet ve Hülya nin öyküsü çok tanıdık geldi. Kaleminize sağlık
Hayatın size verdikleri ile değil, kendi elde ettiklerinle yükselirsin.”