Şimdi Senden Vaz mı Geçmeli?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi


ŞİMDİ SENDEN VAZ MI GEÇMELİ?

 

“Şimdi senden vaz mı geçmeli?” diye konuşa konuşa eliyordu dolaptaki kıyafetlerini. İlkbahar başlamadan sağlam bir diyete girmişti. Son 7 yılda aldığı kilolardan o kadar rahatsızdı ki artık dur demenin vakti gelmişti. Dur, demeden önce aklına gelen “İnsan bu yaştan sonra nasıl 22 kilo alabilir?” sorusuydu. 

Ayşe; bu sorunun cevabını uzun uzun düşünmüş, zamanı şöyle bir geriye sarmıştı. İlk tuzağı araba almak olmuştu. Normalde işiyle evi arasında 30-40 dakikalık bir yürüme mesafesi vardı. Yıllarca sabah akşam yürüdüğü için vücudunun sıkılaştığından ve yağ yaktığından habersizdi. Araba alınca evden daha geç çıkmaya başladı. O süre zarfında da sabah kahvaltısı uzadı da uzadı. Doyduğu halde ‘’Bir çay daha’’ isteyip yanında ıslatarak yediği eşlikçileri pek masum görmüştü. Üzerine bir de hareketsiz bir yaşam, kalori üzerine kalori eklemişti. Oysa araba almadan önce bazen işe gecikmemek için kahvaltı etmeden çıkar, aç karnına yürürdü. Akşamları da zaten aç döndüğü için yine ciddi miktarda kalori yakardı. Ne yazık ki insan, normalinin bazen nasıl bir imkân olduğunu anlamayabiliyordu.

Araba ilk tuzaktı. Peki, başka nerde hata yapmıştı?

Aslında normalde şekerle pek arası olmayan biriydi. Hatta beyaz un yerine tam buğday, çavdar ekmekleri daha lezzetli gelirdi. Hatta bir dönem ekmeği bile bırakmıştı. Temiz, bildiği şeyi yemek için eve aldığı hamur yoğurma makinası ile işler değişmişti. Ekmek hamuru yaparken ‘’Bir de poğaça hamuru yapalım. Hazır fırın çalışmışken yanına kek atalım.’’ diye diye ev minik bir fırına dönüşmüştü. Makinanın verdiği kolaylıkla farklı pastalar, kurabiyeler artık buzlukta yer bırakmamıştı.

Hamur yoğurma makinası ikinci tuzaktı. Peki, başka tuzaklar var mıydı?

Sabah kahvaltısını krallar gibi yaptığı için öğlen yemeğini atlayıp akşama kadar dayanan biriydi. Öğlenleri arkadaşlarının ısrarıyla bir iki kez işyerinin yakınındaki ev yemekleri yapan yerleri denemeye başladı. Gün geçtikçe öğlen saatinde ciddi bir açlık bastırıyor, herkesten önce bugün ne yesek diye sormaya başlıyordu. Galiba artık insülin direnci diye bir şeye sahipti.

Öğlen yemeği, ekstra öğün olarak üçüncü tuzaktı. Peki, ayağı başka nerelerde kaymıştı?

Akşam eve geldiğinde öğlen yediği ev yemeğinden sonra pek yemek yapası gelmiyordu. Cips, çerez gibi abur cubur atıştırmalıklar veya dışarıdan söylenen yağı da unu da belli olmayan yemekler istiyordu canı.  Bir de bunları televizyon karşısında yemeğe başlayınca yemeğin bir ilk bir de son görüntüsünü hatırlıyordu ancak. Aradaki kısım ne ara yendi, farkına varmıyordu. Üstelik çiğnemeden yuttuğunu bile birkaç kez fark etmişti.

Abur cubur, sağlıksız yiyecekler dördüncü tuzaktı…

Bu ana tuzakların yanında elbette farklı küçük tuzaklar da giderek çoğaldı. Bir süre sonra tüm gündemi ne yiyeceği ile ilgili olmaya başlamıştı. Tek keyfi yemek yemek olunca kilolar da günden güne arttı. Her aynaya baktığında o kadar kilonun nasıl gideceği ile ilgili ümitsizliğe kapıldığı için küçük diyet denemeleri de boşa gitmişti. Yapamamanın verdiği acıyı yemek yemenin hazzıyla bastırarak zararlı yoldan dönüşü erteledi de erteledi. En azından şişman ama güzel bir profil çizmek için kendisine yeni kıyafetler aldı. Bedeninin 46-48 olduğunu görünce üzüntüsü de ümitsizliği de katlandı.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Artık Ayşe için hayat iyice ağırlaşmıştı. Diz kapaklarındaki ağrılar o kadar artmıştı ki oturduğu yerde bacaklarını nereye yerleştireceğini şaşırıyordu. Vücudundaki ödemden ayakkabı numarası büyümüş, kıyafetleri olmadığı için yakışan hiçbir şey kalmamıştı. İş yerinde kendisinden yaşça epey büyük olan arkadaşı, hormonal problemleri için ciddi bir tedavi görüyordu. Bu süreçte şeker de un da tüketmesi yasaktı. Bol yeşillikli, protein-yağ oranı ideal olan bir diyet uyguluyordu. Her öğlen yürüyor, hareketsiz kalmamaya özen gösteriyordu.

Öğlen yürüyüşlerine Ayşe’yi de davet etmesiyle birlikte bir şeyler değişmeye başladı. Ayşe yürüdükçe iştahı azalıyor, yemek yemenin verdiği keyif yerini harekete bırakıyordu. Artık kahvaltıyı evde yapmak yerine öğlene doğru arkadaşıyla birlikte mola vaktinde yiyip onun getirdiği menüden kendine deneyim transferi yapıyordu. Şekeri ve unu da bırakınca 6 ay gibi bir sürede yaklaşık 20 kilodan kurtulmuş bir Ayşe ortaya çıktı. Yürüdüğü için sıkı bir vücudu, un ve şeker yemediği için sarkmamış, ışıl ışıl parlayan bir cildi vardı. Bugün gardırobunda kendisine büyük gelen kıyafetleri ayıklarken “Şimdi senden vaz mı geçmeli?” sorusunu soruyordu. Oysaki nasıl olduğunu anlayamadan şu 6 ayda nelerden vazgeçmişti Ayşe…

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Asla azı küçümseme.”

İnsan küçük ama sürekliliği olan bir adım atınca hayat nasıl da karşılığını hakkaniyetle veriyordu. Hem faydada hem zararda asla bir şeyin azını küçümsememek gerekir. Çünkü bir şeyde süreklilik varsa o şeyin etkisi mutlaka ortaya çıkar ki bu etki çok kalıcı bir etkidir. Tıpkı suyun damla damla akarak bir mermeri delmesi gibi…

Bu sebeple zararlı olan süreçlerde “Bir kereden bir şey olmaz!” veya “Şu kadarcık şeyin ne zararı olabilir ki?” cümleleri çok zorlayacak durumların öncesindeki eşik olabilir.

Aynı cümleler, çok büyük faydaların kapısını da açabilir.

Azın aslında hiç az olmadığının çokça farkında olmak dileğiyle…


Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.

“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir. 

"Hayatta hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"

Yahya Hamurcu






Yorumlar

Şükran dedi ki…
İnsanoğlu kilo alırkende azı küçümsediği için kilo alıp deforme oluyor, kilo verirkende aza kanaat getirip sporu, sağlıklı beslenmeyi ve unu ve şekeri kestiği için başarılı oluyor...
Büşra Ç dedi ki…
Çok güzel bir yazı olmuş gerçekten :) elinize sağlık :)
Ncy Bşl dedi ki…
Azı küçümseme nefsim, üretimde de tüketimde de... Teşekkürler
Sög dedi ki…
Azı küçümsemeyenlerden olmak dileğiyle
Havva Ağırdil dedi ki…
İnsan nasılda farkında olmadan tuzağa çekiliyor, domina taşları gibi.
Adsız dedi ki…
Kaleminize sağlık 🌹

Basite disipline olup , küçükten başlamak ne kıymetli oysa aynı yeryüzüne düşen kar tanelerinin birikerek kar kütleleri oluşturması
Kadriye dedi ki…
Yüreğinize sağlık ne güzel bir yazı olmuş tam da nasıl başlasam gerçekten başarabilir miyim diye düşünenlere şifa küçük ama sürekli adımlar zamanla bizi başarıya götürecek en güzel başlangıçlar
Ayşe Budak dedi ki…
Damlaya damlaya göl olur diye boşuna dememişler. Bir damlayı küçümsememeli
Gülcan T dedi ki…
Farkındalık oluşturan çok güzel bir yazı olmuş kaleminize sağlık…
Bizi hantallaştıran tüm ağırlıklardan kurtulmak ümidiyle…
Reyhan Abdülkerim dedi ki…
İmkanlar arttıkça insan rahatlık tuzağına daha kolay düşebiliyor
Adsız dedi ki…
Bir domatese bir gün su verip sonrasında hiç sulamadığımızda ürün verir mi? Düzenli olarak su ister, bakım ister.
Ayşe AKGÜN dedi ki…
Kaleminize sağlık 🍀 Basite disipline olmanın önemini bir kez daha hatırladım