Büyümeyen Çocuklar

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Büyümeyen Çocuklar

''Büyümeyen çocuklar şimdiki çocuklar.'' diye söylenirken koltuğun halini görünce bağırmaya başladı Aydan. ''Bu kadarı gerçekten fazla artık. Hemen banyoya ellerini yıkmaya hiçbir yeri ellemiyorsun!!!'' Herhangi bir günün herhangi bir zaman dilimindeki gibi sinirliydi gene. ''Sakin, sakin.'' diye seslendi eşi yattığı yerden. Ufaklık çoktan ağlayarak babasının yanına kaçmıştı.  Önce derin bir nefes aldı, sonra da temizlik bezi ve deterjanını. Sinirleri iyice bozulmuş, kendini de çok çaresiz hissediyordu. ''Şu salonun haline bir bak Allah aşkına!'' diye seslendi eşine.

''Yazık değil mi bana ya, olacak iş mi? Nasıl sakin olayım, nasıl sinirlenmemeyim? Isırdığı çikolatayı beyaz koltuğa koymuş, yetmemiş üstüne oturmuş. O da yetmemiş uyarmama rağmen elinde kalanı da gözümün içine baka baka salonun duvarlarına sürmüş. Artık, bu evde temizlik yapmaktan başka şey yapamıyorum." Yine çocukları şikâyet ediyordu. ''Her sabah başka bir sorunla gözümü açıyorum. Ağız tadıyla şu sofraya oturamayacak mıyız?'' diye söylendi eşi. Aydan sürekli şikâyet eden, sorunların içinde boğulan bir kadın olmuştu.

Eskiden daha sabırlıydı ama artık kaldıramıyordu. ''Nasıl bu hale geldim? Ne oldu bana?'' dedi kendi kendine. Bir yandan koltuğu siliyor, bir yandan da söyleniyordu. ''Yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızda, bir dediğinizi iki etmedim. Bütün hayatım siz oldunuz. Şu halime baksanıza! Ben böyle bir kadın mıydım? Gergin, sürekli yapma etme dokunma diyen.'' Aydan bu halinden de şikâyetçiydi.  Eşine kızsa da aslında o da kendi sesinden rahatsız oluyordu. İşler kontrolden çıkmıştı ve bir daha toparlayamayacak gibi hissediyordu.  Bir dediklerini ikiletmemeye çalışmıştı bu zamana kadar. ''Daha çocuk onlar olur böyle, aman canım ne var ki ben yaparım, o uğraşmasın'' larla bu günlere gelmişlerdi. 

Büyük on dört, küçüğü dört yaşında iki çocuk annesiydi. Çocuk sahibi olmayı o kadar çok istemişti ki. Ama ikisinin de ayrı derdi vardı. Büyük doğduğundan beri hep hareketli bir çocuktu. Hiç yerinde durmazdı, kaç kere doktora götürmüşlerdi. Yeni doğduğunda bile uyku sorunu vardı Ahmet’in. Bebek bu, ne olacak ki karnını doyur, altını temizle, uyur mutlaka demişlerdi ama nafile. Ayağında sallaya sallaya kendisi uyurdu da Ahmet uyumazdı. ''Şimdi kocaman çocuk oldu hala ne zaman yatıp ne zaman kalkacağını bilmiyor.'' diye söylendi. Bir yandan kendi kendine konuşuyor bir yandan da var gücüyle koltuğu silmeye devam ediyordu. Leke çıkacak gibi değildi, başka bir şey denemeliydi. ''Sadece leke için değil, şu hayatım için de başka şeyler denemeliyim artık.'' dedi. Böyle gitmeyeceği aşikârdı. Nerede hata olduğunu bulsa düzeltecekti ama bulamıyordu. Bir tek benim çocuklarım mı böyle, diye çok düşünmüştü.

Her fırsatta Ahmet’in arkadaşlarının annelerine sorardı:

''Sizin çocuklarda sorumsuz mu?''

''Sizinki ders çalışmayı seviyor mu?''

''Hiç sözümü dinlemiyor acaba seninki nasıl?"

Aldığı cevaplar kendisininkine çok benziyordu. Dert herkeste ortaktı ama işin kötüsü kimsenin bir çözümü yoktu. Bir sohbette konu ne zaman buraya gelse her annenin diyeceği bir dolu şey olurdu. "Valla Aydan Hanım ben evdeki bütün tabakları kızımın odasında buluyorum. Yiyor bırakıyor, yiyor bırakıyor." diye söylenirdi Neşe Hanım. 

"O da bir şey mi ben geçen gün odasına girmeye çalıştım kirli kıyafetlerinden kapıyı açıp da giremedim içeri. Her yere bir şey sokuşturmuş." diye şikâyet ederdi Aysel Hanım.

Bunları duymak bir miktar için rahatlatırdı sadece, ancak çözüme götürmüyordu. Üstelik her çocuk böyle değildi. Misal, karşı komşusu Ayten’in çocukları. Aydan komşu olarak severdi ama çocuklara yaklaşım tarzını eleştirir ve biraz fazla ilgisiz olduğunu düşünürdü.  Ayten’in dört oğlu vardı.  Ve neredeyse tüm çocukluklarına şahitliği vardı Aydan’ın. Kendi ayakkabılarını kendileri giyer, marketten boyları kadar poşeti taşıyarak gelirlerdi. Küçüklüklerinden beri her işlerini kendileri yapar, yetmez bir de anne babasına yardım ederlerdi. Çalışkan bir o kadar da yardımsever çocuklardı. Bir gün bile anneleriyle sorun yaşadıklarına şahit olmamıştı. Hürmetli çocuklardı. Demek ki bir yolu vardı. Nasıl olacaktı, geç olmadan toparlanması gerekiyordu bu durumun. 

Ahmet, evde bir şeye elini atmıyor, yanındaki koltukta duran çantasını bile annesinden istiyordu. Ders çalışmak desen o da yok. Her gün okula götüreceği kitaplardan mutlaka birini unuturdu. Okuldan annesini mütemadiyen arardı. 

"Anne matematik kitabım evde kalmış, öğretmen istiyor kitabı."

"Anne beden eğitimi varmış, bugün eşofmanımı koymamışsın öğretmen istiyor."

"Anne okul gezisi varmış, parasını vermemişsin, onu istiyorlar."

"Anne benim karnım ağrıyor, gelip beni al."

Oysa özel okula gönderebilmek için ne fedakârlıklar yapmışlardı. Her veli toplantısı sonrası aynı sahneler yaşanıyordu evde. Aydan ve eşi oğullarını karşılarına alır "Sürekli bilgisayar oyunu oynuyorsun bu kadarı zararlı biraz ara ver. Derslerine odaklanmalısın bak sınavlar yaklaşıyor." diye konuşurlardı. Ahmet susar dinliyormuş gibi gözükür sonrada bildiğini okurdu. 

Biz hiç böyle değildik…

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

"Biz de çocuk olduk ama hiç böyle değildik." derdi eşi. Artık ne yapacaklarını bilemez haldeydiler. Her geçen gün işler daha da kötüleşiyordu. Büyüdükçe anlar ve düzelir diye bekliyorlardı. Ama aksine Ahmet büyüdükçe daha da laftan anlamaz olmuştu. "Biz annemizden korkardık, bir bakışıyla kendimize çeki düzen verirdik. Bize kızması büyük olaydı. Çekinirdik, şimdikiler öyle mi?" Oğlu okula gittiğinde ne zaman arayacak, diye tetikte bekliyor, bütün işlerini oğluna göre ayarlıyordu. Yeniden okul yıllarına dönmüştü. Oğluyla ders çalışıyor, oğluyla kitaplarını ve çantasını hazırlıyordu. Ahmet’in ders programını ezberlemişti bile... Sürekli aynı şeyleri söylüyordu: 

-Oğlum bak kitaplarını ben koydum sen de kontrol et. Ahmet de bir o kadar dert edinmiyordu böyle şeyleri.

-Dersini çalışalım getir, hadi.

- Öğretmenin ödevini yapmadığın için kızar sana.

- Bu sene de şikâyet gelirse artık seni okuldan alacağım haberin olsun.  

Tabi ki almayacaktı da bir umut ona gözdağı vermek istiyordu. Ahmet de bunu çok iyi biliyor ve kullanıyordu.

Her ayın başında "Artık kendi odanı kendin toplayacaksın ben senin odana hiç bir şekilde karışmayacağım." derdi. Ama bir kaç hafta bekleyip odada göz gözü görmeyecek hale gelince toparlamaya başlardı. Ahmet bu kadar rahatlığın içinde bile memnun değildi.

- Siz bana ne yapıyorsunuz ki? Benim arkadaşlarım her tatilde yurtdışına gidiyorlar. Geçen gün gördüm Taner' in babası yeni oyun konsolu almış hediye olarak. Siz bana en eskisini aldınız.

-Madem bakamayacaktınız, doğurmasaydınız, bana mı sordunuz, diyerek bir de üste çıkardı. 

Bunları duyduğunda çok üzülürdü. Onlar anne babalarından görmediği imkânları çocuklarına yağdırmaya çalışmış, hiçbir şeyin eksikliğini yaşatmamak için didinmişlerdi bu güne kadar. Yaptıkları sadece buydu.

Kısır bir döngünün içendeydi, artık tahammülü de kalmamıştı. "İnsan yaşı küçük olduğunda çocukluğuna veriyor, anlamıyor diyor ama bu yaşa gelince de hala artık anlamıyor." demek Aydan’a zor geliyordu. Her yolu denemişti kendince ama sonuç alamamıştı. Zamane çocukları dedikleri böyle bir şey miydi? Çocuğu için en iyisini istiyordu, bunda sorun yoktu ama acaba en iyisi neydi?  

Elindeki telefona gömülmüş Ahmet’e baktı, büyümüş dedi. Tıpkı evdeki çiçek gibi boy vermiş, balkondaki sardunya gibi beden ölçüleri değişmiş. Ama gelişen değişen tek şey bedeni ve bitmek bilmeyen istekleri olmuş. 

Biz hiç böyle değildik.  

Biz hiç böyle değildik. Servis yoktu, o kadar mesafeyi yürüyerek giderdik.  Kuzenlerin eski oyuncakları gelirse mutluluktan havalara uçardık. Yemek seçme gibi bir durumumuz hiç olmadı. 

Biz böyle değildik. Sınırlarımızı bilir, sorumluluklarımızı yerine getirirdik. Üstelik bu kadar da imkânımız yoktu.  O imkânsızlıkta bir yerlere varabildik, marifetlendik, hürmetli olduk.   

Doğada da öyle değil mi? Su azaldıkça o ağaç suya ulaşmak için köklerini daha da derine uzatıp iyice kök salmıyor mu? Bu da onu sert rüzgârlara karşı daha dayanıklı yapıyor. "Ben çok yokluk gördüm, çocuklarıma yokluk yaşatmayacağım." derken o yokluğun şifası olduğunun farkına varabilse insan keşke.  

Biz hiç böyle değildik. Kendi ayakları üzerinde durabilmeyi başaran çocuklardık. Bizim çocuklarımız neden bize muhtaç? Bizde olmayıp onlarda olan ne var? İmkân

Onlarda olmayıp bizde olan ne vardı? Açlık… Ve onun getirdiği marifet…

Anne babasını ve yaptıklarını düşündü Aydan. Haklarını ödeyemezdi gerçekten. Çözüm bu kadar gözünün ucundayken görememiş olmasına şaşırdı. "Yani onlar büyütmekle kalmamış, bizleri yetiştirmişti." dedi. Evet, büyütmekle yetiştirmek aynı şey değildi. Ve yazık ki her büyüyen yetişkin olmuyordu.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.

“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir. 

"Hayatta hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"

Yahya Hamurcu



Yorumlar

Adsız dedi ki…
Kaleminize sağlık, demek ki verilen imkanları çekmek lazım ki onlarda yetişebilsin.
Hatice dedi ki…
Onlarda olmayan bizde oşan marifet neydi?
Açlık ve onun getirdiği marifet...
Kaleminize sağlık...
Yaren dedi ki…
Büyütmekle yetiştirmek arasında çok fark vardı... anlayabilene...
Meryem Masri dedi ki…
Keleminize sağlık, değişen çocuklarımız değil yetiştirme şeklimiz aslında. Biz değişirsek onlar da değişiyor..
E.U dedi ki…
Annelerimiz bitmek bilmeyen şikayetleri… :)
Ne güzel yazılmış.. büyütmekle yetiştirmek aynı şey değil!
Kaleminize sağlık 🌸
Sibel B dedi ki…
Çok doğru insanı yetiştiren şey açlık. Ve onun getirdiği marifet. Bunu uygulaya bilirsek ne kutlu bize. Kaleminize sağlık güzel bir yazı 🪷