Hayatın Yetiştirme Tarzı
Zaten sekiz yaşın tüm yükünü üzerinde taşıdığını düşünüyordu. İşin aslı hiçbir şikâyeti yoktu.
“Olsun” dedi. “Sorun değil, çok da acımadı zaten”
Dudağı patlamıştı ama önemsemedi. Gözyaşlarını içine akıtarak bedel ödemeye çalıştı. Dışarı taşanları hızlıca sildi. Acıyan yüreğinin üstünü örttü, yüzüne bir tebessüm yerleştirdi. Işıl ışıl bakıyordu. Gücünü toparlayıp ayağa kalktı. Ne olursa olsun, bedel insanı güçlendiriyordu.
“Tortmanıza geret yot, gerçetten çot acımadı” dedi.
“Korkmadım dedim, senin güçlü davranacağından emindim”
O üstünü başını silkelerken onu seyrettim. Hayatımda hiç bu kadar güzel bir çocuk görmemiştim. Ona sımsıkı sarılıp çektiği ve çekeceği acılar için ondan özür dilemek istiyordum. Ama hakkım yoktu. O böyle kuvvetli durup ayağa kalkmışken onu zayıflatıp her acıdan sonra yere düşmesine sebep olamazdım. O yüzden onu sevdiğimi kendime söyledim ve onu sadece kalbinden öptüm.
Öğretmen olmanın en zor taraflarından biriydi, değerli bir şeyi görüp de değerini kimseye anlatamamak. Çünkü ne kadar çırpınırsam çırpınayım her şey olacağına varıyordu. Sınıftaki en efendi çocuklar zorbalığa maruz kalıyor, en hanım kızlar dışlanıyordu. İlk öğretmen olduğum sıralarda zorbalığı önlemek için çok uğraştım. Aldım karşıma konuştum, üzüldüm, öfkelendim, tepki gösterdim. Tek istediğim şey çocuklar üzülmesindi. Ama sonra baktım ki, burada engellesem başka yerde yine her biri ne yaşaması gerekiyorsa yaşıyordu. O zaman anladım, bu bir tarzdı, hayatın yetiştirme tarzıydı. Ve o zamanlar farkında olmasam da beni de yetiştiriyordu.
O gün de öyle oldu.
Teneffüste öğretmenler odasında oturuyordum. Bahçede bağrışma sesleri duyunca tedirgin oldum. En sevdiğim öğrencimin yine haksızlığa uğramasından endişelendim ve koşarak bahçeye çıktım. Belki de diğerlerinden tek farkı dilindeki bağdan K harfini T olarak söylemek olan öğrencim yere kapanmıştı. Arkadaşları, beni koşarak gelirken görünce ellerine aldıkları taşı bıraktılar. Çocuğu itip yere düşürmüş, bir de taş atmaya çalışıyorlardı. Diğer öğretmenler onları hemen Müdürün odasına doğru götürdüler. Ben ise yere oturdum, ona dokunmadan ona destek olmak istedim.
Ama hayat benden önce davranmıştı. Tatlı bir meltem esti ve akasya kokuları sürdü yüzümüze. Fark ettim ki kimse yalnız değildi.
"Ne güzel koktu akasya çiçekleri’’ dedim.
Cevap vermedi. Sadece yanına oturdum. Umdum ki o anlatsın biraz. Ama o hiçbir şey olmamış gibi ellerini birbirine sürüp temizlemeye çalıştı. Sonra üstünü silkeledi. Sonra bana döndü ve gülümsedi.
Şikâyet etmedi... bu davranışı çok kıymetliydi. Bedelli birinin yansımasıydı.
Bu onun normali olmuştu. İlk kez yaşamıyordu bunu ve son olmayacaktı. Bununla başa çıkıp bu ters baskıyı arkasına almaya çalışıyordu. Yardım istemiyordu. Yardımcısı çoktu. Birinin üzerinde bulut gezerken, başka birine belki de rüzgâr eşlik ediyordu. Hiçbir şey bilmiyordum, ama gördüğüm bu çocuğun tek başına olmadığıydı.
Çocuklar ya da sevdiğimiz insanlar üzülmesin istiyorduk ama özünde üzülebilmek ve sonradan toparlanmak için verilen çaba ne kadar kıymetliydi. İncinmesin, utanmasın, her istediği olsun, çok sevilsin istiyorduk ama her insanın aslında bunun dışındaki duygulara da ihtiyacı vardı. Tarafını seçebilmesi, merhametli olabilmesi, iyilerle birlikte iyi olabilmesi ve en önemlisi problemlere karşı çözüm marifeti edinmesi içindi. Belki de şu koca sanılan küçük dünyada ve uzun sanılan bir anlık hayatta mutlu ve başarılı olabilmek için temel ihtiyaçlardı bu duygular.
Ayağa kalktı, sekiz yaşında bir çocuktan çok, otuz sekiz yaşında bir adam gibi bakıyordu. Onu hayal ettim. O yaşa geldiğinde neler yapacaktı kim bilir. Bir dezavantajın ona hangi avantajları kazandıracağını bilseydi keşke. Ben avantajlarının olacağını biliyordum ama yine de içimde hep bir endişe vardı. Belki de o benden çok daha fazla biliyordu. Öyle ya bilmese böyle sakin olabilir miydi?
Yarın ya da başka bir gün...
Benzer şeyler yine yaşanacaktı. Ta ki bir gün rüzgârı arkasına almış büyük bir yelkenli gibi hayatın denizine açılana kadar. O tek kanatlı yelkenlilere benzemeyecekti. O, okyanusu geçen on kanatlı bir yelkenli olacaktı. Belki bir diş hekimi olacak, konuşması bozuk olacaktı ama bu bir engel olmayacaktı. Çocuklara yardım edecekti.
Ne seçimler yapacak, neler yaşayacak, hangi tarafta olacak, gibi sorular kafamda dönüp dursa da bunu ancak hayat bilebilirdi. İnsanın bir yerde bir çukuru varsa başka yerde de bir tümseği vardır. Hayatımıza giren her insan aslında bize destek içindir. Anneler, babalar, zalimler, zorbalar, mazlumlar, hepsi bizi yetiştirmek için var. Mesele biz zıt rüzgârı arkamıza alabiliyor muyuz?
Yine de şimdilik en sevdiğim sensin çocuk. Şu arkana bakmadan, beni yerde bırakarak gidişine bakıyorum. Başta da söylediğim gibi seni sımsıkı saramadığımdan seni o kocaman kalbinden öpüyorum.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Ne derin bir ifade...
Baştan sona ne güzel bir yazı...
Kaleminize sağlık 🌸
Birilerinin öyküsüne karışmadan onların yanında olmak ne kadar güzel ve ne kadar yapamadığımız bir şey…
Yapabilenlerden olmak dileğiyle
Elinize sağlık 🌷