Sahneye Sahip Çıkmak

Dominant Teyze 

Hep senin istediğin olsun istersin,

Başkaları adına hedefler belirlersin,

Yapmazlar ise esip gürlersin,

Hep bir sinir hep bir stres içindesin,

Dominant teyze az sakin olmaya ne dersin!

Dominant teyzeler orada mı? Saklanmayın saklanmayın, öne alalım sizleri. Hatta sadece dominant teyzeleri değil, amcaları, babaları, anneleri, abileri, ablaları, kardeşleri, dedeleri, neneleri, arkadaşları, patronları… 

Şimdi size İpek’in hikayesini anlatacağım. Bakalım bir yerlerden size tanıdık gelecek mi?

Bir varmış bir yokmuş…

Çok çalışmıştı üniversite sınavına İpek. Aslında kendine göre çok çalışmıştı. Annesine göre veya başka bir arkadaşına göre az çalışmıştı. İpeğin kıyası kendisiyleydi, o yüzden vicdanı rahattı. Kendini iyi tanırdı İpek. Yavaş bir insan olduğundan üniversite sınavında bütün soruları işaretleyemeyeceğini biliyordu. İlk başlarda soruların %60’ını okuyabilirken sene sonuna doğru %75’lere kadar çıkmıştı. Bu onun için başarıydı. Geçmişinde göre ilerideydi çünkü. Kendinden emindi, içi huzurluydu. Sınav için heyecan yapmazdı. Çalışmıştı, yani elinden geleni yapmıştı. Sonuç ise İpek ile alakalı değildi. İpek’e düşen sınava girip soruları cevaplayıp sonucu beklemekti.

Annesi ise İpek’in aksine çok tez canlı biriydi. Her şey hemen olsun ve onun istediği gibi olsun isterdi. İpek’in tercih edeceği bölümler daha sınav sonucu gelmeden hazırdı: Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık. Türkiye’deki en iyi 3 üniversiteden birinde olursa belki mühendislik de olabilirdi. Sınavdan bir gün önce İpek sakin sakin yemek yerken annesi yemek masasında: “Heyecan yapma kızım, biz senin arkandayız. Zaten senin puanların belli. Tıp tutmasa da diş hekimliği ya da eczacılık kesin. Sen sakın sınavda heyecanlanıp kaydırma yapma da kötü bir sonuçla karşılaşmayalım.”. İpek samimiyetsiz bir gülümsemeyle “Tamam anne, dikkat edeceğim.” dedi. Annesine karşı cevap vermenin, bir şeyleri açıklamanın annesini sinirlendirmekten başka bir işe yaramayacağını çok iyi öğrenmişti. Çünkü annesi dominant biriydi.  Başkası adına isteklerde bulunmak annesi Hülya hanımın yaşam amacı gibi bir şeydi.

Sınav günü İpek kahvaltısını etti, duasını okudu ve yola çıktılar babasıyla birlikte. Babası “Sonuç ne olursa olsun biz senin hep yanındayız kızım. Sen rahat ol, elinden geleni yapacağını biliyorum zaten, kendini üzme yeter benim için.” dedi. Babasıyla vedalaşıp sınavına girdi.

Yine %75’ini yetiştirmişti sınavın. Zaten hepsini yetiştirme beklentisi olmadığından İpek bu duruma üzülmedi. Sadece “Gel de şimdi bunu anneme anlat!” diye geçirdi içinden. Annesi ile iletişim kurmak İpek’i bazen çok zorluyordu. Yine de hiç saygısızlık etmezdi annesine. Annesi çok üstüne geldiğinde bile “Beni bu yaşıma kadar yetiştirmiş büyütmüş bu kadar emek vermiş birine nankörlük edemem.” diye düşünürdü. Ama annesinin her dediğini yapmazdı. Taviz vermeyi hiç sevmezdi İpek. Zaten annesi de bu yüzden ona çok kızardı. İpek adına hedefler belirler, İpek'in yapmasını ister. İpek de kendi hedefi olmayan ve doğru bulmadığı şeyleri yapmazdı. Annesine buna hakkı olmadığını sözleriyle değil yaptıklarıyla anlatmaya çalışırdı. Benim yapacağım bir şeyin, sorumluluğu bende olan bir şeyin hedefini de ben koyabilirim derdi. Kararın İpek’e ait olması gereken konularda annesinin isteklerine kulak asmazdı.

Sınav sonrası tabii ki annesi deneme sınavlarında olduğu gibi bütün sınavı yetiştiremediği için söylendi. “15 soru daha çözsen TIP kesin olacaktı.” Sonuçtan nasıl bu kadar emin olabilir ki annem diye İpek şaşırırdı.  Sonuç insanların elinde olan bir şey mi sanki?

Günler geçti ve puanlar açıklandı.  Şimdi ise tercih zamanı! İpek ilk defa biraz heyecanlandı. Geleceğine dair çok büyük bir karar vereceğini o an hissetti. Bir bölüm seçeceğim ve belki de hayatımın geri kalanı sürekli o meslekle alakalı geçecek. Bu çok büyük bir karardı. Ya seçtiği bölümü sevmezse, ömrünün sonuna kadar sevmediği bir işimi yapmak zorunda kalacaktı. Biraz matematik, biraz fizik biliyorsun diye hangi işi yapmayı seveceğini nasıl bilebilirsin ki? İpek tercih süresini çok verimli kullanması gerektiğini anladı. Annesi ise çok rahattı. Tıp olmasa da eczacılığa puanı tutuyordu. Tabii ki de eczacılık yazacaktı düşünmeye ne gerek vardı! 

İpek fikirlerini dikkate aldığı birkaç öğretmenine danıştı. Kafasında iki üç fikir vardı ama hangisini öne yazmalıydı. İpek mühendislik istiyordu. Karşı çıkacağını bildiğinden annesine söylememişti bu istediğini. Amcasının yakın tanıdığı olan üst düzey yönetici, okul ve iş hayatında başarılı olmuş mühendis birisinin telefonunu aldı. İpek ona da danıştı. Düşündüğü bölüm ve okulları söyledi. Aralarında seçim yaparken dikkat edeceği kısımların stratejilerini aldı. Sonra babasıyla birlikte İstanbul’da yazmak istediği üniversitelere gittiler. Orada tercih için destek olmak amaçlı stantlar vardı. Onlardan da fikir aldılar. Staj, iş imkânları gibi aklına gelen tüm soruları sordu İpek. Üniversite kampüslerini gezdiler. Ulaşım, konaklama süreçlerine dair bile bilgi topladılar. 4-5 sene orada okuyacaktı sonuçta. Kafasındaki her detaydaki belirsizlikleri ortadan kaldırıp netleştirmek istedi. Verimli bir hafta geçirdiler. Annesi ise yazmayacağın bölümleri niye gezdin diyordu hâlâ.

İpek artık kararını vermişti, tercih sırası belliydi. Ve daha fazla kimseyle konuşmama kararı aldı. Kararını vermişken kafasının karışmasını istemiyordu.

Annesi ise telefonda akrabalarına:

-Evet İzmir, Ankara, Eskişehir eczacılıklardan biri olacak işte. İstanbul sevdası var bizim kızın biliyorsun. Gönlü olsun diye aşağılara birkaç İstanbul’da mühendislik de yazdıracağım artık.

-…

-Aman canım bu yaştaki çocuk ne anlar tercihten, istekten. Sen de çocuklarının isteklerine çok önem veriyorsun. Kızım için en doğru kararı benden başkası verecek değil ya!”

-…

Diyordu. Sonra ne mi oldu?

İpek İstanbul’daki en iyi üniversitelerden birinde mühendislik kazandı. Annesi başta çok sinirlendi. Sonra okulu iyi olduğu için bizim kız da şurada okuyor diye hava atmaya başladı.

Tabii ki İpek’in gelecekteki kararlarına da karışmaya çalıştı; iş yeri, eşi, düğün yeri, evi, mobilyası…İpek de bunlara yine müsaade etmedi tabii. Hatta yüksek lisans yapmak için çok uzak bir ülke seçti. Oraya taşındı ve orada tanıştığı biriyle evlendi. Şimdi hayatını orada devam ettiriyor. Annesi ise dominantlıklarını eşine, tek kalmış babasına yapmaya devam ediyor.

Hadi gelin biraz bu hikâyeyi inceleyelim. Bu hikâyeden biz de cebimize neler koyabiliriz bakalım.

Kim Daha Deneyimli?

Biri 40 yaşında 2 çocuk annesi, emekliliğine az kalmış bir kadın. Biri 18 yaşında hayata yeni atılmaya çalışan bir kız. Bir şey danışacak olsak çoğumuz normalde 40 yaşında hayatı yarılamış, çok deneyimli dediğimiz kişiyi seçerdik değil mi? Peki burada asıl deneyim sahibi kim?

Birine deneyimli diyebilmek için yaşadığı olayların sonuç değerlendirmesini iyi yapabilen biri olması lazım. Sürekli aynı hataları yaparak bir işin doğrusunu nasıl öğrenebiliriz ki? “Bu olayı yaşadım neyi doğru yaptım, neyi yanlış yaptım?” Diye baktığında hayatta daha doğru adımlarla ilerleyebiliyor.

Karar vermeden önce ve sonra…

İpek’in yaptığı gibi karar vermeden önce birilerine danışmak ne kadar da iyi bir tercih. Peki herkese danışmak mı? Tabii ki hayır. Danışacağımız kişilere de dikkat etmek gerek. Karar verdikten sonra ise kafa karışıklığına gerek yok. O zaman karardan sonra hala fikir almaya gerek yok.

Karar kime aittir?

Karar ise eylemi gerçekleştirecek kişiye aittir. Başkaları adına bir şeylere karar vermek ilişkilerimizi ileriye götürür mü?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Başkaları adına hedef ve isteklerde bulunmak dominantlıktır.”

Sorumluluğun başkasına ait olduğu bir alanda başkası adına karar almak...

Sınavlara çalışacak kişi başka oraya karar verecek başka.

Peki bizler eşlerimizin, çocuklarımızın, ebeveynlerimizin, arkadaşlarımızın adına karar veriyor muyuz? Onlara ait olan seçimler hakkında kendi isteklerimizin olması için ısrarcı mıyız?

İnsan çoğunlukla çocuklarını belli bir yaşa kadar getirdi, üzerinde emeği var diye belli bir yaştan sonra bile hâlâ onun seçimlerine karışma hakkını kendinde görür. Oysa seçimler bireyseldir. Seçen kişi seçtiği yoldaki sınavları kendisi verir. Sonuçlarını da kendisi karşılar.

30 yaşındaki bir bireyin eş seçimine karışmak ne kadar doğru bir davranış olabilir? Çocuğumun seçeceği kişiyle anlaşamayacağını hayat deneyimlerime göre çok net görüyor olabilirim. Buna rağmen “Kararı üstünde ısrarcı olamam. Bana düşen sadece uyarmak, ama seçim ve gideceği yol ona ait” diyebiliyor muyum? 

Ya da 10 yıllık karıma evden çıkarken “bugün camları sil, buzdolabını temizle, halıları yıkamaya ver, şu alışveriş listesini al” diye onun yapacağı işlerin hedefini kendim koymayı alışkanlık haline getirdiğimin farkında mıyım?

Ya da 20 yıllık eşimin bana sık sık çiçek almasını, haftada üç dört gün beni dışarı çıkartmasını, annemi her gün aramasını istiyor ve bu konuda ısrarcı oluyor olabilir miyim?

Eylemleri gerçekleştirecek olan kişi ben değilsem hâlâ bu hedefleri başkaları adına koyup ısrarcı olmak ne kadar doğru? Bu şekilde davranmak beni ne kadar mutlu edebilir?

İlişkilerde Ustalık Hakkında

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Çok faydalı bir yazı olmuş emeğinize sağlık