Tartışmacı Canlı İnsan
Yetişmesi gereken bir toplantı vardı. Yine geç kalmıştı. Toplantı yarım saat sonra başlayacaktı ama şu anda en iyi ihtimalle bir saatlik yolu vardı.
Navigasyon sürekli yeni bir teklifte bulunuyordu “Senin için 5 dakika daha kısa bir alternatifim var. Bu yoldan gitmek ister misin?” “Hayır, 5 dakika neyi kurtaracaktı ki” hep böyle oluyordu. "Kaç kez söyledim beni erken uyandırın diye ama yok her zaman aynı şey." Kahvaltı da yapmamıştı. "Bak yine elim ayağım titriyor aaaaa yeter ya hep aynı sıkışıklık, bunaldım bunaldım.” Dışarıdan bakıldığında arabada tek başına giden bir adam ama içi çok kalabalık bir canlı. Kendiyle tartışması hiç bitmeyen, hatalarından deneyim çıkarmak yerine ya başkalarını ya hayatı sürekli suçlayan canlı. Tövbesi olmadığı için toparlanması da olmayan. Tüm bu çok sesli orkestra trafikte yol almaya çalışırken arkadan bir sarsıntı ile irkildi. “Çatttt!”
“Ne
oluyor ya ne yapıyorsun?” Bağrışması ile arabadan inip o sinirle kapıyı
kapattı. Bir de ne görsün arkadaki sürücü arabasına çarpmıştı.
“Hayy
aksi bir bu eksikti. Görmüyor musun koskocaman arabayı kardeşim!”
“Görüyorum ama yeşil yanınca kornaya bastım ve ilerlediğini zannettim.”
“Zannettim!” Sanki bu kelime onda kafasını duvara çarpma etkisi yapmıştı. Aslında ne çok
zannetmelerimiz vardı.
-Böyle
olursa bu olur zaten,
-Zaten
insanların böyle davranmaları gerekir,
-Arada
olur böyle şeyler affediliriz zaten…
Aslında
ne çok zannım var dedi. Oysa o kadar gergin olmama sebep olan şey de bu değil
miydi?
Zannetmelerim,
zatenlerim…
“Kontrol
edemeyeceğin alanlara beklenti koyma” der, Deneyimsel Öğreti.
İnsan
gideceği yer için nasıl gideceğini, ne zaman yola çıkacağını, kimlerle nasıl
konuşacağını planladığında, hayatını yönetmek için sebepler oluşturduğunda
tartışmaları da azalıyor. Zannetmeleri dış dünyadan değil kendi sebeplerine
yönelik olmaya başlıyor.
“Hep mi beni bulur yaaa bu olaylar” yakınmaları azalıyor.
Mutlu
ve başarılı olmanın ilk adımıymış meğerse sebepleri oluşturuyor olmak. Beklentiyi
dış dünyadan kendine çevirmek.
Düşündü,
“iyi ki de böyle. Ya sebepler bana bağlı olmasaydı?” O zaman hangi biriyle
uğraşabilirdi? Bunları düşünürken bile bir sekine kapladı içini. Sanki yavaş
yavaş biri kısıyordu içindeki o tartışmacı sesi. Ses azaldıkça sakinledi, sakinledikçe ses
azaldı. Ve artık daha net görüyordu problemini. Meğer o kadar da zor değilmiş
çözümleri. Sadece biraz bilinç açıklığı, biraz da bedel. Sahi ne güzel şeydi bu
bedel. Başlarda zor gelse de alışmıştı şimdilerde bedel ödemeye. Seviyordu hatta
bedellerini.
O
gün toplantı varsa önceden hazırlanmayı, saati birkaç kez kurup evden erken
çıkmayı başarabiliyordu artık. Hem de yoktu artık beklentisi kimseden! Yoldaki trafiğin durumuna, yan yollara hatta
hava durumuna bile bakıyordu. O tedbir aldıkça da tedbirlere gerek kalmıyordu. Erkenden
çıktığı yolda, telaşla bir yerlere yetişmeye çalışan insanlara yol verdiğinde,
insanların yüzündeki şaşkınlıkla karışık tebessüm içini ısıtıyordu. O da
gülümsüyor ve yoluna devam ediyordu.
Zaten
zaman zaman da kendi kendine gülümserken buluyordu kendini. Sahi mutluluk böyle
bir şey miydi? İçi sıcacık, ümitli. Dertsiz değil ama derdini sever oldu sanki.
“Eveet geldi yine benimki. Bakalım nasıl çözeriz bu sefer seni? Hadi bakalım
gel de geliştir beni.” Öcü gibi bakmayıp, tartışmayınca problemiyle, dertleşir
olmuştu hatta… İnsan bazen şaşırıyor kendine. Nereden geldim nereye… Acaba bu
yol gidiyor daha nerelere?
Tartışmayınca, şikâyet etmeyince yol da güzel geldi yolculuk da gözüne. Meğer ne manzaraları kaçırmış telaşla, aceleyle… Ne basit cevapları görememiş, ne kolay sebepleri oluşturamamış bu sebeple...
Şimdi nerede bir tartışma görse, bakıyordu sanki dünkü kendine… Bakıyordu
ve tasarlıyordu yarınında görmek istediği kendini. Artık problemini kendi
seçiyor, seviyordu o vesileleri. Ee ne de olsa onlar ulaştıracaktı yarındaki
kendini kendine…
Yorumlar