Derin Derin Nefes Aldı...
İçindeki boğulma hissini çektiği nefesle rahatlatmaya çalıştı, olmadı. Duyguları çok yoğundu, olduğu yerde duramıyordu. Doğruldu biraz hava alabilmek için sahile doğru yürüdü. Bir banka oturdu ve başını ellerinin arasına aldı. Olanlara anlam veremiyordu, nasıl buraya gelmişti her şey. Nasıl bu kadar sarpa sarmıştı... Bütün dengeleri şaşmıştı ve tüm hayatı bu durumdan etkileniyordu. Bu kadar şey yapmasına rağmen ne bir çözüm bulabiliyordu ne de bir huzur. Sanki bütün yaptıkları boşa çıkıyordu.
Elinden gelen her
şeyi yapmaya çalışmıştı evde huzur bozulmasın diye. Durumları olmadığı için o
yıl okulu kazanmasına rağmen, bir yıl daha hazırlanayım bahanesi ile okula
gitmemişti. O süre zarfında da hem çalışır eve destek olurum hem de para
biriktiririm diyordu. Öyle de yaptı hemen bir işe girdi, çalışmaya başladı.
Gününün büyük çoğunluğu işte geçiyordu, iş hem ağır hem de uzun süreliydi. Ders
çalışmaya hiç vakti kalmıyordu. Evlerinden misafir eksik olmuyordu, annesine
yardımcı olup misafirleri ağırlıyor sonra bulaşıkları yıkayıp bir an önce
uyumak istiyordu. Haftalık izninden kalan zamanda da ev temizliğiyle ilgileniyordu,
annesi ağır işleri yapamıyordu. Kalabalık oldukları için evde işler çok
oluyordu. İlkokuldan lise sona kadar yatılı okumuştu evden uzakta. Onun gibi
yatılı okuyan kız kardeşlerine de sıkıntı çekmesinler diye hem maddi hem manevi
destek oluyordu. O tüm bunları yaparken bir yerlerde bir şeyler yolunda
gitmiyordu. Sanki dengeler daha çok bozuluyordu. Herkesin iyiliğini düşünürken,
sanki o onlara iyilik yapmıyormuş da onlar ona iyilik yapıyormuş gibi tepki
alıyordu.
Sınav gün
geçtikçe yaklaşıyordu. Sınav yaklaştıkça stresi de artıyordu. Evde yaşanılan
sıkıntılardan dolayı iş yerinde düşünceli hallerinden dolayı azar yiyordu. Bir
yerde yaşadığı problem hayatındaki başka yerleri de etkiliyordu. “Hayatta
her şey birbiriyle ilişkilidir.” demişti en yakın arkadaşı, gittiği bir
seminerde duymuş. Arkadaşından bu seminer ile ilgili bilgi alması gerektiğini
hissetti.
Evde her gün aynı
konular tartışılıyor ama bir çözüm bulunamıyordu. Sadece problemler konuşuluyor
çözümler kısmı hep boş kalıyordu. Çalıştığı paranın çoğunu, kalan zamanının ve
enerjisinin çoğunu ailesi için harcamasına rağmen onları pek memnun edemiyor ve
bu durumu dile getirince de asilikle ve kıymet bilmemekle itham ediliyordu. Her
yolu denemişti kendince. Kalabalık
oldukları için giderleri fazlaydı. Ama kendisi dışında eve destek olan abisi ve
erkek kardeşi bu sıkıntılardan habersiz gibi hayatlarına devam ediyor hatta
tüketimlerini gün geçtikçe arttrııyorlardı. Onların yardım etmediği işlerde
“Onlara kırk kere söylemektense kendim yaparım.” diyerek kolları sıvamıştı. Evdeki
tamirat işlerini de artık kendisi yapmaya başlamıştı. O problemlerin çoğunu
çözdüğünü düşünürken neden problemler yığın halinde karşısına çıkıyordu. Gün
geçtikçe de azalmayıp artmasına sebep neydi?
Dertlenip tekrar
tekrar düşünmekten her gün daha da şiddetlenen baş ağrıları oluyordu.
Ağrılardan kurtulmak ve yorgunluğunu atabilmek için eve geldiği zamanın çoğunu
uyuyarak geçirmeye başlamıştı. Sanki evde bir birey değildi de herkesin rolünü
üstlenmeye ve hepsine yetişmeye çalışan birçok kişiydi. Bu da çok yorgun
bırakıyordu Leyla’yı. Annesi onun bu durumuna üzülüp sürekli sorular yöneltince
sinirlenip annesini terslediği zamanları da oluyordu. Sabrı tükenmiş, tahammülü
kalmamış gibi hissediyordu. Hâlbuki annesi biraz yemek yemesi için onu
kaldırıyordu onu düşündüğü için. Biraz düşündü annesine öyle davrandığı için kendini
kötü hissetti. Annesi de kendisi gibi onu düşünüp onun için endişeleniyordu
sadece. Kendisi ise ona kızıp kendisine haksızlık yapıldığı gibi ona haksızlık
ediyordu. Ne acı... İnsan bir öyküde haksızlığa uğruyor başka bir öyküde
haksızlık ediyordu.
Derin bir nefes
daha çekti. Kafasını kaldırdı ufka doğru baktı. Batmak üzere olan güneş dalgaların
üzerinde altın hareleri gibi parıldıyordu. Denizde dalgalar, havada martılar
ahenkle dans ediyor ve batan güneşi uğurluyorlardı sanki. Yüzünde hafif bir
gülümse ile arkasına doğru yaslandı. Biraz rahatlatmıştı bu manzaraya bakmak
onu.
Düşündü...
Tüm gün
kendilerine eşlik eden, etraflarını aydınlatan, kendilerini ısıtan ve daha
birçok güzelliğe vesile olan güneş bugünkü vaktini doldurmuş, görevini
tamamlıyordu. Gidişi fark ediliyordu, varlığı gibi...
Peki, neden benim
bu kadar emeğim görülmüyordu?
Düşündü...
Burada anlatılmak
istenen neydi? Yaşadığıyla ne ilgisi olabilirdi?
Güneş vakti
gelince geliyor, tüm varlığıyla birçok canlıya fayda veriyordu. Onun gelişiyle
gün başlıyor, birçok iş halloluyordu. Güneş varlığının sebebine bu kadar uyumlu
olduğu için gün ve gece bir düzen içerisinde akıp gidiyordu. Peki, insan neden
bu kadar dengesizliğe ve düzensizliğe sebep olabiliyordu? İnsan varlığının
sebebine ya da amacına ne kadar uyumlu idi? Bu sorunun cevabı belli ki birçok
şeyi açıklıyordu.
“Problem
neredeyse çözüm oradadır.” der Deneyimsel Tasarım Öğretisi.
İnsan kendisinin olmayan rolleri üstlendiğinde kendi rolünün hakkını veremiyor ve problemler yaşıyor. Güneş rolünün hakkını vermişti ve gidiyordu. Peki ya
kendisi? Evde sadece kendine düşeni yapmakla kalmayıp babasının, abisinin,
annesinin yapması gerekenleri de yapıp tamamlayabilir sandı eksikleri. Oysa
bu yaptığı sadece kendine değil onlara da yaptığı bir eziyetti. Haddinden
fazlasını yapmak da eksik yapmak kadar bozmuştu aile ilişkilerini.
Güneş ayın görevini
üstlenmedi hiç. Güneş ile gündüz, ay ile gece daha anlamlı ve güzeldi.
Hayatında
uzanmaya çalıştığı o kadar yer olunca kendini açıkta bırakıyor insan. Buzu
bardağa doldurmaya çalışmak gibi... Bardağa buzu tam olarak dolduramayız,
boşluklar kalır. İnsan da hayata karşı buz gibi keskin olunca öyle olmuyor mu? Ben
yaparım, ben ederim...
Neyi yapabilirim?
Neyi yapamam?
Neyi yapmalıyım?
Neyi yapmamalıyım?
Peki su? Baktığımız
şu deniz nasıl da olması gerektiği alana dolmuştu, her derinliğe nasıl da uyum sağlamıştı.
Boşluklara mahal vermiyordu. Su gibi olmalıydı o halde. İnsan kendi hayatının her
aşamasına değmeli, anlamaya çalışmalı, boşluk bırakmamalıydı. O halde baktığını
görmeli, duyduğunu işitmeli, dokunduğunu hissetmeliydi. O zaman her şey anlam
bulurdu.
Şimdi baktığı şu
manzara bunu görmesini ve anlamasını sağlamıştı. Düşündü, buradan kendine
çıkaracak çok ders vardı. Hayatında olan her kareyi tıpkı güneş gibi
aydınlatabilmeliydi. Bu yaşadığı sorun, tüm ışığı bir yere verdiği için
olmuştu. Bir yerde yoğunlaştırdığı ışık gözünü kamaştırmıştı ve görememişti.
Diğer alanlar karanlıkta kalmıştı dolayısıyla göremiyordu.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi der ki “Her şeyin aşırısı zararlıdır.”
İnsan bir yerde
aşırılaştığında gerçeğin ne olduğunu
göremiyordu. Dengesizlik söz konusuydu hayatına bakınca. Oysa ışığı yaymalıydı
merkezden dışarıya doğru. Önce kendini aydınlatmalıydı insan. Işık saçabilmek,
güneş gibi olabilmek için. Hem martıları hem dalgaları hatta denizin
derinliklerindeki balıkları aydınlatmalı birer birer.
Kalktı, usulca teşekkür etti güneşe.
Derin bir nefes
daha çekti gözlerini yumarak. Kulakların duyamayacağı bir şükür yankılandı
içinde... Gerçekleri görmesini
sağlayana...
Güneş bambaşka
parlamıştı Leyla için, ışık veremediği nereler vardı, listesini çıkarttı.
Aylardır başlayamadığı yürüyüşü, uzun zamandır aramadığı teyzesi, yardım için
onu arayan kuzeni, okumak istediği kitaplar, yeni açılan kütüphaneyi ziyareti
ve sınav. Evet, buralara yayıldığı zaman ışık, evdeki yoğunluk otomatikman
azalacaktı.
Peki, nereden
başlayacaktı? En
kolay olandan, hemen yapabileceği miktarda…
Sınava çok az
kalmıştı, ders çalışmalıyım, ders çalışacağım diyerek kendine baskı vermişti
ama bir türlü yapamamıştı. Demek ki bu şekilde ilerleyemiyordu. Hemen
yapabileceği miktar ile başlamalıydı, her gün 15 dakika ile başlayabilirim diye
düşündü. Çok yorgun olsam bile 15 dakika ayırabilirim.
Ve güneşin olduğu
ve olmadığı zaman nasıl belirliyse, o da ailede olması gereken yeri ve sınırını
bilecekti, bir sonraki gün tekrar aynı enerjiyle doğmak için.
Yorumlar
Vazifesini üstlenmiyor hiçbir zaman.
Veciye