Arkasında o kadar çok insan bırakmıştı ki...
Çok şey öğrenmişti ondan. Çok
üzgündü onunla tekrar çalışamayacağına ama bu bencilce bir duyguydu galiba… Neriman
ablayı son yolculuğuna uğurlamak için çıkmışlardı okuldan. Yılların öğretmeni,
hocaların hocası Neriman abla...
Aslında Neriman abla adına içinde
huzur vardı. Arkasında o kadar çok insan bırakmıştı ki, hatta fakülteden
diploma almasına rağmen henüz öğretmen olamamış bir sürü insanı da yetiştirmişti.
Küçük bir ilkokulda üniversite hocalarından daha çok öğretmen yetiştirmişti
belki de. Eski öğretmen okulu mezunlarındandı. Gencecik yaşında başlamıştı
öğretmenliğe ve 75 yaşına kadar da devam etmişti. Emekliye ayırdıklarında çok
üzülmüştü. Sonrasında emeklilerin dönmesi için çıkan bir yasa ile sevinçle
işinin başına tekrar dönmüştü.
Onun gözündeki meslek aşkı, işini
yapma sevinci kimsede yoktu. Çok mutluydu işini yapmaktan. Öğretmenin de
öğrenmedin de emekliliği olmaz derdi. Hem öğretir hem de yaşına rağmen hala
yeni şeyler öğrenmeye çalışırdı. Halk eğitim merkezi kurslarına giderdi mesela… İyi
ki de dönmüştü Neriman abla işinin başına, kendisi de o sıralarda yeni başlamıştı
göreve. Yeni sistem üniversite mezunları olarak çok zorlanıyordu. Neriman ablası
ona çok yardım etmişti. Geri dönünce görevine çok mutlu olmuştu kendi de. Zihni
çok berraktı Neriman ablanın hiç boş anı yoktu, dedikodu göremezdin onda…
Çok seveni vardı ve de çok
hayranı. Yaşına da hürmeten takılırdı insanlar “Asırlık çınarsın kıymetini
bilmeliyiz ablacığım” diye. Hiç övgülere takılmazdı, hikmeti kendinden bilmezdi.
” Asırlık olan ve asırlarca devam edecek olan biz değiliz evladım,
öğrettiklerimiz... Hepimiz gelip geçeriz şu dünyadan ama kalemimizin izi
kalır.”
DTÖ der ki; “Bu hayatta her şey geçicidir. “
İlk öğretmenlik günleri…
Okuma yazmayı ilk öğrenen
çocuklarımız…
Hiç bitmeyecek gibi olan okul
sınavları, mezuniyetimiz, diplomamızı ilk elimize alışımız…
Hepsi ama hepsi geçici…
Bizden sonraya neyi
bırakabiliriz şu hayatta?
Teneffüse çıkarken yine aklına
geldi o söz “Kalemin izi kalır..."
İz bırakmıştı gerçekten
öğretmenlerin, öğrencilerin hayatında… Üç ay oldu onu uğurlayalı, hala aklına
geliyordu. Çok yakını değildi. Ama o kadar yakın hissediyordu ki derste
çocukların tabletlerini kenara koydurup, deftere çizdirerek her çalıştırdığında,
içinden anıyordu onu. Teknoloji karşıtı değildi ama “Öğrenmenin bir sanatı
var. Elin kalem tutmadan, defterin kokusunu almadan, yazıyı şahit tutmadan
öğrenemez insan" derdi… Söz uçar yazı kalırdı…
Gerçekten yeni yöntemler çok
hızlı bir şeyler halloluyor gibiydi. Ama öğrencilerde soyutta hiç etkisi
olmuyordu, hiçbir davranış değişikliği gelişmiyordu. Dersler de çocukların
akıllarında o kadar kalmıyordu. Zorlandığı anlarda kenara koyun şunları diyordu
o da Neriman ablası gibi… Neriman ablayı
hala akıllarda canlı tutan yüzünün güzelliği, zenginliği, itibarı değildi… Onu
akıllara getiren ve hatta akıllara gelmese bile etkisini devam ettiren;
insanların faydasına dokunacak işler bırakmasıydı… Ölmesine rağmen öğrettiği
insan yetiştirme yöntemleri devam ediyordu. Kim bilir ne puanlar topluyordu
hala…
Hayatta her şey geçicidir.
Ancak biz ölsek de devam
edecekler vardır. İlim öğretme, iyi bir insan yetiştirme, insanların faydasına
bir yapı bırakma…
Bu kadar geçici olunan hayatta,
insan yine de kalıcı olmaya çalışır. Evini, gençliğini, güzelliğini… Kısa süre
kalacağımız bir otobüs durağına halı serip, avize takmak ne kadar saçmaysa;
sonsuzluk içinde kısacık ömrü hiç ölmeyecek gibi yaşamaya çalışmak da o kadar
saçmadır aslında…
Ondan Geriye Kalan
Artık altı ay olmuştu… Hala Neriman abla olsaydı burada şunu yapardı, şurada bunu yapardı diye söylenirken buldu kendini… Bir an kendi kendine düşündü, sağ olsaydı kızardı kendine herhalde çünkü o yaşarken bile kendinin gündem yapılmasını istemezdi, “Biz sadece vesileyiz” derdi.
Neye vesileydik peki?
Sadece matematikte üçgenin iç
açılarını anlatmak mıydı mesele? Fizikteki formüller mi? Hayat bu somut
yasalardan ibaret değildi. “Hayatta başka meseleler var çocuklara öğretmemiz
gereken iş çok başka” derdi… Anasız babasız çocuklar ya da anası babası olup
öksüz olanlar… Bunlara bir anne olarak değil ama bir öğretmen olarak hayatın
yasalarını öğretmeliydi. Sınavdan kötü puan almış bir çocuğa sonucu söylerken,
hayattan "Hayır" cevabına nasıl tepki verdiğine bakmak. Aslında olması
gerekeni o çocuğa fark ettirmekti mesele. Bu okulda kötü puan alır sonra geçer
bir şekilde. Ama hayatta işten çıkarıldığında, sevgilisi terk ettiğinde, ailesi
yuvası yıkıldığında nasıl tepki verecekti? Ya da çok başarılı olmuş bir
öğrenciyi sadece tebrik etmek değildi mesele. Başarıya nasıl ulaşmıştı hırsla mı azimle mi? Hırslı çocuğa başarı
sonucunu söylemekle, azimli çocuğa
başarılısın deme stili aynı değildi Neriman ablanın. Kötü puanlar, iyi puanlar,
sınıfı geçmek hepsi geçiciydi. Bu hayatta ama biz aldığımız dereceleri belgeleri
bir yerlere asıp kalıcı olmaya çalışırız…
Hayatta kalıcı olmaya
çalışma hayat amacını unutma. Başarı ve başarısızlıklar hepsi gelip geçer hayat
amacını unutma…
Evet, altı ayın sonunda bir ders
çıkarmalıydı Neriman ablasından. Yoksa ölenlerin ismini kendini sürekli
somutlaştırıp, bıraktığı güzelliklerin içini boşaltanlara dönecekti. Kalıcı
olan birilerinin isminin ötesinde, iyilik ve gerçeğe dair olan şeylerdi
aslında. Ama o kişi hayatta yapıp ettikleri ile iyiliğin, ahlakın, başrolde olduğu bir sayfada isminin geçmesini
hak ediyordu. Bu hayatta her şey
geçiciydi kalıcı olmaya çalışamazdık. Biz gelip geçsek de şu dünyadan hayat
amacına göre yaptıklarımız kalıyordu hep arkamızdan…
Gerçekten söz uçup yazı kalıyor,
kalemin izi kalıyordu…
Yorumlar
Yetiştirmek hayata hazırlayan olmak …