İmdat!
Rüyasında bir kadın yardım istiyordu;
- "İmdaat! Yardım edinn..."
- "Bu sadece bir rüyaydı, gerçek değil. Şimdi
suyunu iç ve uyumaya çalış." derdi.
Elif annesinin gelip ona sarılarak teselli etmemesine çok içerler babam gibi beni sevmiyor diye düşünürdü. Ama annesi de onun kadar babasından çekinirdi.
Bir gün annesi ona;
- "Beni rüyalarına çağır, orada ben bütün
canavarları kovalarım." demişti.
Bunu yapabildiğini fark ettiğinde Elif; annesi ne ki, güçlü gördüğü kim varsa onu çağırmaya başlamıştı rüyalarına. Ve her defasında kurtuluyordu, onları yeniyordu… Korkuları da geçmişti.
Bu defa rüyasındaki kadın Almanca yardım istiyordu…
- "Hilfe!..."
"Artık Almanca düşünmeye başladığında o ülkeye, o dile
alıştın demektir" demişti bir arkadaşı.
"Beş yılın sonunda artık rüyalarımı bile Almanca görüyorsam…" Derken gözünü açtı ve gerçekten birinin yardım istediğini fark etti.
Şaşırmıştı, refleks olarak cama koştu; hava yeni aydınlanmaya başlıyordu, sokakta sadece bir tane temizlik işçisi vardı. O da sesi duyup, apartmanın önüne gelmişti. Göz göze geldiklerinde üst katı gösterdi adam parmağıyla.
Elif’in bir an aklına üst kattaki yalnız yaşayan yaşlı kadın
geldi, arada kapıda karşılaşınca selamlaşırlardı. Koşarak merdivenleri çıktı.
Kapıyı çaldı, kadın yardım istiyor ama kapıyı açmıyordu.
Polisi aradı.
- "10 dakika içerisinde oradayız." dediler.
Hakikaten de 10 dakika sonra ambülans ve itfaiye kapıdaydı.
İyi imkanlara ulaşmanın ağır bedeli...
Elif’in kötü bir boşanmadan sonra başka ülke hayali kurmasının arkasında bu imkanlar, hizmetler vardı. "Daha rahat hayat koşulları’’ diyordu gitmesini istemeyen annesine. ‘’Hem kızı Pelin böyle bir ülkede mi büyüsün? Ne olacağı belli değil baksana!’’
İtfaiye ekipleri bir yandan kadınla konuşup, bir yandan da
kapıyı açmaya çalışıyordu. Kadın bir süre sonra sorularına cevap vermeyince,
kapıyı büyük bir gürültüyle kırarak içeriye girdiler.
Elif de kendi katına inmişti rahat hareket edebilsinler
diye.
"Bu kadar gürültüye nasıl komşular uyanmaz?!" diye düşündü.
Tam 14 daireydi apartman. Bir kişi bile merak edip yardıma gelmemişti.
Çocukluğuna gitti aklı, komşularına. Annesi işten gelene
kadar ona yemek veren Aysel teyzesine. Kendi çocuğundan ayırmazdı onu.
Evde güzel bir yemek pişince köşedeki yalnız ve yaşlı
teyzeye yemek gönderirdi annesi onunla. Sadece annesi değil apartmanda
neredeyse herkes bunu yapardı.
Beraber salça, makarna, tarhana yaparlardı.
Birinin badanası varsa o gün yemeklerini komşular getirirdi.
Hastalıkta, düğünde, cenazede...
Ne kadar sıkı bağları vardı.
Bu ülkede Elif, beş yıldır o bağlardan birini bile kuramamıştı.
Eve yemek davetleri, beraber kahve içmeler de bir sonuç
vermemişti. Zaten onunla görüşenler de birkaç Türk arkadaşıydı ve çok yoğun
oluyorlardı.
İnsanlar bireysel takılmayı seviyordu. Türkiye’deki o
misafirperverlikten de eser yoktu.
"Hata mı yaptım acaba?" sorusu sık sık aklına düşüyordu.
Görüştüğü Türk arkadaşlarından biri ısrarla bir eğitimden
bahsediyordu.
‘’Sıkı bağlar oluşsun istiyorsan, karşılıklı ihtiyaç gideren
insanlar olmalısınız. İnsan karşılıklı ihtiyaç görürken birbirine kanca gibi
bağlar atar, ilişkisi güçlenir…’’
Etkilenmişti bu sözlerden…
Eski hayatını ve şimdiyi düşününce mantıklı geliyordu.
Gerçi İstanbul’da da işler kötüye gidiyordu. Kentsel dönüşümle apartmanları yıkılınca herkes bir yerlere dağılmış, annesi de erkek kardeşine yakın bir yere taşınmıştı. Ve o bağlar kopup gitmişti. Annesi sık sık yalnızlıktan, apartmandan şikayet ediyordu.
O sırada yaşlı kadını ambulansa bindirdiler. Düşüncelerden
sıyrılan Elif havanın artık iyice aydınlandığını fark etti. Pelin’e kahvaltısını
ettirip, erken çıkarım diye düşündü. Neredeyse her gün işe erken gidip, geç
çıkıyordu ama bir türlü patronuna kendini beğendiremiyordu.
Her yaptığını eleştiren, beğenmeyen, ona kaba davranan bir
patronu vardı. Artık ne yapacağını kestiremiyordu.
- "Sanki babamın ruhu etrafımdaki insanlarda
dolaşıyor!..." diye düşündü.
Hazırlanıp evden çıktı, gergin hissediyordu…
İş çıkışı biraz yürümek iyi gelir diye metroya kadar yavaş
yavaş derin düşüncelerle yürüdü.
Sunumu yine acılı geçmişti.
Patronu babasının başka bir versiyonuydu. Üstelik
kaçamıyordu da… İş bulması yabancı bir ülkede o kadar da kolay değildi.
Ya eşi?
- "Aklım hayalim almıyor, babamdan bu kadar nefret ederken, anlaşamazken. Evi terk etmişken, nasıl oldu da babamın aynısıyla hatta daha beteriyle evlendim?"diyordu gözünden yaşlar akarken.
Problemden kaçarak, problemini çözemezsin...
Kafenin birinde oturmuş aynı arkadaşına o gün sunumda olanları anlatıyordu. Arkadaşı bir bardak su istedi. "Hadi bi gidip elini yüzünü yıka." dedi. Biraz açılmıştı.
- "Bir problemden kaçarak onu çözemezsin Elifçim. Bu sahte bir çözüm. Ve kaçtığın her neyse büyüyerek seni kovalamaya devam eder." dedi.
Eve dönerken kafasında bu cümleler vardı Elif’in.
Apartmandan içeri girdi ve panoda şöyle bir not gördü;
"Beni kurtarmaya gelen sevgili komşum, Pazar günü
saat 4’te sizi kahveye bekliyorum.’’
Gülümsedi, galiba bir arkadaşı oluyordu apartmanda.
Bağ, ihtiyaç gördükçe kuruluyor olmalıydı evet.
"Ne acı" diye iç geçirdi.
"İmdat!" diye can çekişen yaşlı teyze değildi; aslında insan ilişkilerimizdi…
Yorumlar
Ellerinize sağlık
Kaleminize sağlık 💞