Benim Güzel Papuçlarım

Benim Güzel Papuçlarım

Sabah uyanır uyanmaz o gün ne giyeceğine karar vermek için kıyafet odasına geçti.  Renk renk kıyafetler ve 20 çift ayakkabısına bakarken, çocukluğunu hatırlayıp gülümsedi.

Problem varsa marifet var

Mustafa, yıllarca aynı ayakkabıyı giyerdi, komşunun çocuklarının küçülen ayakkabılarına mahkûm olurdu. Çünkü ailesinin durumu pek yoktu. Babasını da yedi yaşında kaybedince annesine hiçbir şey diyemez olmuştu. Kadıncağız ancak evin mutfak masrafını çıkarıyordu çalışarak. Ayakkabıya da pek sıra gelmiyordu doğal olarak. Bu durumda Mustafa ayakkabı da isteyemezdi zaten annesinden.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki, “Problem, insana marifet kazandırır.”

İri de bir çocuktu ve her yıl büyüyen ayakları için kendince çözümler bulurdu. Bağcığı gevşetme, ince çorap giyme, çok yol yürüyüp de ayağını sıkarsa topuğuna basma gibi… Hatta yırtılınca kendisi annesinin dikiş iğneleri ile diktiği bile olmuştu patlayan yerleri… 

Ama dışardan hiç anlaşılmazdı ayakkabısının eski olduğu, arkadaşlarının yeni ayakkabılarından bile temiz dururdu. Çünkü her sabah siler temizler öyle çıkardı. Hor kullanmazdı. Çamura basmazdı kolay kolay…

Bazen zorlandığı anlarda kendine hayal kurardı. Mustafa, büyüyüp parasını kazanmaya başlayınca 20 çift ayakkabı alacaktı kendine… Çünkü ayakkabıları çoğalınca daha mutlu olacağını sanırdı, o anki mutluluğunun farkına varmaksızın… Oysaki o zamanla ayakkabısı az ama mutluluğu bu gününden daha fazlaydı. Sahi neydi o zamanlarda onu mutlu eden?

Aslında onu mutlu eden kurduğu hayalleri değil, eksiklik, açlık ve o imkânsızlığın verdiği sürekli hazdı…

Onun için yıllardır dönüp dönüp hatırlayabiliyordu…

O çok eğlenceli piknik aklına geldi. Yalın ayak çimlerde ne koşmuştu arkadaşlarıyla, nasıl da iyi gelmişti. Arkadaşları oyun zannederken, ayakkabısı yırtılınca yalın ayak kalmıştı aslında. Yine de bunu dert etmeden uyumlanıp eğlenceye çevirebilmişti Mustafa. İmkânları olmasa da mutlu bir çocuktu.

Birden irkildi saat sekize geliyordu, çıkması lazımdı. Hemen seçtiği kıyafete uygun ayakkabıyı aldı. O an aklına şu geldi çocukluğundaki anıları onu her sabah mutlu etmeye devam edebiliyordu. Bugün hayallerini kurduğu şeylere ulaşmış olmasına rağmen, eskisi kadar diri, mutlu, tebessümlü olamıyordu… Ters olan neydi ki? Şimdi her şeyi vardı ama mutluluğu eskisi kadar değildi.

DTÖ der ki; “Açlığını çektiğin şeye ulaşana kadar aldığın haz, ulaştığında aldığın tatminden daha fazladır.”

İnsan, doğduğu andan itibaren hep gerçeğe meyillidir, gerçeği arar. Tıpkı bir bebeğin annesini araması gibi. Annesinin kucağından başka yerde rahat edemez. Annesini ister, onun kucağına gelince rahatlar.

Gerçeğe de sürekli ulaşmaya çalışır ve ulaştığında da rahatlar.

Ama bazen gerçeğe ulaştığımızı zannederken hayallerimizin içinde kaybolabiliriz… Gerçeği fantastik, mistik hayallerle karıştırırız. Aşırı isteklerimizdir bize gerçekten uzaklaştıran.

"Gerçeği arıyorum" diye dibimdeki gerçekleri bırakıp uzak diyarlarda gerçeği buldum sanırım. Bir dağın başında da olsa ya da bir mağarada, o gerçek insana ulaştırılır aslında.

"Gerçek aşkı arıyorum" deyip çok zengin, altında cipi olan yakışıklı bir erkek beklerim.  Dibimdeki babamın, bir tamirhanede alın teri dökerek helalinden ekmek getiren o babamın, gerçek kahraman olduğunu göremem.  Gerçek aşkım olan gün boyu bakım yaptırmış o kadını, romantik bir akşam yemeğinde, mum ışığında yemek yerken düşünürüm. Ama o yemeği hazırlarken üstüne yağ kokusu, balık kokusu sinmiş olan annemin gerçeğini göremem… Sahi neydi gerçek?

  • Neye ulaşmaya çalışıyoruz?
  • Neyin açlığını çekiyoruz?
  • Gerçeğin açlığını mı?
  • Sahte yaşantıların açlığını mı?

Gerçeği arıyorsak şu anki imkânsızlıklarımızdan ders çıkarıp, imkâna ulaştığımızda bile o çıkardığımız dersi, hayatımıza uygulayabilmeliyiz. Peki, bunu nasıl yapabiliriz?

Bollukta bile kendimize açlık oluşturarak…

O zaman gerçekle uyumlu oluruz…

Gerçek neredeydi?

Mustafa’nın gerçeği de dibindeydi aslında. Sadece burnunun dibindekini göremeyen herkes gibi, o da 20 çift ayakkabısı olunca çözecek zannediyordu her şeyi.  Gerçek bir yaşama ulaşacağını zannediyordu. Mutlu ve başarılı olmak bu muydu? Oysa o ayakkabısızlık içinde çözüm bulma çabasıydı onu diri tutan ve yıllarca hatırlayacağı bir mutluluğa kavuşturan. Yani onu mutlu eden, harekete geçiren hayatındaki eksikliği, açlıkları, imkânsızlıklardı…

Oysa gerçeği, gerçekten çözmüş olsaydı. Onlarca ayakkabısı olacak imkâna ulaştığında da o çocukluktaki mutluluğa ulaşabilirdi. Nasıl mı? 

  • İhtiyacından fazlasını almamasıyla, 
  • Kendine açlık oluşturarak. 

Hayatın da ona öğretmeye çalıştığını o zaman çözmüş olacaktı.

Gerçek çok uzakta değil aslında…

 


İlişkilerde Ustalık Hakkında

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Gittikçe daha da fazla tüketim toplumu olmaya meyil etmişken yol gösterici, tatlı bir yazı olmuş:)
Teşekkürler
Adsız dedi ki…
Hayatın öğretmeye çalıştığını çözmemiz ve çözümü yaşantımıza almamız dileğiyle…elinize sağlık güzel bir yazı.
İlknur M dedi ki…
İnsanın yanılgısı bu. Herseyi tam olduğunda daha mutlu olacağını zannederek gerçekten uzaklaşması. Kaleminize sağlık.
Adsız dedi ki…
Elinize sağlık açlık bizi dii tutan şey 🌸
AKK dedi ki…
Çok faydalı bir yazı olmuş. Gerçeği görmek isteyene çıkarılacak çok ders var.
GNS dedi ki…
Ne güzel yazmışsınız

Gerçek çok uzakta değil aslında…

Şah damarimizdan yakın bir GERÇEK var

Ellerinize sağlık
Mk dedi ki…
Çocukluğumuza gittik sayenizde... Ne kadar da doğru elinize sağlık
Adsız dedi ki…
İmkan olduğu halde almadığımızda hayatın lezzeti de bereketi de bir başka oluyor 💐