Aynadaki Kişi
Hem yürüyor hem de kendi kendine konuşuyordu. Kendi kendine konuşana deli derlerdi. Belki de deliydi, akıllı taklidi yapıyordu.
Çok yoğun çalışıyordu ve artık en ufak olumsuzluklar onu çileden çıkarıyordu. Müşteri ile görüşmesine de geç kalmıştı. Çünkü; telefonu hiç susmamış, ofistekiler onu rahat bırakmamıştı.
Ayağını yere hızla vurdu; topuktan gelen sesi duyduğunda;
“Yok artık! Topuksuz ne yapacağım? Çok önemli bir görüşme bu.”
Mümkün olsa; fönlü saçlarını tek tek yolacak hale gelmişti.
Ellerini gördü. Titriyordu. Bu da yeni çıkmıştı. "Sinirden" dedi.
Çalan telefonu bardaktaki son damla oldu. Bağırarak açtı telefonu.
“Bir işi de bensiz halletseniz; başımıza taş yağacak yani. Beceriksizsiniz. Beceriksizsiniz hem de hepiniz!”
Bu adamların hepsini akıllı diye; becerikli diye işe
almıştı. Belki de gerçekten
iyilerdi ama şimdi değillerdi işte...
Düşünmek durgunlaşmasına; hızının azalmasına sebep oluyordu.
“Şimdi değil, şimdi değil. Daha sonra kızım. Bunu düşünecek zamanın yok, durup düşünemezsin." dedi içinden.
Yolun karşısındaki ayakkabıcıdan uygun bir ayakkabı satın
aldı ve görüşmeye girdi.
Ayağını yere hızla vurdu; topuktan gelen sesi duyduğunda;
“Yok artık! Topuksuz ne yapacağım? Çok önemli bir görüşme bu.”
Mümkün olsa; fönlü saçlarını tek tek yolacak hale gelmişti.
Ellerini gördü. Titriyordu. Bu da yeni çıkmıştı. "Sinirden" dedi.
Çalan telefonu bardaktaki son damla oldu. Bağırarak açtı telefonu.
“Bir işi de bensiz halletseniz; başımıza taş yağacak yani. Beceriksizsiniz. Beceriksizsiniz hem de hepiniz!”
Düşünmek durgunlaşmasına; hızının azalmasına sebep oluyordu.
“Şimdi değil, şimdi değil. Daha sonra kızım. Bunu düşünecek zamanın yok, durup düşünemezsin." dedi içinden.
Akşam olup da evine gittiğinde tek hissettiği yorgunluktu. Sanki üzerinden tır geçmiş gibi derler ya, öyle. Kolunu kıpırdatacak hali, dermanı kalmamıştı. Çok iş yapmıştı. Çok iş… Birileri hata yapıyor; sonra o gidip bozulanı düzeltiyordu.
“Ne kadar da yoğun bir gündü.”
Tek istediği...
Tek isteği sessiz sedasız, balkondaki koltuğunda, bir bardak
koyu kahvesini içmekti. Ne çocuğunun; ne eşinin; ne de annesinin sesini duymak
istiyordu. Boş bir kafa ve sessizlik; sadece sessizlik...
Çocuğunun bakımına destek olsun diye iki büyük anne, evin sakinlerinden olmuşlardı. Sırayla birer birer. Yardımcı bir kadın vardı bir de.
Çocuğunun bakımına destek olsun diye iki büyük anne, evin sakinlerinden olmuşlardı. Sırayla birer birer. Yardımcı bir kadın vardı bir de.
Bu yoğunlukta; yemek, çocuk falan halletmek gerekiyordu ve problemlerin çözülmesi
için destek iyi olur diye karar vermişlerdi, daha doğrusu o karar vermişti.
Eşi; sadece "sen bilirsin" demiş ve her zamanki gibi kenardaki derin sessizliğine
gömülmüştü.
Büyük annelere verdiğin odanın önünden geçerken; kendi
kendine konuşan annesinin sesini duydu.
“Varsa yoksa işi. Şu oğlanı annesiz bırakıp gidiyorsun, paraya mı sanki ihtiyacın var? Huzur evde olur, iş hayatında değil be kızım... Anneliğini önce yaşa, iş her türlü yürür.”
“Varsa yoksa işi. Şu oğlanı annesiz bırakıp gidiyorsun, paraya mı sanki ihtiyacın var? Huzur evde olur, iş hayatında değil be kızım... Anneliğini önce yaşa, iş her türlü yürür.”
Bu nasıl bir şey?
Elinde kahvesiyle çok da umursamadan koltuğuna oturdu.
Kafasını hızla çevirdiğinde; koşa koşa kendisine doğru gelen oğlunu gördü. Çocuk gülerek, şımarıkça geldi ve bir bardağın üzerine son damlayı bırakıverdi. Bacaklarına mutlulukla, sevinçle, kaygısızca sarılıverdi. Ve o an olan oldu. Kahve dolu kupa üzerine dökülüverdi. Evin içinde sesi yankılanıyordu. Kocaman, korkunç, can yakıcı bir bağırtı duyuldu.
Oğlunu gördü, korkudan gözleri kocaman açılmış, donmuş kalmıştı çocuk. Anlam veremiyordu olaya. Çocuğunun yüzündeki ifadeye bakan, biraz önceki sesi bilmese; canavar gibi bir şeyin ona saldırdığını düşünürdü.
Kafasını hızla çevirdiğinde; koşa koşa kendisine doğru gelen oğlunu gördü. Çocuk gülerek, şımarıkça geldi ve bir bardağın üzerine son damlayı bırakıverdi. Bacaklarına mutlulukla, sevinçle, kaygısızca sarılıverdi. Ve o an olan oldu. Kahve dolu kupa üzerine dökülüverdi. Evin içinde sesi yankılanıyordu. Kocaman, korkunç, can yakıcı bir bağırtı duyuldu.
Oğlunu gördü, korkudan gözleri kocaman açılmış, donmuş kalmıştı çocuk. Anlam veremiyordu olaya. Çocuğunun yüzündeki ifadeye bakan, biraz önceki sesi bilmese; canavar gibi bir şeyin ona saldırdığını düşünürdü.
"Bu nasıl bir şey?" dedi kendi kendine ve dönüp aynaya kendine baktı.
Kendi ile
bakıştı ve gördüğü kişiyi tanımadı. Tekrar baktı. Baktığı kadın, gözlerinden ateş saçan bir
canavara benziyordu. Korku filmlerindeki en korkunç olanlardan birine…
Gözünden bir damla yaş gelmedi. Sustu ve koşarak duşa girdi. Üstü başı sırılsıklam, suyun altında ağlıyordu. Ağladı, ağladı ve ağladı...
Gözünden bir damla yaş gelmedi. Sustu ve koşarak duşa girdi. Üstü başı sırılsıklam, suyun altında ağlıyordu. Ağladı, ağladı ve ağladı...
Suçlu kimdi?
Annesi haklı mıydı? Bu huzursuz hayatın suçlusu kimdi? Tüm bu koşturmacalı ve stresli hayata onu ittiren, hırs yaptıran kimdi? Suçlu çok uzakta olan biri değildi.
- Çok iyi kariyer,
- Çok iyi evlilik,
- Çok iyi hayatı isteyen kimdi?
Hiçbir şey istediği gibi yolunda gitmiyordu.
Ne kadar çok şeyi istese, o kadar da çok problemle boğuşuyordu.
Peki, sabrı nereye kadar yetecekti? Suçluyu bir bulsa çözümünü de bulacaktı. Çünkü problemle çözümü yan yana durur, onu en azından biliyordu.
O an aklına bir kitabın başındaki söz geldi.
“İnsanın en büyük dostu da; en büyük düşmanı da aynadaki kişidir.”
O an aklına bir kitabın başındaki söz geldi.
Sorularının cevabını bu sözde bulmuştu ve buruk bir tebessümle yeni bir güne adımını attı.
Başarı Psikolojisi hakkında
Yorumlar
Kaleminize sağlık
Elinize emeğinize sağlık. HY
Zor bir yüzleşme..
Teşekkürler😔