İnsan Ve Okyanus

 

Bu gece zor bir gece oldu. Dün geceden daha zor. Geceyi sevip sevmediğimden emin değilim hala. Bilinmezliği çok,  bu kadar fazla belirsizlik tedirgin ediyor beni. O yüzden, şüpheliyim. Belki sadece gün doğumundan biraz önce , en karanlık, en sessiz, en ıssız, o anda hoş geliyor olabilir. Olabilir dedim, hala emin değilim ama yediye sıfır yok bu hayatta.

Hayatta hiçbir şey aynı değildir...

Okyanusu düşündüm, denizi biraz da. Bir keresinde Atlas Okyanusuna girmiştim, dizlerime kadar… Yürümüştüm içinde. Yüzmedim çok dalga vardı ve bulanıktı birazda. Ama önce kokusuna, sonra tadına bakmıştım. Her suyun bir kokusu var biliyor musun? Farklılıkları var, kendi doğasınca. Suların kokusunu, tadını merak ederim sıklıkla. Nerede daha önce görmediğim bir deniz, göl, akarsu görsem önce kokusuna ve tadına bakarım , sonra ayaklarımı sokarım. Tadı, tuzu, sodası kıvamı ve serinliğini merak ederim.

En küçük ile en büyük arasında bir ilişki var mı?
“Okyanus olsam ne olurdu?” diye diktim gözlerimi tavana. İçeriden açıktı gözlerim, yoksa örtmüştüm göz kapaklarımı . Önemli bir andı benim için… İlk kez kendimi bir okyanus gibi hissetmeye çalıştım.
Eskiden denizde suya bırakırdım kendimi. Hareket etmezdim. Beni çalkalaması hoşuma giderdi. Nadir zamanlardı benim için kontrolü bıraktığım. İç organlarım bile serbest kalırdı sanki. Deniz beni kendine karıştırırdı. Öyle küçüktüm ki içinde. Rahat ederdim, o küçülmüşlüğün içinde.
Düşünsene derdim kendi kendime, çık uzaya, bak Dünya’ya. Hayır uzay deyince çok gitmene gerek yok. Daha Ay’a gelmeden önce döndür yüzünü. Ve sırtını çevir Ay’a. Bak şimdi Dünya’ya. Ne görüyorsun?
Okyanuslar, dağlar, yer, bulutlar, sımsıkı saran atmosfer…  Yaa! Çin seddi bile var. Ama sen yoksun. Bir tek insan bile görünmüyor.

Yokuz aslında…

En büyüğü kim şimdi?
Hangi insan?
Hani şu kuleleri dikenler,
Dağı yarattım diyenler,
Firavun, Haman, Karun, Nemrut…
Hiç birinin görünme ihtimali yok.  
En büyüğü, 
En zengini, 
En ihtişamlısı, 
En kralı, 
En padişahı…
Vallahi de yok, billahi de yok...

Yokum ben ya da varsam da karınca gibiyim, görünmüyorum uzaydan.
Ben ve karınca, şimdi buradan, şu yattığım yataktan bakınca ne kadar fark var değil mi? 
Ama nereden baktığına bağlı, belki de aynıyız aslında. 
Minicik karınca, 
Minicik ben... 
En sevdiğim yer, 
Küçüklüğüm, 
Küçülmüşlüğüm. 
Minicik kaldığım, en emin olduğum yer. 
Gizli köşem…
Neyse, ne diyordum? Ha! Eskiden denizde, suya bırakırdım kendimi. Bazen sırt üstü bazen yüz üstü… Yüz üstüysem, nefesimi tutardım tüm gücümle. İmkânım varsa dalış maskesi takardım. Deniz beni sallarken ben içindekilere bakardım.

Dışarıdan güzeldi deniz olmak , 
Okyanus olmak. 
Ama istemezdim öyle büyük olmak. 
Ben küçüldüğüm yeri seviyorum. 
Avuç içlerimi dayadığım, 
Kalbimi akıttığım, 
Alnımın ortasından tüm düşüncelerimi, 
Duygularımı teslim ettiğim yeri. 
Sığınağımı seviyorum.
İşte denizde kendimi bırakınca da öyle gelirdi. O kadar büyük bir şeyin içindeyim ki…
Sanki bir ben yokum,
Kalan her şey çok...
Şimdi ise bu kuş seslerinin bile kesildiği saatte niyeti bozdum.
Acizliğime bakmadan deniz oldum, yetmedi Okyanus oldum.
Uzun uzun düşündüm, hakikaten Okyanus ne sever? Ne yer ne içer kiminle gezer?

Ben Okyanus olsam...

Birazı toprakta, birazı havada, bizim gibi aslında. Altında bir yer var, üzerine basıyor.
Biraz kum, biraz balçık, biraz taş…
Ve üzerinde hava var, gök var.
Nefes alıyor başını kaldırıp bakıyor. İçinde dolaşan bir sürü canlı, bazısı kanı, bazısı damarları bazısı organları…
En sevdiği şarkı ,içinde taşıdığı taş sesleri. Çocuk kahkahasıyla şenlenir gibi. Birbirini kovalayan , ebelemece oynayan. Çığlık çığlığa taş sesleri. İki ileri, bir geri… Ya da tam tersi, bir ileri, iki geri. Biraz itiyor biraz çekiyor. Biraz da rüzgar sert eserse, ne güzel bir melodi…
Hayır, insanlar yanlış biliyor. Kankası balıklar değil renk renk, şekil şekil,  pullu pulsuz balıklar…
Hem av,  hem avcı… Ya da denizatları dörtnala değil pervanesiyle koşan.
Yosunlar, mercanlar, kabuklu kabuksuz canlılar…
Okyanusun bile görmediği balık vardır. Çok çeşit var, hangisi dost belli değil. İhtiyaç karşılasın yeter şimdilik.
Balıklar değil kankası, yanlış biliyor insanlar…
Taşlar da değil, onların çoğu taş bile değil.
Doğrudur, var aralarında bir ilişki… Ama anlatması öyle kolay değil.
Gemiler yüzer üzerinde, tekneler, kayıklar, iskeleler… Ve insanlar çeşit çeşit tıpkı balıklar gibi. Zengini fakiri ne fark eder? Onun için hepsi bir… Bindikleri şey ister bir lastik olsun ister bir yat...
Alabora oldu mu hepsi aynı duayı eder.
Şu koca dünyada ki en çok belki kendisi,
Ama hissetmez öyle, çünkü bilir haddini,
Mürekkep olsa yetmez hiç bir zerresi.
Dağlara erişemez mesela, bazen coşar dalgalanır.
Zirvesini selamlamaya çalışır,
Ama yutar suyunu çıkmaz oraya kadar.
Ama insan öyle değil had yok, sınır yok. Gezer elinde şişesi…
O yüzden kankası balıklar değil, taşlar değil. Hele insanlar hiç değil.

Öyle bir amaç olmalı ki yaşamında...

Rüzgarlar onun kankası. Sırt sırta vermiş iki silahşor. Birbirini kollayan. Birbirinin yükünü taşıyan. En çok da ihtiyaç karşılayan. Aralarındaki hedefe yönelik iletişim, çoktan olmuş en samimi en kuvvetli ilişki... Öyle sıkı ki bağları, el ele verseler devirirler dünyaları. Ama amaçları, öyle bir amaç ki… Dünyalara bedel. O yüzden yılmadan usanmadan boyun eğerek, çalışırlar dünya için.
Taşınacak sular var,
Kuşlar ve balık sürüleri,
Hatta uçaklar var, kendi kendine uçtuğunu sanan.
İtilecek gemiler var,
Tekneler var…
Bulutlar, içinde bin atlı olan, dev, ürkütücü ama güçlü.
Ya da zarif beyaz kuş tüyleri gibi mesajcılar,
Yük yükleniciler, müjdeciler ve uyarıcılar…
ALLAH aşkına, neden en çok şikayet eder insan?
Hiç susmayan ama en az işi yapan,
Üstelik çabuk yorulan, kırılgan ve kıran…
Yaptığını göze sokan,
Az ihtiyaç gideren ama çok ihtiyacı olan.
Bir kerecik görse yeter. İnsan, değersiz sanılan ama üzerine kainat kurulan.   

Küçülmek iyi gelir insana...

Rüzgar kadar, okyanus kadar büyük olunca, işin de çok olur tabi. 
Büyük başın büyük derdi olur. Ne Okyanus ve rüzgar oflamaz, durmadan devam ederler, gece ve gündüz. Yol belli yordam belli, hedef belli amaç belli. O zaman bakmaz sağına soluna… Kim var arkasında? Koşar var gücüyle sağlam adımlarla.
Rüzgarlar, tatlı yuvarlak dalgalar oluşturur okyanusun yüzeyinde. Ama her fırsatta el ele verip taşları sürerler kıyıya, ya da cam kırıklarını törpüleyip benzetirler taşa. Hem yumuşatırlar hem de ihtiyaç giderirler, batmasın diye kimsenin ayaklarına.

İşte Deneyimsel Tasarım Öğretisi; 
  • Dünyadaki her şeyin hareketini, 
  • Bir okyanustan bir karıncaya kadar, 
  • Taş seslerinden tutun da çocuk seslerine varıncaya kadar, 
  • Her şeyi şimdiki yaşantımızla ilişkilendirmeyi, 
  • Çıkarım yapabilmeyi, 
  • Gelecek ile geçmiş arasında köprü kurabilmeyi, 
  • Yaşadığımız problemlere gerçek çözümler bulmamızı sağlar... 
Ve bunu dünümüzden daha iyi olabilelim, daha mutlu daha başarılı olabilelim diye yapar.
  • Tıpkı okyanus gibi,
  • Tıpkı rüzgar gibi,
  • Kuşlar, 
  • Balıklar, 
  • Çiçekler, 
  • Bulutlar gibi...
Kimi istersek sayabiliriz.
Bir okyanus kıyısında, taş sesleri arasında,
Issız gecenin ortasında,
Kalkıp küçülmek iyi gelir aslında...


Yorumlar

GNS dedi ki…
Ellerinize sağlık, teşekkürler
Ayşe dedi ki…
Öyle içten yazı ki, denizi, dalgayı hissettim.

Anlam yüklü, düşündürücü. Bizden ayrı bir şey olmadığı böyle aktarılabilir 🌸

Emeğinize sağlık 🍃
Adsız dedi ki…
Çok güzel bir bakş açısı... Hiç okyanus olmak aklıma gelmemişti. Elinize sağlık :)
Betül dedi ki…
Hep kalkıp küçülsek keşke...
Unknown dedi ki…
Çok güzel bir yazı 👍🏻
Yuzuf dedi ki…
Kaleminize sağlık 🙏
Mk dedi ki…
Ellerinize sağlık..
Adsız dedi ki…
Elinize sağlık 🌸 okyanusa dalıp geri getirdi yazı